3 YIL SONRA...
Genç adam karşısındaki eve yöneldi. Saat oldukça geç olmuştu. İçeri girdiğinde daha onun gelmediğini anladı. Ev karanlıktı. Koltuğa oturup beklemeye başladı. Ondan uzak kaldığı her an ona çekilmez geliyordu. O ve sarı saçları gelene kadar dakikaları saydı. Sonunda kapı açıldı ve o geldi. Gelir gelmez parmağındaki altın yüzüğün ışığı odayı aydınlattı sanki. Genç adam sevinçle yerinden kalktı. Ona doğru yürürken içini tarif edemediği bir duygu kaplamıştı, anlam veremedi. Hiç konuşmaması onu şaşırtmıştı, ama üstelemedi. Ev hâlâ karanlıktı. Yürüdükçe içindeki tuhaf his büyüyordu. Sonunda onun yanına vardı ve kollarını ona sardı. Elleriyle saçlarını okşadı. Gözlerini kapatıp derin ve mutlu bir nefes aldı, ama bütün mutluluğu bu nefesle bitti. Bu onun kokusu değildi. Garip, başka bir kokuydu. Gözlerini açtı ve şaşkınlığı daha da büyüdü. Elinin arasındaki saçlar sarı değil, kahverengiydi. Bu, o değilse kimdi? Ondan başka birine sarıldığını düşününce midesi bulandı. Çekilmek istedi. Ama sarıldığı yabancı buna izin vermedi ve o ne olduğunu anlayamadan koluna bir şırınga sapladı. Genç adam bir süre donakaldı. Ardından tarifi imkansız bir acı hissetti bütün hücrelerinde. Yabancı ondan uzaklaştı ve yüzüne baktı. Yüzünde psikopat bir gülümseme vardı. İki büklüm olmuş adamın önüne diz çöktü ve gözlerine baktı.
"Tam, iki buçuk yıldır, bu anı hayal ettim..."
diye sayıkladı.
"Beni tanımadın değil mi? Şaşırmadım. Ama ben seni tanıdım. Tanımak istemedim, tanımak zorunda kaldım. Unutmak istedim, ama hatırlamak zorunda kaldım."
Daha sonra üzülmüş gibi bir sesle konuştu:
"Bunu neden yaptığımı bir gün anlayacaksın. Ve o gün geldiğinde, yaşamadığın için sevineceksin..."
Ses tonu sonlara doğru sertleşmişti. Genç adam, gözlerini kadının gözlerine değil, onun yanağındaki korkunç yaraya odaklamıştı. Hayatında böyle korkunç bir yara görmemişti. Saçlarının arasındaki dikiş izlerini görmemek mümkün değildi. Ardından gözleri kadının boynuna kaydı. Boynundaki kolyeyi görünce, onun kim olduğunu anladı. Şok olmuştu. Bu o olamazdı. Gerçekten o muydu?
"Se... sen... Sen nasıl bu hâle geldin?"
"Nihayet beni tanıdın demek..."
"Peki ya..."
Kadın adamın ağzını kapattı. Sonra çantasından bir silah çıkardı. Adam korkmuş gözlerle kadına bakıyordu.
"Yerinde olsam o cümleyi tamamlamazdım. Ama ne demek istediğini anladım. Bu da benim sana son iyiliğim olsun. O işte burada..."
Telefonunu açıp adama gösterdi. Ekranda, bu gece beklediği kişi bir sandalyeye oturtulmuş, bağlanmıştı ve her yeri yara içindeydi. Yaraları taze olmadıydı. Çünkü kanıyorlardı ve o iyi görünmüyordu. Genç adam sinirle bağırdı:
"Ne yaptın ona?! Nasıl bu kadar acımdasız olabildin?"
"Acımasız olmayı, ben senden öğrendim."
dedi genç kadın.
"Sen hastasın!" diye bağırdı adam.
"Ben hastayım, öyle mi..?"
Silâhı adama doğrulttu.
"Merak etme, seni onun kadar süründürmeyeceğim... Direkt öldüreceğim. Sadece söylemek istediğim birkaç son sözüm vardı, söyledim. Seni, on dakika sonra hâlâ yaşıyor olursan ben öldüreceğim."
Genç adam kadının bundan sonra söylediklerini duymadı, dinlemedi. Sadece kafasında bir soru dönüp duruyordu:
"GÜNAHIMIZIN BEDELİ ÖLÜM MÜ?"Devam edecek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALP KAPILARI
Teen Fiction"Her kalbin iki kapısı olduğunu okumuştum bir keresinde. Hiç olur mu öyle şey demiştim. Halbuki herşey, kalbimin kapılarının ona açıldığını anlamamla başlamıştı. Ama herşey, çok daha korkunç bitecekti, hissedebiliyorum..." H... •ÖZET• İstanbul'un...