GİRİŞ - "GEÇMİŞ"

3.7K 117 27
                                    

29.12.20 - Başlangıç

Kasım 2007 - Adıyaman

Bulutlar kurşuni birer lav kütlesi misali göğü işgal etmiş, yeryüzüne gölge düşürmüşlerdi. Sert esen bir rüzgar, yerdeki tükenmiş ve kuru birer iskelete benzeyen tüm yaprakları süpürerek uzaklara itiyordu. O sırada gök huysuz bir aslan gibi kükredi, bir süre sonra kurşuni bulutlar işgalden aldıkları yaralar yüzünden yeryüzünü de işgal edeceklerdi fakat bu defa kendi kanlarıyla, yağmurla.

O anda küçük, kırmızı elbiseli bir kız çocuğu, içine girdiği kurak bostanda ki kümesin önünde, tombul parmaklarıyla paslı teli kavramış; tavukların yavrularını, sarı civcivleri izliyordu pür dikkat. Şapkalı bir çocuk tanımıştı, bildiği üç insandan biriydi, ona 'civciv' demişti. O çocuğu özledi o an, 'Keşke o da burada olsaydı,' Diye düşündü, henüz kimsesizliğin ne olduğunu kavrayamayan aklıyla.

Civcivler anneleri her adım attığında onun peşinden tıpış tıpış gidiyorlardı, anneleri her durduğunda onlarda duruyordu.

Civcivler sarıydı.
Civcivler küçücüktü.
Civcivler annelerini seviyordu.

Kızın birkaç metre uzağında iki adam konuşuyordu, biri yaşlı ve sakallıydı, gözleri ise kirli birer kehribarı andırıyordu; diğeri ise daha gençti, simsiyah saçları vardı, gözlerine kemik gözlük takmıştı. Birde yanlarında hiç konuşmayan bir kadın vardı; tombuldu, başında beyaz bir yazma, soluk mavi gözleri yaşlı adama nazaran daha parlaktı. Kadın kaşlarını kederle büzmüş, bir küçük kızın yüzüne bir de gözlüklü adamın yüzüne bakıyordu.

Adamlardan biri oldukça asabi ve sert mizaçlıydı, yüzünde memnuniyetsiz bir ifade işlenmişti. "Niye geldin? Bu çocuğu niye getirdin?" Yaşlı adam kendisinden ödün vermiyordu.

"Kazayı duyduğunuzu biliyorum, onun öldüğünü de..." genç adam kadının adını kullanırsa karşısındaki yaşlı adamın iyice deldireceğimi biliyordu, sakince anlatmaya devam etti, "Çocuk sağ kaldı, ben yanıma aldım bir süre ama o adam hala peşinde çocuğun. Çocuğu güvenerek verebilecek başka kimseyi tanımıyorum."
Yaşlı adam, Aziz, taş kalbiyle anılıyordu bu köyde. Karşısındaki adama atabildiği en sert bakışları atarak konuştu, "Ben istemem ne idüğü bu belirsiz çocuğu! Git yetimhaneye ver!"

"Bakın, Aziz Bey başka yardım edecek kimse yok. Olsaydı inanın ben gelmezdim buraya. Adam çocuğun peşinde, sizden haberi yok, kız burada güvende olur." gözlüklü adam gergindi, sesi yakınıyor, sözcükleri yalvarıyordu.

"Sizden başka kimsesi yok ama ne de olsa annesi sizin kızınız sa-" gözlüklü adamın sözünü nefretle kesti bu defa Aziz Dede, "O benim kızım falan değil! Hiçbir haltım değil!"

Gözlüklü adam bir şey diyecek gibi oldu ama bu sefer yaşlı kadın yumuşak, acı dolu sesiyle sordu, "Kaza nasıl olmuş?"

Adam derin bir nefes aldı, gözleri kısa bir süre kıza değdi, "Bilmiyoruz, boş yolda olmuş kaza şahit falan da yok."

"Nasıl kurtulmuş yavrucak?" Bu defa mavi gözleri buğulanmıştı, kocasının tepkisinden korkmasa kendini yere atar dizlerini döve döve ağlardı, "Arabanın camından çıkmış, ama o..." adamın sesi titredi, "O, arabanın içinde kalmış, sonra alevler..." adam dayanıyormuş gibi kravatını gevşetti.

"Kız zaten hafızasını kaybetmiş, hiçbir şey hatırlamıyor. Ne kazayı ne de annesini." Boğazına çöken vicdan azabıyla sustu. Üçü de gözlerini küçük kıza sabitledi, bakarken hepsi çok başka şeyler düşünüyordu.

Yaşlı kadın kahrolmak üzereydi, minicik çocuğun çektiklerine karşı kendisi bile dayanacak gücü bulamıyordu. Ne bahtsız kaderi varmış? Kadının dili zorlukla kurdu herkesi ürperten gerçeği, "Aynı ona benziyor." O an hepsi bambaşka bakmaya başladı, ortak tek duyguları; özlemdi.

Küçük kız ise düşüncelerden habersiz sargılı sol koluyla kırmızı elbisenin eteğini kavramış, bedenine arada uğrayan serin rüzgarla irkiliyordu fakat civcivleri izlemekten alıkoyamıyordu bu üşüyen bedeni. Sarıya çalan saçlarındaki örgü bozulmuş, yer yer yüzüne fırlamıştı tutamlar, kulaklarında kızıl küçük taşlara sahip küpeleri vardı, kırmızı elbisesinin üzerine gri bir gölge sinmişti; adı, eskimekti.

Civcivlerin hareketlerini izleyen koyu kahverengi gözleri öyle boş, öyle cansız bakıyordu ki onu gören herkes tüm anılarını yitirmiş bir ruh olduğunu görebilirlerdi.
Tüm anıları, insanları, hafızasında üzerine atılan topraklarla en derinlere gömülmüştü. Yine de en derinlerde bir yerde bir toprak parçası kıpırdıyordu; bir anı gömüldüğü yerden çıkmak için çetin bir savaş veriyordu ve başardı.

"Benim minik civcivim..." Narin, şefkat dolu bir kadın böyle söylüyordu, bu ses zihninde yankılandı, bu yüzden küçük kız civcivleri gözünden ayırmıyordu, 'Civcivler küçükmüş hem de iki ayakları da varmış, öyleyse ben gerçekten bir civcivim,' diye düşündü kendi kendine, sessizce. Kızın kelimeleri yaralar almıştı, dilinde işlenemiyor işlense de dudaklarından özgürce çıkamıyordu.

O sırada diğer üç insan bir karara varmak üzereydi, kızın kaderini belirleyecek bir karar.
"Bir süre kalsın, güvenli olduğunu düşündüğümde gelip alacağım. Kimlik bilgilerini değiştirdim, istese de ulaşamaz kıza yine de bir süre gözüm üzerinizde olacak."

Genç olan adam, verdiği karardan emindi. Çocuk için en iyisi buydu, başka yol yoktu. Karşısındaki iki yaşlı insana güvenmek zorundaydı. Aziz, aslında başından beri kabul etmemişti lakin otuz beş yıllık karısı, Ümmü ilk defa ona karşı çıkarak kızı kabul etmişti. Adamın gelip kızı alacağını düşünerek huzursuzluğunu susturmaya çalıştı, kız gidecekti elbet bir gün.

Küçük kızın kaderi üç insanın dilinden dökülenlerle karara varmıştı, burada her şeyden uzakta yaşayacaktı. Gözlüklü adam kıza doğru yürüdü ve kızın yanına gelerek onunla aynı hizaya eğilerek durdu, kızın omzuna dokundu, kız arkasını döndü yavaşça, gözlerini civcivlerden zorlukla alabilmişti.

"Ufaklık," dedi kızın ifadesiz, bomboş gözlerinin içine bakarak, "Sen şimdi deden ve ninenle kalacaksın bir süre anladın mı?"
Kız cevap vermedi, ne olduğuyla ilgili en ufak bir fikri yoktu, yani şimdi kırmızı şapkalı o haylaz çocuğu bir daha göremeyecek miydi? Oysa resim bile çizmişti onunla.

Adam içten bir şekilde "Ama ben mutlaka geleceğim, seni yanıma alacağım." diyerek kızın tombul ellerini tuttu, sıktı. Kız hala bomboş bakıyordu, ellerine yayılan sıcaklık üşümüş bedenini hatırlattı ona. "Söz veriyorum."

Adam burukça gülümsedi, sarı saçlarını şefkatle, merhametle okşadı ardından kalkıp gitti. Vedanın ne olduğunu unutan aklına ilk vedayı o adam verdi. Tutulmayacak ilk sözü de o adam verdi.

Adam geleceğim, döneceğim ve seni alcağım demişti. Söz vermişti.

Ama adam onu unuttu, orada tavuk kümesinin yanında, gökten damlayan gözyaşlarıyla; yağmurla.
Unutulmanın minik yüreğine sinsice sızmaya başlayan ilk yalnızlığın, yeri inleten adım sesleriyle.

DÜŞKÜNLER VATANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin