"Abla, nasıl olmuşuuum?" Geçen gün, Nazlı'nın sınırsız ısrarını da alıp hep birlikte alışveriş yapmaya çıktık. Hayır, beraber çıkıyoruz fakat ben hep mağazanın dışında bekliyorum. Yalnızca kredi kartım ve Nazlı beraber takılıyorlar.
Neyse. Simge de arkadaşlarıyla dışarı da olduğu için rahatsız etmeyelim dedik. Daha doğrusu Nazlı şöyle söyledi: "Zaten kırk yılda bir dışarı çıkıyor, şimdi çağırırsak laf eder. Ben ona da bir şeyler alırım," dedi. Bende inandım, kandım. Nereden bileyim Nazlı'nın beni bu denli sırtımdan vuracağını? Kardeş dedik az daha kalleş çıkacaktı. Eve geldiğimiz de Simge karşımız da duruyordu. "Hoş geldin ağabeyim, nasıl geçti arkadaşlarınla?" diye sordum, aman Allah'ım neden sordum? Kim sordurdu? Böyle bir güncelleme vücuduma nasıl indi? Ne ettim? Neden ettim? "Ne arkadaşı be, Selma Teyzeyle markete gittik. Ne arkadaşııııı? Bensiz alışverişe çıkmışsınız. Gerçekten bravo ya. Zaten kırk yılın başında çıkıyorum, insan bir söyler. Ne bu ya? Neyim ben sevilmeyen üvey kardeş falan mı?" Ben şoklardan şok geçirdiğim için cevap Nazlı'ya düştü tabii. "Ağlama lan. Sana da bir şeyler aldık," Seksen beş tane poşetin içinden sadece bir tanesini, en ufacığını, mikropskop eşliğinde Simge'nin önüne koydu. Hatta suratına fırlattı. Simge gözlerini öyle bir devirdi ki, bir an öylece kalacak sandım. İçimden, "Efekan gözlerin öyle kalacak, çocuğum!" dedim ama içimden. Simge'nin şerriyle uğraşamam gerçekten. Sanırım Simge, buna da şükür diyerek poşeti aldı. Bakındı, bakındı, bakındı. "Bu ne? Turuncu ve sarı rengi hayatımda giymedim, giymem! Dalga mı geçiyorsunuz siz benimle?!"
"Aa, ne yazık! Ver o zaman," deyip Simge'nin elindeki poşeti kapıp, yavaş yavaş yukarıya doğru çıkmaya başladı. Bu ne? Az önce ben ne izledim? Bu nasıl sömürgecilik? Bu nasıl insafsızlık? Tabii, Simge Hanım durur mu? Hemen yapıştırdı elini ve lafını. "Gel kız buraya!" Ondan sonrası zaten heeep aynı terane. Topak gibi olup, merdivenlerden aşağı yuvarlandılar. Sen bana, ben sana, ben sana, sen bana deyip birbirlerine vuruyorlardı. O kadar alışık olduğum bir sahne ki... Nazlı'nın belinden tutup çekmeye çalıştım, ııh. İmkansız! Birbirleriyle öyle bir bağ kurmuşlar ki, kardeş bağı bile bu bağdan daha güçsüz. Tek beden olmuşlar. Ahtapot gibi sadece kollar savruluyor. Allah'tan annem bu konulara benden daha çok hakim de, "Kıııız, bu ne hal?! Ayrılın! Cavurun çocukları! Allah belanızını verecek, kaç yaşına geldiniz!" deyip saldırmaya yöneldi. Kendilerinden daha büyük bir avcıyla karşılaşan avlar, hemen kendiliğinden ayrılıp, kendi köşelerinde çekildiler ve birbirlerine tıslamaya devam ettiler.İşte. Geçen günlerde böyle bir anı geçtiği için Simge tüm resmiyetiyle: "Bok gibi olmuşsun," dedi.
"Şimdi böyle mi oldum?"
"Yoo, doğduğundan beri aynısın." Aslında bu teorik olarak yanlış. Çünkü Simge küçüklüğünden beri Nazlı'ya, "Senden en fazla sifon olur. Bok getirip, götürmeye yararsın," diyordu. Sen daha beş yaşında bu cümleyi nasıl kurdun? Nasıl düşündün? Nasıl bir laf sokma taktiği bu? Helal olsun gerçekten. Bayılıyorum bazen kızlara. Beyinleri olduğunu düşündüğüm davranışlar yapıyorlar bazen. Simge genelde 'beyi' olan davranışlar yapıyordu ama neyse. Şimdi ayrıldılar çok şükür."Annem önce seni, sonra kıskançlığını doğurmuş Simge. O kadar büyük olmasına rağmen en son o doğmuş. Çünkü onun ilk doğmasını bile kıs-kan-mış-sın!"
"Seni fena yolarım, gel buraya!" Nazlı'nın üçüncü adı bence kesinlikle 'fitil' olmalı. Her şeyi fitilliyor. İnanamıyorum bazen ama iyiliği bile fitilliyor. Çok nadir yapıyor ama yapınca da çok fazla yapıyor. Özellikle iyilik harcamaları benim kredi kartımdan yapılıyorsa o gün cömertliği 3-0 önde götürür maçı. Telefonuma hafifçe uzandım, bu sefer o cadalozların videosunu çekeceğim sonra da göstereceğim en sonunda da sosyal medyaya yaymak için tehdit edeceğim. Yanlıııız! Tam o sıra da takvim gözüme takıldı. Bunlar üç aşağı, beş yukarı bir kaç gün içerisinde regli olacaklar. Maalesef ikisinin de aynı gün. O güne özellikle toplantı koydurup, saha etkinliklerini yaygınlaştırıyorum ki onların yüzünü çok az göreyim. Gönül isterdi hiç görememek ama kan bağım buna izin vermiyor. Ortalığı sakinleştirmek için şöyle bir söylem de bulundum: "Waffle ve mantı yemek isteyen?" Ortalık bir an da duruldu. Herkes olduğu yer de kaldı. Sanki Dudu Peri gelmişte, "Her şey donsun!" demişti. Ruhları yumuşadım. Ardından bana baktılar ve "Eveeet!" diye çığlık attılar. Bu anı bekliyorlarmış gibi...Yemeksepetin'den sipariş verdik. Mutluyduk. Gerginlik azalmıştı. Kalan gerginlikte bekleme süresiydi... Her dakika gerginlik bir tık daha artıyordu. Kızlar çıldırmak üzereydi. "Çok yoğun çalışıyor ağabeyim orası," dedim. Dilim kopsaydı da demeseydim... "Sipariş bekletiyorlar Allah'ın cimrileri. Zaten yüz lira tuttu. Neyi bekletiyorlar? Gelsin ben biliyorum yapacağımı!" diye tısladı Nazlı.
Simge de tam zıttı yorum yapmaya hazırlanıyordu ki zil çaldı. Yaşasın!"Ben baktııııım!" Nazlı'nın önünü kestim ve kulağına usulca fısıldadım, "Kapıya bakan öder," olduğu yerde kazık gibi dikildi tabii cimri kardeşim. Gerginlik üstüne gerginlik gerçekten yaşamak istemediğim durumlar için böyle bir taktik geliştirdim. İyi gidiyor da şimdilik.
Kapıyı açtığımda bütün organlarım titredi. Burnum yerinden usulca eriyip, düştü. Gözlerim karardı. Başım döndü. Ne yapacağımı bilemedim.
"Ağabey kusura bakma valla," diyen bir ses işittim. "Ağabeyim şehri vampirler mi basmış? Biografimiz de adımız vampirist mi? Bu ne sarımsak kokusu?"
"Ağabey sorma valla... Gidip değiştireyim mi? İster misiniz?"
"Yok zaten bol sarımsaklı severim. Kızlarınkini de ben yerim daha iyi olur."
"Anlamadım ağabey?"
"Ne kadar ağabeyim?"
"103₺ 50 krş ağabey." Parayı verdikten sonra kimyasallaşmış torbayı götürüp salona bıraktım. Kızlar da yanına bırakacaklar diye korktum ama kimse de gık yok. O kadar yoğun sarımsak koymuşlar ki getiren kurye bayılıp hastaneye gidip, tekrar geri getirdiği için bu kadar gecikti galiba. Başka hiçbir açıklama yok.Mutfaktan çatalı da ben getireyim, oh valla. Hani ağabeylik kavramı? Nerede? Entel, dantel ultra modern bir ağabey oldum ben yanlışlıkla. Çatalı ve mandalı getirdim. Güzelce yedik. Hala anlam veremiyorum ben bu kokuyu tek başıma mı duyuyorum? Neden kızlar tek kelime etmiyor? Kardeşlerim koku körü mü yoksa?! Gerçi o kadar pahalı parfümü alan bir insanın böyle bir körlüğü olması oldukça zor.
Kapı açıldı. Annem, Seçil Teyzelerden geldi. Kadının gözleri yaşardı. "Ay bu ne?" İlk birkaç saniye kendine gelemedi. Canım anam hemen sezdi kokuyu. Eski toprak tabii.
"Ne oldu be?" Simge anneme böyle anlamsız bir soru yöneltti.
"Ay bu sarımsak kokusu ne çocuğum? Delirdiniz mi siz? Sarımsak mı öğüttünüz, Kafka'nın aksine, böcek yerine sarımsağa mı dönüştünüz bu ne be?" Annem oldukça kültürlü bir espiri yapmıştı. Şaşırmıştım. Canım anam.
"Ne sarımsağı be?" Nazlı'da Simgeyi destekledi.
"Ayyy, biz grip olduk ya! Burnumuz koku almıyor ki! Çok mu sarımsak kokuyorlar?" dedi Nazlı. Gripte oldunuz demek sıpalar. Çok kötü çok...
"Kızım, iki saattir mandalla geziyorum. Anlamını anlamadınız mı? Ne diye takmış olabilirim ki ben bunu?"
"Ağabey kusura bakma ama sen dengesizsin yani. Sevdiğin kıza sevgi gösterisi olarak uçan tekme atmış adamsın sen. Biz o günden sonra senin davranışlarını sorgulamayı bıraktık." dedi Nazoş. Aaa, şunlara bak! Ne var canım? Reymisteryoculuk oynamak istedim belki? Ama o sahne neydi ya? Kız kapıya yapıştı. Kapı da izi çıktı hatta. Kurabiye kalıpları gibi oldu. Koy fırına ısıt. Yanlız neden öyle yaptım ki ben gerçekten? Hala sorguluyorum. Erkekliğin getirdiği bir takım salaklıklardan bir tanesi galiba.
"Ay, açın pencereleri. Doğru duşa, ağzınızı bile sabunlayın. İğrenç, çok kötü! Kızım getir oda parfümlerini! Allah'ım, öleceğiiim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şerefsizsin çünkü, yaparsın!
Humor"Valla, sende bizim öküzlüğümüzü sollayacak bir yapı görüyorum. En son sendeki pala bıyıkları rahmetli dedemde görmüştüm," "Aa! Ne güzel işte, arada dedeni anmaya fırsat veriyorum. Otur da bir dua et," "Subanallah, neler var, bize neler düşüyor...