39. BÖLÜM

366 47 20
                                    

           Sevgili okurlar media daki şarkıyo dinlemek için hikayemde *** yerini bekleyiniz.
Keyifli okumalar

           Sabah her zamankinden erkenden kalkıp kültür merkezine gittik. Ne yapabilirim diye bir iki kişiye sordum ancak kimse doğru düzgün bir şey bilmiyordu. Dersin başlamasına yarım saat kalmıştı. Aslan bana baktı
—Tamam ben buralarda oyalanırım, sen dersine gir.
—Dört saat oyalanmak için çok fazla ama.
—Günaydın Eylem.
         Arkamı döndüm ve Eymen karşımdaydı. Aslan direk kaşlarını çatmıştı.
—Günaydın Eymen.
—Düne göre daha iyi görünüyorsunuz.
—İyim sağol.
         Aslan'ın çatık kaşlarına endişe yüklü bakışlar da eklendi. Tuttuğu elimi giderek sıkmaya başladı.
—Eee Eymen bir şey sorabilir miyim?
—Tabi ki.
—Derse girmek istemiyorum devam konusunda nasıl bir sıkıntı olabilir biliyor musun?
—Bilemiyorum, bence derse girseniz daha iyi olur.
—Fikrini sormadım, bilgini sordum. Neyse boşver, teşekkür ederim.
          Eymen uzaklaşıp başkalarının yanına gitti. Fazla kendinden emin ukala bir tavrı vardı. İnsanı sinirlendiren bir tavır. Aslan'ın kendini sakin tutmaya çalıştığını küçük bir çocuk bile anlardı.
—Eylem ne iş bu? Sabah beri soru sorduğun kimseye ismiyle yaklaşmadın? Kim bu?
—Yanımda oturuyor, dün başım çok ağırınca eczaneyi falan tarif etti. Başka bir şey yok.
—Bir tarif için tanıştınız herhalde.
—Yani öyle de denilebilir.
—Hoşlanmadım ondan. Hem de hiç.
—Ben de hoşlanmadım.
—Neyse sen derse gir. Ha siktir yanımda mı oturuyor dedin?
—Evet.
—Başka bir yerde otursun neden senin yanın.
—Yükselme hemen alfabetik sıraya göre oturuyoruz.
—Tamam o zaman haydi gidiyoruz. Bir sıkıntı olursa sonra bir çaresine bakarız. Meslekten atılacak halin yok ya.
        Aslan'ı kıskançlık konusunda baya açtığımı sanıyordum ama yanılmışım. Elimden tuttu ve çekeleyerek götürmeye başladı. Eymen de arkadan adımı seslenmeye. Ne yapacağımı şaşırdım.
—Aslan dur, bana sesleniyor.
—Siktir et!
—Ya hayatım belki bir fikir diyecektir. Dinleyelim biraz.
—Oooofff Eylem! İlla kavga mı çıksın.
—Biraz abartmıyor musun?
          Olduğumuz yerde durduk. Adam resmen burnundan soluyordu. Bu kez bir koluyla belimden sarmaladı beni. Hareketiyle bu benim kadınım diyor. Sanki aksini iddia eden olmuş gibi. Ne var ki ahtapot gibiydi. Öyle sıkıyordu ki nefes almak bile işkenceye dönmüştü. Eymen leylek gibi bacaklarıyla iki adımda yanımıza geldi.
—Eylem sen giriş kartını bana ver.
'Siz'ler sen oldu biranda. Adam konuştukça benim belim daha çok sıkılıyor.
—Bir tek okutmak işe yarayacak mı?
—Çıkışta kız arkadaşımla görüşecektim şimdi çağırdım yerine o girecek. Yarın sana kartını veririm, tabi gelirsen!
—Eee tamam bence fena bir fikir değil. Değil mi hayatım?
          Aslan cevap vermek yerine öldürücü bakışlarıyla hırlamayı tercih etti. Adının anlamını yaşatıyordu. Ben hızlıca çantamdan kartı çıkarıp Eymen'e teslim ettim.
—Teşekkür ederim.
—Ne demek. Size iyi eğlenceler
          Arkasını döndü ve hızlı adamlarla gitti. Bende Aslan'a döndüm.
—Aslan yeter artık belim kopacak.
Biranda kollarını çekti. Şaşkın bir halde bana bakıyordu.
—Ben özür dilerim, sıktığımın farkında değilim.
—Suratının farkında mısın acaba?
—Ne var suratımda?
—Ateş atıyor!
—O piçi vurabildi mi sence?
—Haha, pek zannetmiyorum.
—Tabi gelirsen diyor bir de. Densiz! İki gün daha sen bu herifin yanında mı oturacaksın? Ben kesin döverim bunu.
—Yapma hayatım, bak bize yardımcı oldu. Hem kız arkadaşı varmış işte. Durumu büyütüp kendine de bana da eziyet etme.
—Sen neden başının ağrıdığından bahsetmedin? Hakkındakileri onun bilip benim bilmemem ayrıca zoruma gitti.
—Aşkım cidden önemsiz bir ayrıntı.
—Kime göre? Sana göre. Yolda yürürken ayağını taşa çarpsan bilmek isterim.
—Ciddi misin?
—Evet!
—Tamam ne bağırıyorsun. Hayret bir şey.
          Elele tutuşmuş yürüyorduk ama nereye gittiğimizi bilmeden gidiyorduk. Aslan'da dizginlenemeyen bir sinir, bende gereksiz abartmasıyla oluşturduğu can sıkıntısı. İkimizde suratı asık yürüyoruz koşar adım. Bir onbeş dakika öylece yürüdük. Sonra aniden durdu. Yanından geçmekte olduğumuz kafenin içine girdi. Serin bir masa bulup oturdu. Ben de karşısına oturdum. Hiç konuşmuyordu. Servis elemanı geldi.
—İki kişilik kahvaltı tabağı istiyoruz.
—Peki efendim. Dedi garson gitti.
Sonra bana döndü :
—Karnım çok acıkmış, belki de bu agrasiflik ondan.
Cevap vermeden bir kaşımı kaldırarak ona baktım.
—Tamam, kıskandım. O kadar !
          Kendimi tutmaya çalışsamda dün verdiğim cevabı duyunca gülmeye başladım. Ben güldükçe Aslan'da gülmeye başladı. Biranda masadan kahkaha sesleri yükselir oldu. Sinirimiz bozulmuş gibi gülüyorduk. Bu da onun gönül alma şekliydi işte.
—Belinde iz kalmış mıdır?
          'Dur bakayım' dedim ve elimi kaldırıp önünü arkasını inceledim. Aslan da bana delirmişim gözüyle bakıyordu.
—İz kalmamış.
—Bel dedim el değil.
—Elimi de sıktığın için, burada yoksa orada da yoktur.
—Gerçekten mi?
          Başımı evet anlamında salladım. Aslan bu kez gerçekten üzülmüştü.
—Uzun zamandır kendimi böyle kaybetmemiştim. Sana zarar vermek en son isteyeceğim şey bile değil. Ben gerçekten...
—Özür dilemene gerek yok, biliyorum. Unuttum gitti.
—Sen yine de yarın yanına oturma ama.
—Ahahaha Aslan yaa..
          Kahvaltı gelince sabahki neşeli halimize geri dönmüştük. Günün geri kalanını planladık. Sonra da vakit kaybetmeden harekete geçtik.
          Akşam metroyla otele dönerken bitik haldeydik. Sayarken az ama yaşarken çok fazla yer gezmiş gibiydik. Yemeği Cansu ve Yaman ile otelde yiyecektik. Hala biraz enerjiye ihtiyacım vardı. O yüzden Aslan'ın omzunda uyuyakaldım.
—Güzelim, sonraki istasyonda ineceğiz hadi uyanda toparlan biraz.
Tek gözümü açıp ona baktım.
—Ne kadar sakinsin? Daha çok uykumu getiriyorsun.
—Ne yapayım metroda bağırayım mı?
—Bilmem. Ama azcık daha uyuyayım.
          Gözümü kapattım. Hiç beklemediğim bir anda Aslan dudaklarımdan öptü ve aniden gözlerimi açıp doğruldum. Hem etraftan gören var mı diye kontrol ediyorum hem de hesap sorar gibi konuşuyorum.
—Ne yapıyorsun?
—Seni uyandırıyorum. Süper bir fikirmiş, fişek gibi zıpladın. Kalk hadi.
          Elimden tutup kapıya yaklaştık ve açılmasını bekledik. İndiğimiz yerden otele kadar yine yürüdük. Ayaklarım acıyordu ama yine de çok keyifliydim. Otele varıp hemen odamıza çıktık.
—Akşamki keyifli banyo şuan ne iyi gelirdi bana.
—Hazırlayayım aşkım?
—Yok ya yemeğe geç kalırız. Hızlıca duş alıp terimizden arınalım. Birli ben giriyorum.
          Hemen kendimi banyoya atıp duşa girdim. 5-10 dakika geçmediki Aslan yanıma geldi.
—Napıyorsun?
—Duşa giriyorum.
—E ben burdayım.
—Görüyorum.
—İki dakika daha bekleyemedin mi?
—Beklersem seninle duşa giremem ki.
—Yaaa şapşal. Geç kalırız öyle.
—Biz de sadece öpüşürüz. Bütün gün o dudaklara sadece bakıp öpememek ne zor benim için. Azıcık tadını çıkarayım.
          Yalvarır gibi konuşuyordu.
—Bakalım bu öpüşmenin sonu nereye gidecek.
—Sözzz sadece bir öpücük, ya da iki, üç de olabilir. Dört beş..
          Ve dudaklarıma yapıştı. Su tepemizden akarken Aslan gerçekten günün acısını çıkarıyordu. Elleri bedenimde gezinirken, nefes almadan öpüyordu.
—Aşkım kaç oldu?
—Tamam çık hadi çünkü doyamıyorum, sonra duramayacağım.
—O zaman kaçtım ben.
          Kendimi banyodan atıp çarçabuk hazırlandım. Aslan'da çıkıp hazırlandı ve yemeğe indik.
—Selam gençler naber?
—İyi Cansu sen nasılsın asıl, yok mu bulantın falan?
—Uzun süreli yolculuklar dışında yok. Şimdilik hamile olduğumu hissetmiyorum bile.
—İyi ya sevindim.
—Yaman bitti mi iş?
—Çok şükür bitti. Ama daha burada olduğumuzu öğrenince yarın akşam birlikte yemek yiyelim dediler.
—İyi gidin yiyin.
—Birlikte Aslan.
Aslan bana döndü, fikrimi almak için baktı.
—Farketmez bana uyar.
—Tamam o zaman yiyelim bakalım.
—Oğlum bakarsın cv lerden bir iş çıkar. Arada bizim işi de yürütürsün. Ben baba olacağım öyle zırt pırt gelemem buralara.
—Ooo sen bayaa teknik çalışıyorsun.
—Mantıklı kabul et.
—Cvlerden cevap gelmezse?
Yaman kahkaha atmaya başladı.
—Yine bizim işe kaldın demektir.
—Piç!
          Yemeklerimiz geldi ve bizim için keyifli bir sohbet başladı.
—Eee kumrular anlatın bakalım nereleri gezdiniz?
—Ayaklarıma kara sular indi tabirini bugün somut olarak yaşadım. Önce Aslan'ın iş başvurularını hallettik. Fatih taraflarında. Girdiğimiz pasajda o kadar mimarlık ofisi vardı ki çoğaltıp onlara da verdik. Bir tanesi baya ilgilendi hatta. Baba kız çalışıyorlarmış. Kızı kapıda beni sorguya tuttu, babası içerde Aslan'ı. Sadece deneyimsiz olması biraz sıkıntı gibi geldi bana. Hayırlısı olsun tabi.
—Bunu gerçekten diyebiliyor musun Eylem? Sonuçta işlerden biri olursa buraya yerleşecek.
—O konuya hiç girmeyelim Cansu. Sadece Aslan nasıl mutlu olacaksa ben de öyle mutlu olacağım diyeyim sana. Neyse devam edeyim ben. Sonra hızlı bir şekilde tarihi yarımada dedikleri yeri gezdik. Topkapı, Ayasofya, Sultan Ahmet, Yere Batan Sarnıcı. Koşa koşa gezdik. O kadar kalabalıktı ki, kapılardan içeri girmek için ayrı sıra bekledik, içeriyi gezmek için ayrıca bekledik. Birbirimizi kaybedeceğiz diye korktum yemin ederim.
—Eee değdi mi bari?
—Bence değdi. Tabi Aslan'la bakış açılarımız çok farklı. Ben daha çok yüzyıllar öncesinde burada yaşamışlar ne kadar güzel bir saray, ne mükemmel bir manzara, off bahçeye bak keşke benim olsa çocuklarım buralarda oynasa falan gibi bakış açısıyla baktım. Aslan'da hımm burasını bilmem ne tekniği kullanarak yapmışlar, bak bu tekniği derste anlatmışlardı bize hatta buranın resmini koymuşlardı, vaayy o yıllarda bu varmıymış. Şurasını şöyle yapsalar daha gösterişli olurmuş, 'Eylem bak bunu elle yaptılar şimdi makinelerle yapılıyor ama böyle güzel ve sağlam olmuyor.' Gibi gibi..
—Oğlum resmen gezinize iş mi getirdin, bak sıkmışsın kızı.
Aslan bana döndü:
—Sıkıldın mı gerçekten?
—Hayırrr aksine çok hoşuma gitti, benimle aynı kafada gitseydi çok cıvık olurduk. Böylesi daha tamamlayıcı oldu.
—Aslancım bu kız sana aşık ondan hoşuma gitti diyor biliyorsun di mi? Yoksa mümkün değil.
—Yaman kıskançlık etme. Hoşuma gitti diyorsa gitmiştir. Ben daha ne teknikler anlatacağım ona.
—Evinizi yaparsınız o tekniklerle!
Yaman'ın sözüyle herkes bir anda sustu. Ama ben moral bozulsun istemedim. O yüzden aynı hevesli heyecanımla anlatmaya devam ettim.
—Yerabatan Sarnıcı mü-kem-mel bir yer. İnsanlar bunu nasıl düşünerek yapmışlar hayret verici. Çok acayip bir ambiyansı var oranın. Ve çok değişik inançları. Fırsatını bulursanız mutlaka gidin. Büyülendim ben orda. Orayı ilk keşfeden kişiyi çok kıskandım. Ne kadar heyecanlanmıştır düşünsenize.
Ben gördüğümde hissettiğim heyecanla anlatıyordum. Aslan gülümseyerek gözünü ayırmadan bana bakıyordu. Cansu daha fazla dayanamadı:
—Ne oldu Aslan, neden öyle bakıyorsun?
—Çok güzel değil mi?
—Eylem mi, evet güzel kız. Ama sanırım benimle de bakış açın aynı değil. O yüzden sana tavsiyem bahsettiğin güzelliği kaçırmamaya bak.
Yine aynı konuya geldik. Aslan'ın canı sıkılacak da 'yeter istemiyorum' şeklinde isyan çıkaracak diye ödüm kopuyor. O yüzden yine sazı elime aldım.
—Eee siz ne yaptınız?
—Canım biz sizin kadar heyecanlı yerler gezmedik. Büyük Çamlıca Tepesine gittik. Pierre Loti kadar güzeldi. Bana sorarsan daha bile güzeldi. Manzarası ve bahçeleriyle dinlendirici bir etkisi vardı. Sakin bir gün oldu bizim için.
Masanın üzerinde Aslan ile benim aramda duran telefonum çalmaya başladı. İkimizde aynı anda ekrana baktık. Barış arıyordu. Üç gündür fırsat bulduğum anlarda yanımda Aslan yokken onu arayıp önden kestiriyordum. Tabi Aslan biliyordu ama görmemişti. Görmek her zaman daha acı verici olur böyle durumlarda. İnsanı boğan ama hiçbir şey yapamadığın o his. Gaye olayında yaşadığım gibi. Telefondan başımızı aynı anda kaldırıp yüzyüze geldik. Sert bir ifadeye büründü yüzü, ama gözleri fazlasıyla hüzünlüydü.
—Git konuş nişanlınla!
          Sözünü bitirir bitirmez masadan kalktı. Tepkisine hemen gözlerim doldu. Ben de bir hışımla telefonu alıp yemek salonundan dışarıya çıktım.
—Ne var Barış?
—Yanlış zamanda mı aradım?
—Evet!
—Ne yapıyordun ki?
         Telefonu açtığım o sert tavrım yerini sakinliğe bıraktı. Çünkü kavga çıkarmanın kimseye bir hayrı olmayacaktı. Boş yere kendimi daha fazla gerecektim. Derin nefes aldım
—Ben, şey, yorulmuştum bugün uyuyordum. Sen de öyle arayınca...
          Kapattığım gözümden yaşlar sessizce süzülmeye başladı. Aklım Aslan'daydı. Eminim berbat bir haldeydi. Bu duruma arkadaşlarımızın yanında gelmek ekstra kötü oldu. Zaten devamlı iğneliyorlardı. 'İşte bak bunu demek istiyoruz' gibi oldu bu arama.
—Özür dilerim aşkım, uyuyacaksan ben kapatayım.
—Evet lütfen, ben sabah ararım seni.
—Tamam bir tanem. Seni seviyorum. iyi uykular.
—Sana da iyi akşamlar.
          Gözümdeki yaşları silerek içeriye girdim. Aslan masaya dönmemişti.
—Hiç gelmedi mi?
—Gelmedi canım. Yaman az evvel lavaboya bakındı ama yokmuş, sanırım odaya çıktı.
—Öyleyse ben de çıkayım. Kusura bakmayın sizin de akşamınızı berbat ettik.
—Yok önemli değil, inşallah hemen hallolur.
Bir kaç adım masadan uzaklaştıktan sonra geri döndüm.
—Beni yanlış anlamayın sizi çok seviyorum, niyetinizi de çok iyi anlıyorum. Ama ne olur bizim ilişkimiz için geleceğe dair Aslan'a bir şey söylemeyin. Beni anlayacağınızı umuyorum. Yarın kahvaltıda görüşürüz. İyi geceler
Hızlı adımlarla, endişeli hislerle odaya çıktım. Ne diyeceğimi düşündüm ama hiçbir şey bulamadım. Çaresizdim gerçekten. Akışına bırakmaya karar verdim. Dudaklarımı yiyerek kapıyı tıklattım ve içeriye girdim. Televizyonun sesi geliyordu. Tamamen odaya girdiğimde yatak başına sırtını dayamış öylece televizyona baktığını gördüm. Gözünü ayırmadan izliyordu. Bende sandaletlerimi çıkardım. Yatağa çıktım. Hiç bir şey söylemeden dizine yattım. Onunla beraber televizyona bakıyordum. Öylece sessizce geçiyordu zaman. Uykum iyice bastırdı. Beynim uyumasada gözüm kapanmıştı. Ellerini saçımda hissettim. Kedi yavrusu sever gibi okşuyordu. Beynim de yavaşça uykuya geçiyordu. Sonra sessizce "Seni Seviyorum" dedi. Rüya mı görüyordum, hayalini mi kuruyordum yoksa gerçekte yaşanıyor muydu bu iyice karışmıştım. Alnıma şıp diye düşen damlada 'yağmur' dedim. Sonra beynimde çınladı yağmur, yağmur, yağmur... Biranda yaşadığım aydınlanma ile gözlerimi açtım. Gerçekten ağlıyordu. Hemen doğruldum yüz yüze geldik. Onu bu halde gören üzgün ve soru dolu bakışlarımla tek diyebildiğim
—Aşkım?
—Eylem...
          Bir hıçkırık çıktı ağzından, kalbim resmen dağılmıştı, yapabileceğim tek şeyi yaptım ve sarıldım. Konuşmaya ne gerek vardı ki, anlatılacak ne vardı? Karma karışık, saçma sapan ama bir o kadar da tüm gerçekliğiyle aramızda duran bir sorun. Görmezden gelmeye zamana bırakmaya çalışıyorduk, sanki zaman onu tek başına yok edebilecek güçteymiş gibi. Öyle bir sorun ki asla gelecekten bahsedemiyorduk, en mutlu anlarımızda bir gölge gibi takip ediyordu bizi. Yıpranıyorduk, kaybediyorduk... İlişkimizin selameti Aslan'ın omuzlarına bırakılmıştı. Oysaki durumumuzda haklı olan oydu, beni bu duruma o sokmadıki o çıkarsın, üstelik yapması gereken en önemli şeyi yaptı, her şeyi rağmen beni sevmeye devam etti, şimdi benim çırpınmam gerekiyordu. Ama olmuyordu işte, olduramıyordum. Yine diyorum zaman, zaman eksiklerimizi kapatacak sonra yaptığımız çırpınışlar işe yarayacak. Buna inanıyorum, inanmak istiyorum, kendimi bu çözüme kaptırıyorum.
          Şimdi ben yatak başlığına yaslandım, Aslan yaramazlık yapmış oğlan çocuğu için göğsümde yatıyordu. Bir elim saçlarında, bir elim avuçlarında. Sessizlikle tükenen zamanı biraz da bu pozisyonda geçirdik. Uyuduğunu zannederek eğilip yüzüne baktım. Gözleri direk bana doğruldu.
—Rahatsız oldun değil mi? Kıpırdamadan duruyorsun öylece.
—Yok iyim ben, sadece uyuduysan rahat yatmanı sağlayacaktım.
—Buradan daha rahat yer yok yeryüzünde.
          İşte yine gülümsedim. Ve boğacak gibi sarıldım ona.
—Eyleeemm
—Efendim
—Kalk pijamalarını giy.
—Üzerimde böyle güzel bir örtü varken neden kalkayım?
—Söz yine saracağım seni.
          Kalkıp pijamalarımı giydim. Televizyonu ve ışığı kapattım. Yatağa süzüldüm. Aslan'ın sol göğsüne doğru yattım. Oda kollarıyla sarmaladı.
—Eylem?
—Hııı
—İyi ki varsın. Konuşmadan derdimi anlayıp çözebilen tek insansın.
—Çünkü derdin dermanında gizli. Keşke çözülmüş olsa gerçekten.
           Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Burun buruna geldik.
—Sen de iyi ki varsın.
          Masum bir öpücük ve sessizce uykuya geçtik.
           Akşam kapatmadığımız perde yüzünden yoğun güneş ışığı odaya dolmuştu. Yüzümü yastığa gömsemde gitmişti o uyku. Gözümü açıp Aslan'a baktım oda bana bakıyordu.
—Saat kaç?
—6.
—Çok erken değil mi?
—Ne için?
—Uyanmak için.
—Akşam kaybettiğimiz zamanı veriyordu bu sabah bize.
Kollarımı açıp gerneşmeye başladım.
—Vaaayyy güzel tesbit. Ne yapacağız peki?
—Ne istersen?
          Aslan'ın cevabında yatan tek bir istek vardı ama sabah sabah benim aklımda olan şey o değildi.
—Ne istersem yapacak mısın?
—Evet.
          Aynı şeyi isteyeceğimize dair fazla kendinden emin bir cevaptı bu.
—Öyleyse dans edelim.
—Ne?
          Aslan oldukça şaşırmıştı. Kalkıp yatakta doğruldum.
—Dans işte. Güne enerjik başlamak için.
—Enerjimizi yanlış yerde harcamış olmayalım.
—Ne oldu yan mı çiziyorsunuz Aslan Bey?
—Hayır sadece evet deyişimin pişmanlığını yaşıyorum.
—Ahahhaha...
          Telefonu elime aldım Pharrell Williams-Happy şarkısını açtım. *** Ve yatağın üzerinde ayağa kalktım. Müzikle beraber zıplayıp dans etmeye başladım. Aslan gülümseyerek biraz beni izledi. Sonra ona uzattığım eli tutarak oda yatağın üzerine çıktı. Ve yatağın tüm çarşafını hışır edene kadar dans ettik. Yaptığımız saçma sapan hareketlerle gülmekten kırılıyorduk. Dün geceden eser yoktu, daha doğrusu dün gece hiç yaşanmamıştı. Yine biz vardık ve mutluyduk. Şarkıda da söylediği gibi

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin