55.BÖLÜM

272 44 53
                                    

Dönüşümün ardından üç ay geçti. Şehre bahar geliyor yavaş yavaş, benim içime ise kara kış. Zaman korktuğum sona doğru hızla ilerlerken beklediğim o şartlarımda hiçbir değişiklik olmadı. Aylardır aynı düzeni devam ettiriyorum. Okula gidip geliyorum, haftasonu kursa gidiyorum. Arta kalan vakitlerde kurulacak evim için alışveriş yapıyoruz, bitmeyen bir alma hali! Annemle oturup uzunca bir liste yaptık. Aldıkça üzerini çiziyor aklımıza yenisi geldikçe listenin altına ekliyoruz. Tükenmiyor hiçbir şekilde! Hayatımın en çulsuz zamanlarındayım. İlk defa ay başlarını dört gözle bekler oldum. Gelen maaş çeyize gidiyor. Eğer alışverişten vakit kalırsa gelinlik provasına gidiyorum. Yine vakit varsa ve bahanem de varsa Aslan'ı görüyorum.
Aslan da bana çaktırmamaya çalışsa da giderek moralmen çöküyor. Başvuruları sonuçsuz kaldı. Hayal ettiği o kapıyı bir türlü aralayamadı. Ve beni hapsolduğum o yerden çıkaramadı. Bunun yanında maddi sıkıntıları oluyor, aile desteği pek işe yaramıyor. Benliğini içine doldurdu bekliyor. Elinde kapı gibi diplomasıyla gencecik insanın böylesine beklemesi insana daha çok koyuyor. Beklerken tabi ki başvurularına devam ediyor. Artık kendi alanını aşıp farklı alanlarda da başvuru yapıyor. Ama henüz istenilen sonucu alamadı. Yaptığım teselliler zaman daraldıkça onu rahatlatmıyor. Hiç istemese de Yaman'ın yanına doğru hızla ilerliyor. Ve nedense hiç istemiyor! Bazen aramızda görünmeyen bir gerginlik oluyor, susarak gülümseyerek geçiştiriyoruz. Her şey güzel olacak diye sabrediyoruz, ama bu sabrın sonu selamet mi bilmiyoruz.
          Birlikte geçirdiğimiz vaktin çoğu evde geçiyor. Hem benim ailem hem de Murat Abinin korkusuna sessiz bir ilişki yürütüyoruz. Aşkımızın en coşkulu zamanlarını böyle dört duvar arasında geçiriyoruz. Kışın çok da önemsemedim bu durumu. Evde aynı battaniyenin altında yaptığımız keyifli sohbetler beni alıp götürüyordu bu diyarlardan. Bazen ben onun dizinde uyuyorum, bazen de o benim. Birbirimizin ihtiyaçlarını böyle tamamlıyorduk. Yanımda oluşunun sıcaklığını hissetmek yetiyor. Ama güneşin yüzünü göstermeye başladığı bu günlerde insanın içine giren coşkulu haller içimizde patlıyor. Yine belli etmemek için çırpınıyoruz. Biraz yıpranıyor, çokça susuyor, sabrediyoruz.
Sabredilenler arasında bir de Barış var. Ankesörlü telefondan cep telefonuna geçti ve ulaştığı medeniyeti dibine kadar kullanıyor. Yanımda olsa eminim bu kadar sık aramaz ama şimdi deli gibi arıyor mesaj atıyor, görüntülü konuşmaya çalışıyor, uzattıkça uzatıyor. Ona karşılık vermeye çalışırken yoruluyorum. Sürekli bitsede gitsek havasındayım. Ancak bunu hiçbir şekilde anlamıyor. Beklediğimin aksine daha çok bağlandı bana, benimle yatıyor benimle kalkıyor. Artık benden ayrılması tek bir seçenekle olur ve ben bir kaç kez o seçeneği hayal eder oldum. Özellikle de dönüş zamanı yaklaştıkça ve bunaldığım bir arama sonrasında ölsün diyorum, savaşta değiliz biliyorum ama bir şekilde orada ölsün yoksa kurtulamayacağım ondan diyorum. Sonra ailesinin ağlayan halleri gözümün önüne geliyor ve düşünceme kızıyorum. Bencilliğim yüzünden bir canı böyle kolayca harcamak vicdanen rahatsız ediyor. Ancak onun gün yaklaştıkça ki heyecanına ortak olamamak sadece endişeli ruh haline sahip olmak da yoruyor beni. Bir de ne olacağını bilmediğim bir belirsizlik var! Neyse sabrediyorduk değil mi?
          Bir de annemin beni görüp, halimi anlayıp konduramaması var. İşte bu durum beni endişeden çok öfkelendiriyor. Birlikte yaptığımız her alışverişte benim isteksiz ve kararsız halime tahammül edemiyor, bir çok şeyi benim yerime o beğeniyor. Ama yine de benimle gitmekten vazgeçmiyor. Eve her döndüğümüzde yüzüme bakarak "Sen de hiç yeni evlenecek kız heyecanı yok" diyor, susuyor. Hiç sormuyor neden diye? Ne istiyorsun diye? Ben bir şekilde konuyu açsam hemen değiştiriyor ve ya bir sebepten ortamdan çıkıyor ve duymaktan korktuklarından kaçıyor. Ben susuyorum, ben üzülüyorum, ben yine içime atıyorum. Ezgi bir nebze olsun beni toparlamak için uğraşıyor. Yanımda olmaya gayret ediyor ama nedense oda evlilik konusunda istekliymişim davranıyor. Ne benden geçebiliyor ne de annemle Esma Ablamın baskısından çıkabiliyor. Hiçbir şeye bulaşmadan ilişkimizi canlı tutmaya çalışıyor. Barış'la yaptığımız bir telefon konuşması sonrasında Ezgi yanımdaysa kaşları çatık gibi anlamlandıramadığı pozisyonda izliyor beni. Telefonu kapatıp derin nefes alıp içimden çok şükür kapattı diyorum. Sonra bir bakıyorum Ezgi kör olmuş beni görmüyor. Hiç kimse görmek istemeyen bir insan kadar kör, duymak istemeyen bir insan kadar sağır olamaz. Ezgi'nin hayatımdaki varlığı kör ve sağır bir insan! En az Esma Ablam kadar. Ben kardeşlerime de sabrediyorum.
Güzel olan şeyler de var elbet, okulumla ve öğrencilerimle olan bu yıl ki iletişimim çok iyi. Geçen yılı hatırlarsam çok çok iyi. Drama kursumun sınavını güzel bir puanla vermişim ve müdürümce taktiri aldım bu da çok iyi. Haftasonu kursumda 3. Kura geçtik. Hala seri bir konuşmamız olmasada bir şeyler anlıyoruz. Cansu ile mesajlaşırken çoğunlukla ingilizce yazışmaya çalışıyoruz. Genellikle sonu "eeehh ondan işte anla" cümlesine dönse de çok iyi. Tabi bir de sabrettiğimiz güzel bir şey de var ki Cansumun bebişi. Altı aylık oldu henüz bir ismi yok ama bir sürü eşyası var. Onun alışverişlerine katılmak kadar keyiflisi yok. Benimkinin aksine onunkisi oldukça sevimli. İnsana sadece hayal kurdurtan cinsten. En merak ettiğimiz şey ise düğün tarihimden önce mi sonra mı gelecek? Düğün tarihim... Benim düğünüm... Olursa tabi...
          Kurstan çıktım gelinlik provasına gittim. Bu işi devam ettirmek bana o kadar gereksiz geliyor ki. Şu elbise için çalışan herkes boşa zahmet ediyormuş gibi hissediyorum. Gelinliği ilk seçtiğim gün bana yardımcı olan kızla her gitmemde karşılaşıyor ve gülümsüyorum. Hiç konuşmuyoruz, ancak bakışlarındaki anlam öyle yüzeydeki sanki bir tek o anlıyor içimdekileri. Ama susuyoruz işte herkes gibi. Gelinliği her provada biraz daha içeri alıyorlar. Terzi kızın demesine her gelmede biraz daha zayıflıyormuşum. Ee normal diyorum ben de. Hayat sadece benden götürüyor. Her anlamda...
Provadayken Aslan mutlaka buluşmamız gerektiğini söyleyen bir mesaj attı. Ne olduğunu sorsam da cevap vermedi. Sanırım sonunda beklenen o iş haberi geldi. İçimdeki sevinç çanları çalarken ben her zaman yaptığım gibi Aslan'ın yanına koştum. Onu gördüğümde yüzündeki gülümseme doğru tahmin ettiğimi söylüyordu. Sıkıca sarmaladı beni.
—Eylem müthiş bir şey oldu.
—O belli oluyor, uzun zamandır seni böylesine heyecanlı görmemiştim. Bu halini özlemişim.
—Heyecandan çok, mutlu oldum.
—Evet söyle hadi.
          Oturduğumuz kanepede yüzyüze döndük ağzımız kulaklarımızda bakışıyorduk. Aslan program sunucuları gibi heyecanı arttırmaya çalışıyor, söylemesi gereken şeyi uzattıkça uzatıyordu.
—Ayhhh çatladım ama. Söyle artık.
—Tamam tamam, hani Murat Abiyi içeri attırmak için görüştüğüm adam vardı ya.
—Paranı kaptırdığın adam?
—Yani öyle demeseydik iyiydi.
—Haklısın ama öyle, eeee?
—Geri dönmüş.
—Yaaa nereden öğrendin?
—Beni aradı.
—Hadi canım! Eeee, tek seferde anlatsana.
—Beni aradı görüşmek istedi. Bende 'senin gibi biriyle görüşecek bir şeyim kalmadı' dedim. Her ne kadar okkalı bir yumruk atmak istesem de kendimi bir taneyle sınırlayamayacağımı biliyordum. O yüzden yok dedim.
—İyi etmişsin.
—Tabi o Israr etti. Bende sen kaşındın diyerek onunla görüştüm.
—Hadi buyur buradan yak.
—Tek seferde anlat diyorsun ama devamlı bölüyorsun beni.
—Canım sen bana ne aldırıyorsun, devam et.
—Neyse beni görür görmez çıkardı parayı önüme koydu. Bir paraya bir ona baktım. "Ne demek oluyor bu?" diye sordum. "Parayı alıp gittiğimden beri başım beladan kurtulmadı, al paranı çek ahını üzerimden, toparlanmak istiyorum" dedi. Ben tabi biraz işkillendim. Böyle bir dolandırıcının para iade etmesi garip geldi. "Ne iş çeviriyorsun sen dedim?" Oda işte hayatından kısa bir kuble anlattı. Eylem resmen hayatı tepetaklak olmuş. Ben dinlerken şok oldum. Flaş tv nin gerçek kesit programlarından fırlamış gibi. Murat'ı şikayet ederse başına gelecek bir sürü beladan kaçmış güya ama çok fena çamura saplanmış. Neyse sonuç olarak benim tertemiz anlımın akıyla kazandığım para bana geri döndü.
—Ben sana demiştim ama o paranın hayrını göremez diye. Çok sevindim inanki. Allaha bırakınca ne de güzel halletti işini ama. Ooohh rahatladım gerçekten.
—Aynen aynen ben de. Şu dar zamanda ilaç gibi geldi. Hem maddi hem manevi olarak. Ne yapalım bu parayla?
—Para tamamen sana ait dilediğin gibi harca.
—Saçmalama Eylem seni beni yok bizim paramız bu.
—Aslancım birlikte hiç para harcamıyoruz ki. Ne bir şeyler içmeye gidebiliyoruz, ne bir akşam yemeğine, ne birlikte sinemaya ne bir eğlence mekanına. Tek gördüğümüz şey bu ev. Tamamen masrafsız bir ilişki.
—Haklısın, öyleyse bankaya yatırıp birlikte harcayabileceğimiz güzel günler için saklayayım.
—Nasıl istersen. Ama sıkıştıkça kullan ordan. Artık dara sokma kendini.
—Sen merak etme güzelim, iyim ben. Şu başvurularımdan biri olsun daha da iyi olacağım.
—İnşallah aşkım, Allah elbet bu konuda da hayırlısını verecektir sana.
—Evet artık daha çok inanıyorum.
           Uzanıp dudaklarıma masumca bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde ışıldayan gözlerle bana bakıyordu. Ben de bakışlarına aynı gülümseme ile yanıt verdim.
—Biliyor musun, ben işe kabul edildin haberi vereceksin sanmıştım.
—O gün de gelecek, ama o haberi bu evde vermeyeceğim. Artık gizlenmemize gerek kalmayacağı için meydanın ortasında bağıra çağıra sana sımsıkı sarılarak söyleyeceğim.
—O günü sabırsızlıkla bekliyorum.
—Umutlu olduğum bir kaç başvuru var. Az kaldı.
—Bu olay modunu baya yükseltti. Şu haline bak, enerji yüklüsün.
—Evet gerçekten öyle. Hadi gel harcayalım bu enerjiyi.
          Aslan yeniden dudaklarıma yanaştığında telefonuma ardı arkasına mesaj geliyordu. Aslan gelen ısrarlı titreşimin sesine daha fazla dayanamadı
—Off, hadi bak şuna. Evdekilerdir kesin. Sorun çıkmasın.
          Ayağa kalkıp kapının yanında duran çantamdan telefonu aldım. Evdekiler değil Barış yazıyordu.
"Aşkım ne yapıyorsun?"
"Canım sıkılıyor. Tek başıma nöbetteyim ve bitmesine saatler var."
"Sen kurstan çıkmadın mı hala?"
"Huhuuu Eylem"
          Ben mesajları okurken Aslan sabırsız bir halde bana bakıyordu.
—Annen mi?
—Hayır, Barış.
—Ne istiyor? 
—Canı sıkılmış, bana sarıyo. Boşver sonra yanıtlarım.
—Yazıp yazıp duracak Eylem, şimdi söyle bir şey sussun.
—Tamam.
          Telefonu elime aldım. Biraz düşükten sonra aklıma gelen ilk şeyi yazdım.
"Barış kurstan çıktım, uyuyorum, sonra görüşürüz."
          Telefonu direk masaya bıraktım ve Aslan'ın yanına gidip kaldığımız yerden devam etmek istedim. Ancak Barış bu normal insan tepkisi beklemek anlamsız olurdu. Üst üste mesaj atmayı sürdürdü. Telefonun sesini tamamen kısmadığım için kendime kızdım. Aslan da duruma sinirlenip ayağa kalktı. Ben kanepede yarı uzanır pozisyonda bekliyordum. Telefonu eline aldı. Mesajları okudu ve kaşlarını çattı. Aslan telefondan başını kaldırıp bana baktı.
—Eylem ne diyor bu?
—Bilmiyorum Aşkım, mesajları okuyan sensin. Ne diyormuş oku bakayım?
"O zaman yanında yattığımı hayal edeyim, misafirhanede yarım bıraktığımız işi tamamladığımızı. Parmaklarımda hala içinin sıcaklığı, dudaklarım o günden beri yanıyor. Aklımdan çıkmıyor hiç, öyle güzeldi ki. Şuan tüm hücrelerim seni arzuluyor."
          Uzandığım yerde doğruldum. Başımdan aşağı kaynar sular dökülseydi böylesine yanmazdım herhalde.
—Eylem bunlar hayal değil, öyle değil mi? Yaşadınız?
—Eee şey hayır, yani evet ama zannettiğin gibi bir şey yaşanmadı.
—Ben şuan bir şey zannetmiyorum. Bana elimi tutmaktan öteye gitmedi dedin. O gece bana geç saatte cevap verdiğinde yeni odama geldim uyuyacağım demiştin. Bu yüzden mi geç cevap verdin. Ben senin yazmanı beklerken sen o herifle mi sevişiyordun?
Sakin başlayan konuşması sonunda sinirle bağırmaya döndü. Ne cevap vereceğimi bilemiyordum. Gerçeği anlatsam bile o gece söylediğim yalanın bir açıklaması olamazdı. Aslan şuan kıskançlıktan çok kendini kandırılmış hissediyor, ve ben bu boktan duyguyu çok iyi biliyorum. Şuan ne söylersem telafisi olmayacağını da biliyorum. Bu gün ilahi adaletin Aslan üzerinde tecelli bulduğu gün. Ama o zaman bunu nasıl anlatabilirdim ki? Burada kendi kendini yerdi. Uzağındayken ona bunu hissettirmek istemedim. Sonra da söylemek aklıma gelmedi. Şuanki sessizliğim Aslan'ı delirtiyordu. Daha çok bağırmaya başladı.
—Neden yalan konuştun Eylem, cevap versene. Nasıl sana dokunmasına izin verdin?
—İzin vermedim.
—Dokunmuş işte, bak yazıyor birde şerefsiz.
—O öyle olmadı ama...
—Ne olmadı Eylem, sen sınırını bilirsin diyerek güvendim sana. Ama bu lanet olası mesaj sınır ihlalinden bahsediyor! Ve sen benden bunu gizledin!
—Aslan bir dinlesen?
—Neyi dinleyeceğim, o zaman bişey olmadı dedin bak neler neler olmuş. Görmediğim bir şeyi şimdi bana hafifleterek anlatsan sana nasıl inanırım!
—Ben sana yalan konuşmam.
—Bu ne Eylem? Senin o zaman söylediklerinle şuan çelişiyor. Resmen bana yalan konuşmuşsun. Konusu da hiç öyle basit bir şey değil. Ne oldu hoşuna mı gitti onunla sevişmek, böyle iki erkekle de berab...
—Sus, sus lütfen. Geri döndüremeyeceğin cümleler kurma. Zorla dokundu bana, asla zannettiğin gibi değil.
—Neden benden gizledin?
—Yanlış anlamandan korktum, seni üzmek istemedim.
—Eylem sana git diyen benim. Bu güne kadar hangi anlattığını yanlış anladım. Delice kıskandım, öfkelendim ama hiçbiri sana değil. Ortadaki bu aptal duruma. Ama şuan sana kızgınım. Oooofffff delireceğim ya.
—Aslan biraz sakin olsan. Ben tane tane kendimi ifade etsem.
—Yok sen hiçbir şey söyleme. Zaman aşımına uğradı bu konu. Şuan ağzından ne çıksa inanmayacağım sana. Hatta daha da beteri önceden söylediklerin de anlamını yitirdi. Şimdi onlara da şüpheyle bakıyorum.
Hala elinde tuttuğu telefonum titremeye başladı. Ekrana bakıp bana uzattı.
—Annen arıyor!
          Telefonu elime aldım, önce saate baktım ve gözlerime inanamadım. Çok geç kalmıştım. Telefonu açtım annem kızgın bir sesle konuştu
—Neredesin Eylem?
—Anne kurstan sonra Cansu ile oturduk biraz. Haber vermeyi unutmuşum.
—Hemen eve gel soracağım sana bu habersiz oturmaları.
          Cevabımı beklemeden telefonu yüzüme kapattı. Aslan karşımdaki kanepede oturmuş başını elleri arasına almış yıkık ve çaresiz görünüyor. Sessizce kalkıp yanına oturdum. Ona dokunursam içimi daha net görürmüş gibi hissettim. Elimi saçlarına değdirdiğim anda hızla kolumu ittirdi.
—Bak annene de bir çırpıda yalan konuştun. Ne kadar kolaylaşmış senin için. Bana söylediğin başka neler yalandı?
—Hiçbir şey..
—Mesela beni sevdiğin yalan olabilir mi? Belki de Murat Abi haklıdır. Sırf Barış'tan kurtulmak için benimle berabersin. Yerimde başkası olsa onunla da olurdun. Ama dur yaa, sen Barış'la gayet iyisin. Ne oldu yeterince tatmin edemedi mi seni?
—Aslan çok ağır konuşuyorsun. Tamam sinirlisin haklısın da ama bu sözleri haketmiyorum. Ben sadece seni seviyorum, seni istiyorum. Senden başka hiçbir erkek umrumda değil.
—İnsan sevdiğine yalan konuşur mu?
—Üzülmesini istemiyorsa konuşur.
—Aferin şuan hiç üzülmedim. Taktir ediyorum davranışını.
—Aslan yapma böyle lütfen.
         Dönüp gözlerimin içine baktı.
—Eylem daha önce de bana Barış hayatımdan çıktı dedin ama sonra birlikte olduğunuzu öğrendim. Ailem yüzünden dedin, seni deli gibi sevdiğim için inandım devam ettim. Sen bu sırada onunla nişanlandın, nikahlandın, adam senin göğsünü morartacak kadar sana dokundu ben sesimi çıkarmadım. Eylem ben bir erkeğim, bak erkek! Sevdiğim kadını böyle paylaşmak bana ne hissettiriyor dersin? Sana verdiğim bunca ultümatom karşısında senden sevginden başka bir şey istemedim. İstemedim! Sana dedim ki sabret, sınırını bil ben bir şeyler yapacağım ve kurtulacağız. Görüyorum ki ne sınırını bildin, ne sabretmesini? Benim sana verebilecek olduğum bir şey kalmadı. Bir yalanını daha dinlemeyeceğim. O yüzden evine git anneni daha fazla kızdırma.
            O kadar kararlı ve tane tane konuştu ki. Söylediği her kelime tek tek içime işledi. Haklıydı yerden göğe kadar. Benim aksime onun sabretmesi gereken durum daha ağırdı. Şimdi dursam yanında gitmiyorum desem, beni dinyeleceksin diye zorlasam ne çıkardı. İnanmayacaktı. Bir sakinleşmesi durup düşünmesi gerek. Siniri mantıklı düşünmesini engelliyor. Ağzından çıkan kelimeler bir bıçak gibi kalbime saplanıyor. Eminim sakinleşince gerçekte onu sevdiğimi görecektir. O zaman ben de anlatacağım. Anlayacaktır. Bizim aşkımız böyle bitip gidecek türden değil. Ayıramaz demiştik, ölüm bile...
           Kalkıp sessizce hazırlandım. Çantamı omzuma taktım. Aslan'a baktım. Bana bakmadan aynı pozisyonda öylece duruyordu. Bu şekilde yanından ayrılmak çok zor geliyordu. Boğazım düğümlenmişti ama ağlamayacaktım.
—Sonra konuşalım lütfen. Tamam mı?
Bekledim ama cevap gelmedi. Sessizce kapıyı kapattım ve evden çıktım. İçim bir belirsizliği daha kabul edemeyecek kadar doluydu. Ama buna belirsizlik demiyordum. Çünkü bitmeyeceğini biliyorum, o kadar kolay değil. Aklım böyle söylese de içim çok sıkılıyordu. Derin derin soluduğum hava bana yetmiyor. Ağır adımlarla eve doğru yürüyordum. Hava soğuk ve kararmıştı. Biraz daha erken çıksaydım yanından bunların hiçbirini yaşamayacaktık. Apartmana gelmiştim. Teker teker merdivenleri çıkarken her adımda kalbimi ikna etmeye çalışıyordum.
"Merak etme kalbim, senin sevgini her zaman hissetti yine hissedecek. Basit bir engel, hemen aşarız bunu. Biz neleri aşmadık ki. Sen sabretmeyi seversin kalbim. Bir de bunun için sabret. Çok sev. Çok sabret. Sakın karamsarlığa düşme. Sadece sev."
          Kapıyı çaldım. Annem bir hışımla açtı. Yüzünde avını yakalamış aslan öfkesi,
—Nerdesin sen saatlerdir?
—Söyledim ya, Cansu'yla beraberdim.
—Kursa beraber gittiğiniz yetmiyor mu da bir de bu saatlere kadar oturuyorsunuz?
—Bebeği için bir kaç bir şey aldı, ben de ona eşlik ettim. Yorulunca da oturduk. Eşi gelene kadar yalnız kalmasın istedim.
—Sen Cansu'nun bakıcısı mısın?
—Anne ne ilgisi var Allah aşkına. Nereden saldıracağını şaşırdın. Pes ya.
—Sarmıyor bu hallerin bana hiç. Dikkatli ol Eylem!
—Oluyorum anne merak etme. Fazlasıyla dikkatliyim.
           Daha fazla cevap vermeyince ben de odama çıktım. Artık rahat rahat üzülebilirdim. Ancak Barış yazmayı sürdürüyordu. Bana yaşattığı bu durum yüzünden en ağır cümlelerin yer aldığı bir mesaj yazasım geldi. Telefonu elime aldım.
"Sen benim hayatımda tanıdığım en bencil en karaktersiz, en sıradan insansın. Sen karşındaki insanın isteklerini göremeyecek kadar körsün. Sen empati kuramayan, dünyanın kendi etrafında döndüğünü zanneden bir asalaksın. Bana tutundın ve tek yönlü bir hayat sürüyorsun. Sevmiyorum seni. Ne bana olan sefil hislerini, ne de dokunuşlarını. İstemiyorum seni. Benim dünyamda, benim ruhumda, benim kalbimde yerin yok! Asla da olmayacak. Şimdi çekil önümden de yolum açılsın..."
           Mesaj bana ben mesaja baktım. Sonra seçili hale getirip tek seferde sildim. Ardından telefonu karşı duvara fırlattım. Ve telefonla beraber dağıldım. Kendimi yatağıma attım ve ağlamaya başladım. İçim acıyordu. Her şeyden nefret ediyorum. Her şeyden. Ben ağlarken kapım çalınıp Ezgi elindeki bardaklarla içeriye girdi. Bardakları komidinin üzerine koyup yatağın yanına oturdu.
—İyi misin?
—Değilim Ezgi. Gider misin?
—Annem yüzünden değil mi? Çok üstüne geldi. Aslında bugün babama kızgındı, sana patladı. Oda pişman oldu aşağıda vahlanıp duruyor. Ağlama kalk hadi çay içelim.
           Kendimi toparlayıp doğruldum.
—Balkona geç. Sandalyenin kenarında hırkam var. Ben yüzümü yıkayıp geliyorum.
—Tamam.
           Ayna da akan makyajımı sildim. Yine telkin ediyordum kendimi.
"Saçmalama Eylem, geçecek bugünler. Aslan ve aniden gelen fevri halleri. Birazdan özür mesajı atacak. Ya da uzun bir mektup. Onun sakinleşmesini beklerken sen yükselme, sakin kal!"
         Saatimin takılı olduğu sol kolumla kolyemi okşadım.
"Aslan senin en büyük şansın. Şansa küsülür ama şans kaybedilmez."
         İçeriye geçtim. Balkondaki minik masama oturdum. Sessizlik vardı. Bir elimde çay, diğer elim kolyemde uzakta görünen denize bakıp öylece oturuyorduk.
—O kolyeyi sana O aldı değil mi?
          Elimi kolyemden çekip biranda Ezgi'ye döndüm.
—Hayır ne ilgisi var?
—Arkasındaki harfleri gördüm çünkü.
           Daha ne diyebilirdim ki. Bugün bende bir uğursuzluk vardı herhalde. Alnımda söylediğim yalanlar alt yazı gibi geçiyordu galiba. Ya da artık bir şeyleri gizleyemeyecek kadar yoruldum. Ama arkasını nasıl görebilir ki? Cevap vermek yerine öyle boş gözlerle baktım.
—Geçen odana geldiğimde duştaydın. Kolyen komidinin üzerinde ters bir şekildeydi. Dikkatimi çekti. Zaten hiç çıkarmıyorsun.
—Kararmasın diye çıkartmıştım.
         Yine bir sessizlik...
—Eylem?
—Efendim.
—Sevdin mi onu?
          Ahh Ezgi şimdi sorulacak soru mu bu? Ne demeliyim sana? Durdum düşündüm. Yalan konuşmayacaktım artık. Zaten ortaya çıkıyor her nasılsa.
—Evet sevdim.
—Anlatsana.
—Ne önemi var Ezgi bitti gitti işte.
—Sendeki değerini merak ettim sadece. Kolyesini hiç çıkartmadığına göre.
         Önce emin olamadım anlatmak için, Ezgi' ye hala güvenemiyordum. Ama sonra geçmiş bitmiş bir şeyi anlatsa kaç yazar ki dedim. Hatta inşallah anlatır.
—O çok farklı biriydi. Eşsiz. Kimseyle eş tutamadığım, tutmalara kıyamadığım birisi. Gözlerinden yüreğime akan bir şey vardı, bir akım. Ondan sevdim belki de. Evet evet bakışlarını çok sevdiğimdendi içimdeki hisler. Kelebek hissi. Bir gülüşü bir kelebekti. Onu öpmek bulutlara dokunmak gibiydi, ona dokunmaksa cennetti. Onun yanında olduğumda cennet bu dünyada bir yerde, yanımda derdim. O benim hayallerimin kahramanıydı. Benim hayalimdi. Hani her insanın hayatında giderse acıtır bu beni, gitmesin dediği insanlar vardır ya oda benim için öyleydi. O yüzden ben gittim ondan. Hem de çok uzaklara gittim. O hiç gitmedi. Ve ben şimdi doğru yolu bulmakta, iyiyi görmekte çok zorlanıyorum.
—Yani en çok gülüşünü mü sevdin?
—Her şeyini ayrı severdim. Bakışlarını, gülüşünü. Gülüşü güzeldi evet, bana da bir başka gülerdi. Seni sevecek yüreğim ama şimdi değil der gibi gülerdi, bekle derdi gülüşleriyle ben de beklerdim. O güzel bir melodiydi, dakikalarca süren ama huzuru en küçük zerrene kadar hissettiren bir melodi. Benim hayatımın melodisiydi belki de. Yanında olmanın huzur olduğu zamanlar kadar güzeldi işte hayat, birlikte içilen bir bardak çay gibi, nefes gibiydi. O güzel yerde yanımdayken, aklımdan geçerken tüm hisler, kelebekler midemde hareket ederken hadi derdim sevgilim, hadi biraz daha sarılalım. Keşke biraz daha sarılabilseydim...
Gözümdeki yaşla beraber başım da önüme düştü. Kendimi kaybetmemek için çok çaba harcıyordum. Bir bırakırsam duramayacaktım, bir bırakırsam bir daha toparlanamayacaktım. O yüzden çayımdan bir yudum aldım, yutkundum. Yüzümde eğreti bir gülümseme, göz pınarlarımda akmak için sırasını bekleyen parlak yaşlarımla Ezgi'ye baktım.
—Bu kadar severken nasıl dayanıyorsun?
          Bu soruyla beraber hıçkırdım. Sırasını bekleyen yaşlarım birer birer aktılar.
—Çünkü bazen susmak gerekiyormuş, bazen bomboş bakmak gerekiyormuş hayatın sana getirdiklerine. Anlamaya çalışmak saçmalık, anlamadan yaşamak gerekiyormuş. Ama bazen de unutmak gerekiyormuş, unutulmak pahasına. Zaman değilmiş gideni getiren, aslında zamanmış var olanı götüren.
—Unutmak gerekiyormuş diyorsun ama unutmuş gibi değilsin?
—Demek ki içimde var olanı götürecek zaman henüz gelmedi.
—Dilerim en yakın zaman götürür. Sen de unutmanın huzuruna erersin.
—Dileme. Ben onu unutursam bir zamanlar mutlu olan Eylem'i de unuturum. Ben mutluluğun nasıl bir şey olduğunu unutmak istemiyorum.
—Mutluluğu yaşayacaksın sen?
—Barış'la mı?
—Yani evet..
—Barış'la şöyle bir masada otursak ayrı ayrı şeyler düşünüyoruz birbirimize bakarak, konuşuyoruz desem konuşmuyoruz da. Ne seviyoruz ne de sevmiyoruz birbirimizi. Edip Cansever'in de dediği gibi iki lamba gibiyiz, iki ayrı yerinden aydınlatan odayı...
—En azından aydınlanan oda aynı.
          Gülümsedim.
—Evet polyanna, odamız aynı!
—Neyse ben gideyim. Yarın sen yine erken kalkacaksın kursa gideceksin. Böyle yanına gelmesem bu evde bir kardeşim olduğunu unutacağım. Sen de üzme kendini, sevmek her zaman sevdiğin kişiyle birlikte olmak değildir. Çünkü aşk onunla yaşamak değil, onu yaşamaktır aslında. Ve sen onu yaşıyorsun. Böyle bir aşkta herkese nasip olmaz. Ne yalan söyleyeyim kıskandım. Sevesim geldi.
—Ben kıskanılacak değil acınacak bir kızım. Sen daha güzel seversin, inşallah da karşılıklı engelsiz bir sevgi olur bu.
—İnşallah. İyi geceler
—Sana da.
          Ezgi çıktıktan sonra fırlattığım yerden telefonu alıp toparladım. Aslan'dan gelmiş bir şeyler olabilirdi. Telefonu açtıktan sonra masaya koyup bekledim... Bekledim... Bekledim... Telefonun ışığı hiç yanmadı. Olsun, ben yine beklerim. Bugün değilse yarın, değilse ertesi gün...
Ayrılacak değil ya...
Beklerim....
Bu da benim ibadetim işte...



Bol sabretmeli bir bölümdü. Artık sona yaklaşıyoruz sevgili okurlar. Biraz tepetaklak olabiliriz 🥺
Umarım beğenmişsinizdir yeni bölümü Yorumlarınızı bekliyorum.
Yıldıza bir tık ⭐️

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin