"Nasıl yani?"
"Kızım, ne demek nasıl yani? Sen zeki bir hatunsun. Anla işte, ben sana 'hatunsun' demek istemiyorum. 'Hatunumsum' demek istiyorum. Daha nasıl anlatayım?"
"Nasıl ya? Nereden çıktı bu? Sen benden hoşlanmazsın ki,"
"Ne demek hoşlanmam? Nereden çıkardın ki bunu?"
"Benim yanımda kızlara bakıyorsun, kızları sulanıyorsun... Bana resmen hakaret ediyorsun. Lakap takıyorsun... Başta resmen birader muamelesi yapmıştın. Şimdi benden hoşlanıyorsun... Kusura bakma ama şimdi herkes benden hoşlanır. Şu etek, topuklu ayakkabı, yapılı tırnaklar, saçlar, kalıcı makyajlar... İyi bir fizik. Kim sevmesin beni?"
"Asuman... Tamam dış görünüşte benim için çok önemli. Ama ben senin iç görünüşü de gördüm. Dobralığın, dürüstlüğün, sempatikliğin..."
"Harun lütfen ya. Başından beri aynıydım ben. Dış görünüşüm değiştiği için tanımak istedin sadece. Sen bir insanı olduğu - doğduğu gibi değil de, dolduğu - doyduğu gibi istiyorsun."
"Asuman... Ben bir insanım, her şeyden önce erkeğim. Böyle şeylere dikkat etmek, güzel olan şeylerden etkilenmek ve cazibeli şeylere kafa yormak ruhumda, hormonlarım da var."
"Güzel olanı herkes sever, mesele güzel bakabilmek."
"E ben güzel bakıyorum zaten. Güzel bakmasam senin içindeki cevheri nasıl farkedecektim ki?"
"Harun yapma lütfen. Ben senin için bir daldım o an için. Tutunmak zorundaydın. Başka şansın yoktu. Çamura batmıştın o an. Beni de kuaföre götürüp güzelleştirdin sadece."
"Asuman, sen eski halinde zaten böyle bakımlı bir kadın değil miydin?"
"Değildim Harun, değildim. Mini etek, mini elbise hiç giymedim. Saçlarım hiçbir zaman bu denli bakımlı olmadı. Tırnaklarım oje görmedi. Hele kalıcı makyaj mı? Dövmem bile yok benim be! Beni olduğum gibi seven birisi vardı, yani öyle zannetmiştim. Ama öyle değilmiş zaten oda gitti - bitti işte."
"Nasıl yani? O kadar yüksek statü de birsinin..."
Sözümü kesti:
"Ben kendimi bildim bileli okuyor ve çalışıyorum. Kendime ve aynaya bakmaya fırsatım hiç olmadı. İşimden ihraç edildim, bu yüzden yani... Bir işe girebilmem için kendime bakmam gerekiyordu. Bu kıyafetler, bu hayat... Hiç benlik değil. Sen benlik olmayan bir hayattan hoşlanıyorsun. Ben hariç her şey var bu hayatta. Üzgünüm Harun. Biz, 'biz' olamayız. Sen beni değil de, görmek istediğinden hoşlanıyorsun. Lütfen bundan sonra birbirimize karşı mesafeli olalım. Ofis arkadaşım olarak kalacaksın benim için. Dahası yok. Üzme kendini... Küçük onlar daha ve biraz şımarık. İmkanlar bazen kişiliği imkansızlaştırabiliyor. Toplayacaklarından eminim. Sevgiyle büyüyen çocuklara bir şey olmaz. Görüşürüz."
Gitti.
Asuman gitti.
Yalnız o an sadece Asuman gitmedi, mutluluğum, gücüm, mizah anlayışım, dostum, tatlı ortağım gitti. O an, on kişiyle birlikte gitti. Biri gitse biri kalırdı, hani? Hepsi gitti. Kala kala bir boşluk kaldı. Klavye olsam "SPACE" tuşuna "Harun" adını koymalarını isterim. Uzay boşluğuna gitsem, "benim içimdeki boşluk daha fazla" der, orayı terk ederim. Bende arkasından bakakaldım.
Nasıl ya? Bir insan yaşamın her anında nasıl öyle salaş ve paspal olabilir ki? İnanmam mümkün değil buna. Bir kere toplumda sayılabilmek için kendine bakman gerekiyor. CEO olabilirim ama eşofmanla gitsem toplantıya kim beni kâle alır ki? Kimse almaz. Alamaz yani. Tamam, Asuman yalancı değil; hiç olmadı. Ama ben hâlâ inanamıyorum. Nasıl böyle bir şey mümkün olabilir yahu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şerefsizsin çünkü, yaparsın!
Humor"Valla, sende bizim öküzlüğümüzü sollayacak bir yapı görüyorum. En son sendeki pala bıyıkları rahmetli dedemde görmüştüm," "Aa! Ne güzel işte, arada dedeni anmaya fırsat veriyorum. Otur da bir dua et," "Subanallah, neler var, bize neler düşüyor...