Hikaye bu ya;
Dal, yaprağına veda etmiş bir gün.
Yaprak da kendini bırakmış yapacak bir şey kalmayınca, düşmüş yere.
Öyle hemen düşmemiş, yavaş yavaş düşmüş, döne döne düşmüş.
Düşerken seyretmiş son kez ağacını, dalını, gülünü. Gözlerinin içini onunla doldurmuş.
Tek tesellisi varmış ama yaprağın, tek bir tesellisi; hani nereye düşebilirdi ki o gül ağacının altından başka?
En azından altında olurum, yanında olurum, kokusunu içime çeker, gülüşünü seyrederim diye düşünmüş. sonradan aklına gelmiş, her zaman olduğu gibi hep sonradan; ya rüzgar çıkarsa, savurursa onu gülünden diye?
Akla gelen başa mı gelir her zaman? Bu hikayede gelmiş. Çok geçmeden bir fırtına çıkmış ve savrulmuşlar.
Şimdi yaprak dalından uzaklarda bir yerde kurumakta. Dal, yeni yapraklara gebe. Artık bir daha ne o yaprak eski yapraktır, ne de dal, eskisi gibidir.
Fırtınaya tutulmak, ona izin vermek, ruhları da savurur der eski bir şair.
Kavuşmak mahşere mi kalır türküdeki gibi?
Kimbilir... (Anonim)
Barış'ı görmemle içimdeki korku büyüdü. Bir panik hali de yerleşti. Ne yapacağımı bilemedim. Hikayedeki gibi mi olacaktık, Aslan uzaklarda kuruyacak ben burada yeni dallara gebe? Hayır, hayır, hayır bu kez olmaz. Bu kez susamam, mutluluğa bu kadar yaklaşmışken bozamam. Elimdeki son fırsatı kaçıramam. Barış'a arkamı döndüm ve arabalara el atmaya devam ettim. Barış adım adım bana yaklaşmaya başlayınca ben de koşmaya başladım. Kabarık bir gelinlikle ve ayağımdaki topuklu ayakkabılarla koşmak, etraftaki herkesin sana bakması gerçekten zordu. Sol kolumdan tutulan el ile aniden durdum ve arkama döndürüldüm. Nefes nefese kalmıştım. İçimde yetişemeyeceğim korkusu, son fırsatımın da kaçıp gidiyor olmasının derin acısı vardı.
—Nereye Eylem?
—Üzgünün Barış, yapamam demiştim sana. Ben ona gidiyorum. Ben onu seviyorum. Kendime de sana da bu kötülüğü yapamam. İzin ver gideyim. İzin ver mutlu olayım. Lütfen...
Barış'ın yüzü bulutlandı. Bana değil de uzaklara bakıyor gibiydi. Aklından geçenleri bir türlü okuyamıyordum. Eli hala kolumu sıkıyordu.
—Bekle burada, seni ben götüreceğim.
Direk arkasını döndü ve koşar adım salona gitti. Barış'a inanmalı mıydım? Bu güne kadar hiçbir sözüme inanmayan adama, ayrılığı kabul etmeyen adama? Hayır hayır riske atamam. Ama araba yok. Kimse beni almıyor. Kahretsin. O sırada gelin arabamız yanımda durdu.
—Hadi Eylem atla.
Başka çarem yoktu. Ben o kuruyan dal olmayacaktım. İşi bu boyuta getirdim, daha da geri dönemezdim. Arabaya bindim.
—Nereye?
—Havaalanı.
Barış gaza yüklendi. Havaalanına doğru gidiyordu. Devamlı kornaya basarak yol açmaya çalışıyordu. İşte şimdi tam bir konvoy havasında olmuştu. Üstelik bu kez içimde bir neşe de vardı.
—Nasıl beni geride bırakıp gidersin? Onca insana laf anlatmak zorunda kalacaktım. İyi ki gördüm seni.
—Neden Barış, bu zamana kadar kaç kez sana ayrılmak istediğimi söyledim neden izin vermedin?
—Zamanla seversin sandım.
—Belki zamanla unutur, belki zamanla alışır, belki de zamanla görmezden gelinir. Ama asla zamanla sevmez insan...
—Ben seninle açtım gözümü, başkası nasıl sevilir bilmiyorum. O yüzden kaybetmek istemedim. Senin de başkasını sevebileceğine inanmak istemedim. Görüyorum ki böyle bir anda gidebilecek kadar çok sevebiliyormuşsun.
—Hem de çoookk.
—Tamam işte bende seni kavuşturacağım. Bunca zaman benim yüzümden çektiklerinin bir özrü olarak düşün.
—Bir şey daha isteyebilir miyim senden?
—Tabi?
Barış hiç gözünü yoldan ayırmadan hızlı bir şekilde alana sürüyordu.
—Boşa beni!
—Ne?
—Dinen de olsa evliyiz. Boşa beni.
Barış'ın yüzünde garip bir gülümseme oluştu. O an acaba yanlış mı yaptım diye bir düşünce içime çöreklendi. Beklediğim cevap Barış'dan gelmedi. Sessizce yolda ilerledik. Arada saate bakıyor. Sabırsızca yolun biran önce bitmesi için dualar ediyordum. İlk İstanbul'a gidişimde de böyle panik halim vardı, ikincisinde Aslan'a ulaşamamıştım korkuyordum, şimdi iki duygu da benimleydi. Bu yolu hep bu hislerle hatırlayacaktım. Telefonuma ulaşmak için çantama elimi attım ve ilk şişeyle karşılaştım. Çantadan çıkarıp arabaya bıraktım. Bana değil ama Barış'a lazım olabilir. Sonra telefonu elime aldım ve mesajlar yerini açtım. Yaptığım bu şey yüzünden özür dilemem gereken tek bir kişi vardı. Bu kez geç kalmadan bunu yapmalıydım. Ben de ona yazmaya başladım
"Babam, affet beni. Seni yine gururlandırmak isterdim, boynunu böyle bükük bırakmak istemezdim. Keşke yetiştirirken çocuklar karışmaz, size söz hakkı düşmez, büyüklerin yanında konuşamazsın diyerek değil de, benim de bir birey olduğumu bilerek büyütseydiniz. O zaman belki odama geldiğinde ben evlenmek istemiyorum diyebilirdim. Şuan yaptığıma çok şaşıracağını, çok kızacağını, çok utanacağını biliyorum. Her şeyin bir açıklaması var. Ne zaman hazır olursan o zaman seve seve anlatırım. Sadece şunu bil, söylediğin gibi çok mutlu olacağım. Bana hakkını helal et olur mu? Seni çok seviyorum."
Araba durmuş, Barış bana bakıyordu.
—E hadi gitmiyor musun?
Etrafıma bakındım alana gelmiştik. Gülümsemem yüzüme yayıldı. Hemen arabadan indim.
—Çok çok teşekkür ederim Barış. Dilerim seni gerçekten seven birisini bulursun.
—Gel buraya.
Barış sıkıca sarıldı bana. Sanırım böyle bir manzara hiçbir kitapta ve filmde yoktur. Gelin ve damat vedalaşıyor. Ben de uzun zaman üstüne ilk kez içten bir şekilde sarıldım ona. Barış dudaklarını kulağıma doğru getirip benden boşanmak için söylemesi gereken o cümleleri fısıldadı. Duyduğum sözcüklerle mutluluktan gözümden bir damla yaş süzüldü. Garip bir minnet duygusuyla doldum. Geri çeklip Barış'a baktım.
—Sen iyi bir adamsın.
—Git hadi.
Derin nefes aldım eteğimi kaldırdım ve koşmaya başladım. İçeriye girdiğimde ismim anons ediliyordu. Delirmiş gibi "benim o, benim!" diyerek görevlilerin yardımıyla tüm kapılardan sorunsuz geçtim. Herkes bana bakıyordu. Benimse yüreğim ağzımda atıyordu. Bu yaptığıma hala inanamıyordum. Belki de şuan Barış ile ölüm fermanımı imzalıyor olacaktım. Sonra saçma sapan dans gösterileri. Herkesin mutlu olduğu, bir tek gerçekten mutlu olması gereken kişinin üzgün olduğu bir düğün! Gerçekten korkunç bir his... Ama şimdi bunu düşünme zamanı değildi. Biletimdeki numaraya baktım. Uçağa çıkan merdivenlerden tırmandım. En son geriye doğru şehre şöyle bir baktım. Başımdaki duvak uçuşuyordu. Ben kazanmıştım. Hayatımdaki ipoteği kaldırdım ve sonunda ipleri elime aldım. Ağız dolusu bir gülümseme ile içeriye girdim. Hoş geldiniz diyen hostes kızın garip bakışları arasında koltuk numarama doğru ilerledim. Daracık alanda kabarık bir etekle ilerliyordum herkes bana dikkat kesilmiş, çocuklar aaaa diyerek sesleniyordu. Aslan ise başı önde oturmuş en üzgün haliyle kendini yalnız geçecek hayatına hazırlıyordu. Başında durdum bekledim, bir ömür gibi geçen sürede başını kaldırıp bana baktı. Gözgöze geldiğimizde aramızdaki o yoğun aşk havai fişekler patlatıyordu. Birbirimizi görmeyeli yıllar olmuş gibi bakıştık bir süre. Ben, içimden bakışmak dokunmaya ne kadar yakın böyle diye geçiriyordum.
—Eylem?
Gülümsedim, o kadar heyecanlıydım ki dizlerim tutmuyordu, düşmemek için koltuğa tutundum.
—Aslan, bir evimiz olsun, kimsenin bilmediği, sadece ikimizin arasında sır olan bir ev. Odalardan birinde sadece film izleyelim, sevdiğimiz bütün filmler olsun. Sonra evin tavanı cam olsun, gece yatarken gökyüzünü izleyelim. Sanki sarılmasak üşüyecekmişiz gibi hissedelim hep. Sabahları beraber koşalım kimsenin olmadığı bir parkın içinde. Sadece birbirimize gülelim ve içimizden kaybetme korkusunu atalım. Ben bileyim ki hep benim kalacaksın, sen bilesin ki ben senden başkasına fazlayım. Birbirimizin olalım düşlerde ve gerçekte...
Aslan ışıldayan gözlerle bana bakmaya devam ediyordu. Ayağa kalktı koltuğa tutunan elimi avuçları arasına aldı.
—O evde beraber kek yapalım, ben anlamam ama sana yardım ederim. Eğer sen de yapamazsan sorun etmem, yapabildiğimiz kadarını yeriz, varsın adı kek olmasın. Sonra hiç bitmeyecek bir şarkı başlasın ve şarkı bitene kadar seveyim seni. Nasıl olsa bitmeyecek. İşte biz o şarkıya benzeyelim, lütfen bitmeyelim.
—Ah benim Aslan'ım, benimle evlenir misin?
Aslan benden beklemediği bu teklif ile kahkaha attı.
—Sen deli misin? Seninle doğarım, seninle yaşarım, seninle ölürüm. Bana her gülümsemende bu döngüyü baştan yaşarım. Evet birtanem. Eveettt
Mutlulukla sarılırken bizi izleyen bir uçak dolusu insan alkış tutuyordu. Biraz sonra hostes gelerek uçağın kalkmak üzere olduğunu hatırlattı. Zorla yerleştiğim koltuğumda ellerim Aslan'ın avuçlarında sessizce bakışıyorduk. Konuşmadan, ayrıyken geçen süredeki ızdırabımızı bakışlarla ifade ediyorduk. Hala inanamadığım için arada vay canına diyerek nefesimi kuvvetlice dışarıya veriyordum.
—Çok güzel göründüğünü söylemiş miydim?
—Evet, bana öyle bakıyorsun ki ayaklarım yerden kesiliyor. O bakışlar her şeyi anlatıyor.
—Seni ne çok sevdiğimi de anlatıyor mu?
—Hah bak işte onu devamlı söylemen gerekiyor.
—Seni çok seviyorum.
—Seni çok seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İPOTEKLİ HAYAT
RomanceGERÇEK BİR YAŞAM ÖYKÜSÜNDEN ESİNLENİLMİŞTİR... Bu kalabalık cadde içinde şıp diye tanıdım seni, belli ki sen de unutmamışsın beni Sahi ne kadar zaman geçti birbirimizi görmeyeli Aylaaar yıllar geçti duymayalı sesini Oysa ne güzeldi eski lise günleri...