ALEXANDRA

1.5K 101 35
                                    

Klübeme girdiğimde Stoller hemen yanıma geldi. Gülüyorlardı.

"Nico ile eğlendin mi bari? Öpücük nasıldı?" Dudaklarıyla abartılı bir öpücük sesi yaptılar. Elimle kafalarını ittim. " Öyle bir şey yok, sadece yanağından dostça öptüm." Dedim ve kendimi yatağıma attım.

Çok tuhaftı. Hiç kâbus görmemiştim. Sadece aynı sesi duymuştum:

Bir fırtına sesi.

Üzerime turuncu kamp tişörtümü geçirdim ve kahvaltıya çıktım. Masada türlü türlü yemek vardı. Yemeğimin bir kısmını yaktıktan sonra biraz jambon ve Nutella'lı Alman Ekmeği yedim.

Kahvaltıdan sonra okçuluk dersi vardı. Kızıl-kahve saçlarımı ensemin üzerinden atkuyruğu yaptım. Aklıma dün Nico'nun pantolonunun düşmesi ve pembeye bulanması gelince istemsiz bir hareket olarak kahkaha attım.

Birkaç kişi bana bakınca sustum. Hala gülümsüyordum.

Elime bir ok ve yay aldım, yayı gerdim ve oku attım. Tam isabet! İlk denememde başarmıştım.

Kheiron yanıma geldi ve beni tebrik etti. O sırada gözüm Percy Jackson'a kaydı. Ok hedeften tamamen şaşmıştı. Hedefin önünde duran zavallı Nico, neredeyse ok tarafından deşilecekti. Son anda durdu ve oku havada yakaladı. Percy özür diledi ve okunu geri aldı.

***

BİR HAFTA SONRA

Yine bayrak yakalamaca vardı. Bu sefer biz kazanacaktık. Nico'nun poposunu da tekmeleyecektim. Tabii eğer karşı takımda olacaksa.

Ne yazık ki, aynı takımdaydık. Mavi.

Bizim takımda Hades, Hermes, Poseidon ve Hekate vardı. Kesin ezecektik!

***

Daha ilk dakikalarda, Nico'yu karşı takımın bayrağını kaparken görmüştüm. Peşinden de Ares çocukları koşuyordu. Güldüm. Arkamı döndüm.

Arkamı dönemle beraber burnumda bir kılıç ile karşılaştım. Gözlerim şaşılaşmıştı. Bu kılıcın sahibi ise Ares kızı Clarisse La Rue idi.

"Bayrak bizim!" Dedi bana tükürük saçarak. Kollarımı iki yana açtım. " Bayrak bende değil. Sırf bana fiziksel şiddet uygulamak istiyorsun diye bayrağı bahane etme."

Clarisse gırtlağımı sıkmaya çalıştı. Ona tekmeler savursam da iki kardeşi beni tutuyordu. Clarisse'in yüzüne tükürdüm. En azından ondan kurtulmaya yetmişti, ama...

Clarisse beni yere attı. Ne yazık ki o kadar da şanslı değildim. Oyunun sınırındaki nehrin dibindeydik ve yerlerde kayalar ve taşlardan  başka birşey yoktu. Evet, kafamı bir kayaya çarptım.

Kafam yarılmıştı. Oyunun bittiğini işaret eden boru çalmıştı ancak bu Clarisse'in umrunda gibi gözükmüyordu.

Kafam kanlar içindeydi. Kendimi zorla suya sürükledim. Su, yaraları kapatırdı. Beni de iyi hissettirirdi. (E anladınız herhalde babasını )

Kafamı zorla suya daldırdım ve yaram anında kapandı. Kahverengi saçlarım tertemiz suda dalgalanıyor, berrak su artık kirli kanımla beraber kırmızı bir renge bürünüyor ve bulanıklaşıyordu.

Derin bir nefes aldım. Clarisse hala bana bakıyordu.

Artık su ile kendime gelmiştim. Ayağa kalktım, derin bir savaş narası Attın ve elimdeki kılıç ile ani bir hamle yapıp Clarisse'in elindeki kılıcı yere düşürdüm.

Clarisse bana tam yumruk atacakken yumruğunu havada tuttum ve kolunu ters çevirip karnına bir yumruk geçirdim. Clarisse yere yığıldı.

Arkamdan diğer kampçılar gelmeye başladı. Herkes önümde diz çöküyordu. Kafamda sıcak bir şey hissettim. Kafamı kaldırdığımda üç dişli bir yaba gördüm. Ellerimle görüntüyü yok etmeye çalıştım ancak işe yaramıyordu.

Kheiron da yere çöktü:" Selam olsun sana, fırtına getiren, yeri sarsan, atların babası, denizlerin tanrısı Poseidon'un kızı, Alexandra  Svetlana  Petrov."

NICO DI ANGELO FANFICTIONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin