"Nasıl yani?" Anlamak için sordum. Yanlış duymuşumdur düşüncesi ile.
"Akıllı davranman için bu gerekiyormuş demek ki genç adam. Bir Başbakan gibi davranman gerektiğini sana söylemiştim. Seni uyarmıştım."
"Baba eskiden umurumda olmadığı için sorun değildi. Ama şimdi beni böyle hapsedemezsin!"
"Ne dedin anlamadım?" Bana bakışı ile gözlerimi kaçırıp başımı öne eğdim. Ne cesaretle ona karşı sesimi yükseltmiştim? Bu muydu benim akılsız davranışlarım yoksa? Böylesine mi değişmiştim?
"Geçen yıl nasıl bir eğitim görüyorduysan daha sıkı bir şekilde aynısı görmeye devam edeceksin." Ayağa kalktı ve odadan çıktı. Ben ise sadece arkasından bakabildim.
Yere, duvara ve eşyalara bakarken sadece eski düşünme yetimi geri kazanmayı umuyordum. Aklım yerine gelince telefonumu elime aldım ve rehberde Serie'yi buldum.
"Efendim, telefon kullanamazsınız." Kulağıma götürdüğüm telefon bir çalışan tarafından alındı ve kapatıldı.
"Serie'ye haber vermem gerektiğinin farkındasın değil mi? Şu an benden haber bekliyor olmalı."
"Sabah siz gittikten sonra Sayın Başbakan özellikle Serie Hanımefendiyi arayıp durumu anlattı. Merak etmeyin." Sinirleniyordum.
"Aynı şey olduğunu sanmıyorum. Benim aramam gerek." Benim derken özellikle sesimi yükseltmiştim.
"Efendim bana böyle bir yetki verilmediği için bir şey diyemem." Arkasını dönüp gitti.
Bu muydu yani? Bir buçuk yıl görüşemeyeceğimizi böyle mi öğrenecekti? Üstelik bir saat içinde sınava girecekti. Nasıl bir ruh halinde olacaktı? Endişeli miydi? Üzgün müydü? Ne düşünüyordu?
Sadece onu arayıp 'sınavda başarılar' demek istiyordum. Kahretsin.
▪3 ay sonra▪
Hiçbir şey hissetmiyorum. Yemek yerken, su içerken, nefes alırken bana hiçbir şey farklı hissettirmiyor. Duygum kalmamış gibi. Hep hüzünlüyüm. Hep mutsuzum. Güldüğüm en son anım çok uzaklarda sanki. Çünkü beraber güldüğüm insanlar o anılar ile birlikte benden çok uzakta. Şimdi kalbime bıçak saplasanız size minnettar olurdum. Kanım aksın ve canım bedenimden çıksın diye yalvarıyorum hep. Ya da sadece buradan kurtulmak. Çünkü ikisi de aynı şey gibi geliyo bana. Ölüm güzel bir şey gibi geliyor artık.
Aylar oldu, eski cehenneme geri döneli.. Toplam yirmi iki öğretmen var. Hepsi de yabancı. Çoğu siyasi bilimler okumuş, hukuk bitirmiş, gelmiş geçmiş tüm liderlerin hayatlarını ezberlemiş, vesaire.. Benden tek farkları daha yaşlı ve daha bilgili olmaları. Ben yüz lider hayatı okumuşsam onlar benim beş-altı katım fazla okumuşlar.
Fransızca'da iyileştim, diğer dillerime de güncelleme yaptım. Haftada sadece bir tane çikolata yiyebiliyorum. Spor yapıyorum. Başbakan olmak ile güzel görünmek arasında bir bağlantı kuramıyorum bir türlü.
Babamı bu aylar içinde hiç görmedim. Annem ise sırf özlediği için zorla benimle görüşüyor. Hapishanede gibiyim. Tecrit yasağı uygulanan bir hapishane gibi. Ne Serie'yi, ne Yixing'i, ne de Xie Na'yı gördüm. LiYin'i bile özlediğimi fark ettim üstelik.
"Efendim birazdan Profesör Kim burada olurlar." Babamın laf etmediği tek insan olan Haen kapının oradan gözüktü. Haen'i de alsaydı herhalde sonunda psikolojik sorunlar yaşayıp ölüm orucuna başlardım.
"Daha yeni çıktık dersten ama.." Hiçbir getirisi olmayan itirazlarımdan sonra masama oturdum ve profesörü bekledim. Avrupa'dan olmayan tek hocaydı. Koreli olması iyi hissettiriyordu. Çin'in günümüz kanunlarını sıkıcı bulsam da onun sayesinde bir şeyler anlıyordum en azından.