Nihal, yerdeki paramparça olmuş telefonuna bininci kez baktı. Bakacak başka birşey bulamıyordu, bulmak da istemiyordu. Telefona baktığında babası aklına geliyor ve umutlanıyordu. Ama gözlerini başka bir yere çevirdiğinde tekrar eskiye, başa dönüyordu. Boğazındaki acı, feryadının imzasıydı. Defalarca yutkundu, ama acısını hafifletemedi. Yüzü göz yaşlarıyla ıslanmıştı. Aynı yaşların gözlerine verdiği parlaklıkla başını yukarı aynaya kaldırdı. Ama aynadaki görüntü, onu adeta dehşete düşürdü. Aynadaki kadın Nihal değil, Hayal'in ta kendisiydi. Nihal gözlerini hışımla sildi ve tekrar aynaya baktı. Ama görüntü aynıydı. Aynadaki kardeşinden başkası değildi. Gözlerini kıstı ve ayındaki Hayali inceledi. Onun sapsarı saçları dümdüz halde omuzlarına dökülmüş, siyah, dekolteli bir elbise giymişti. Sarı saçlarının arasına takılmış siyah gül göze çarpıyordu. Yüzünde abartı bir makyaj vardı. Dudaklarındaki sırıtma insanı ürküten cinstendi. Yemyeşil gözleri bir acayip bakıyordu Nihale... Alay eder gibi, acır gibi... Nihal tam başını sallayıp reddedecekken ayındaki Hayalin dudakları bir kahkaha ile aralandı. Öyle ilginç, öyle yüksekti ki kahkahası, Nihal hastalıklı hislerinin seslerini duyamaz olmuştu.
"Ne oldu birtanem? Üzdük mi seni? Kıyamam..."
Birden Hayalin görüntüsü yansıma olmaktan çıktı ve Hayal, aynanın içinden canlı gibi geçerek Nihalin yanına vardı.
"Ablacığım, bana hâlâ çok mu kızgınsın? Ama ben pişman değilim biliyor musun? Yiğiti elinden aldığım için bir an üzülmedim. Sadece, yalan söylüyordum sana. Tam bana yakışan bir davranış değil mi? İnanma, kanma bana, daha fazla küçülme karşımızda..."
Nihal sinirle ayağa kalktı ve Hayal ile burun buruna geldi.
"Sus! Sus gerçek değilsin sen sus!"
"Ben gerçeğin ruhuyum sadece. Bir "Hayal" im! Senin hayalin. Ama bu gerçek bir hayal, aklından çıkarma sakın bunu..."
Nihal yatağına çöker gibi oturunca, Hayal de yanına oturup bacak bacak üstüne attı.
"Biliyor musun, Yiğit yatakta çok iyi."
Sonra dönüp tekrar Nihale baktı ve güldü.
"Tabii, sen nereden bileceksin?"
Nihal elini yatağın kenarına sinirle vurdu. Ayağa kalkınca Hayal de onunla beraber ayağa kalktı.
"Defol git! Rahat bırak beni! Defol!"
Nihal birden arkasını dönünce Hayal dudaklarını yapmacık bir ifadeyle büzdü.
"Gerçekleri merak ediyordun, söyledim işte, daha ne istiyorsun ki benden? Ben senin iyiliğini istiyorum, çok sevgili ablacığım..."
Ablacığım kelimesi, Nihalin sabrını taşıran son damla oldu. Arkasını döndü ve eliyle Hayal'in saçını kavradı. Hiddetle çekti. Hayal önüne doğru savrulduğunda Nihal onu saçlarından kaldırdı ve kulağını ağzının hizasına getirdi. Onun canının acımasına aldırmadan sert bir şekilde konuştu.
"Bana bak Hayal, bir daha beni rahatsız etme, kendinden daha fazla nefret ettirme, anladım mı?! Daha fazla nefret ettirme!"
Hayal, canının acısını hiçe sayarak hâlâ gülüyordu.
"Gerçek Hayale de böyle yapsana! Okusana onun canını böyle! Cesaretin yok değil mi? Korkaksın sen abla! Korkak!"
"Kes sesini!"
Nihal Hayali yere doğru ittirdiğinde Hayal tutunmuş ve düşmemeyi başarmıştı.
"Ne oldu? Gerçekleri duymak acı mı geldi? Yine mi üzdüm seni ben? Ben hep kötü kadın olarak kalacağım senin gözünde belki, ama sen, sen iyi biri misin abla? Bunu bir düşün..."
Nihal gözlerini yenilgiyle kapattı.
Hayal, bunu fırsat bilip kulağına eğildi ve fısıldadı.
"Sen beni, öz kardeşini öldürmek istedin, yalan mı? Vurdun beni, ama ölmedim bak, karşındayım işte. Başaramadın beni öldürmeyi..."
Nihal gözlerini açtığında Hayal birden onun elini alıp kendi göğsünün üzerine koydu. Nihal elinin altındaki kalp atışlarını hissedebiliyordu. Elini aşağı kaydırınca boynundaki kolye de ortaya çıktı. Kolyede birbirine kenetlenmiş iki minik kar tanesi vardı. Nihalin kolyeye baktığını görünce yine eğlenerek konuştu Hayal.
"Onu bana Yiğit aldı. Doğum günümde... Ne kadar güzel değil mi?"
Nihal Hayalin doğum gününü hatırladı. Demek o gece de buluşmuşlardı. Kolyeyi avucunun içine alıp çekmeye çalıştı ama kolye kopmuyordu bir türlü.
"İşte bizde Yiğit ile böyleyiz, ne yaparsan yap ayıramazsın bizi abla..."
Nihal onu arkasında bırakıp tekrar pencereden dışarı baktı. Bu lanet olası sanrıdan böyle kurtulamayacağını anlamıştı. Hayalin elini omuzunda hissedince irkilerek onun elini omuzundan silkeledi. Gözlerinin tam içine bakıp konuştu bu sefer.
"Ne olur git. Yalnız bırak beni, lütfen..."
Onun böyle yalvarması Hayali daha da eğlendirdi. Onun yanına dizlerinin üstüne çöküp oturdu.
"Bak çok sevgili ablacığım, seni yalnız bırakmaya vicdanım el vermez, anla beni. Ablam değil misin ne de olsa?"
Nihal bu kadarını kaldıramayacaktı. Ayağa kalktı. Hayal de ayağa kalkınca nefes almak için bile durmadı ve sağ yanağına güçlü bir tokat attı. Hayal tokadın etkisiyle yere düşerken Nihalin aklına Hayale ilk tokat attığı an geldi. O anda da Hayal böyle savrulmuştu. Gözleri doldu birden. Hayal tekrar ayağa kalktığında gözlerinin dolduğunu görüp güldü.
"Ne oldu? Acıdın mı bana yoksa?"
"Yeter!"
Nihal Hayali saçlarından tuttuğu gibi onu bu sefer dışarı sürükledi. Odasının kapısını açtı ve onu dışarı savurdu. Göz göze geldiklerinde bağırdı.
"Bir daha sakın gelme! Duydun mu! Gelme!"
Hâlâ gülebilen kadının suratına kapıyı çarptı Nihal. Çok sinirlenmişti. Aynaya bakmak istiyor ama korkuyordu. Gözlerini kapatıp aynaya yaklaştı. Sonunda gözlerini açabildiğinde rahatladı. Aynada kendisini görmüştü. Tıpkı normal insanlar gibi. Normal insanlar gibi... Kendini biraz olsun normal hissetmek, Nihale iyi gelmişti. Kafasını çevirince normal olmadığı adeta yüzüne çarpıldı. Bir vazonun içine Hayalin saçlarının arasındaki o siyah gül konmuştu. Güle baktıkça kanı çekiliyordu. Vazoyu aldığı gibi pencereden dışarı attı. Yatağa oturdu. Yarım saat kadar o siyah gülü düşündü. Kapı çalınca babasının geleceğini hatırladı ve korkusu yok oldu. Uçarak kapıya gitti. Elini kapının bakır koluna yerleştirdi ve kapıyı açtı. Karşısındaki kişi babasıydı.
Nihal yüzünde hissetmeye alışkın olmadığı bir gülümsemeyle babasının boynuna sarıldı. Çok özlemişti babasını, ailesini... Uzun zamandır okşanmayan saçlarında babasının sıcak ellerini hissetmek Nihale çok iyi gelmiş, gözyaşlarının yine yanaklarından kaymasını sağlamıştı. Çok geçmeden şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı.
"Baba, babacığım..."
Babasının göz yaşlarını omuzunda hissettiğinde, Nihalin hıçkırıkları kesildi. Babasını yüzüne baktı ve gözyaşlarını alelacele sildi.
"Hayır, hayır baba ağlama. Benim için ağlama. Ağlama ne olur? Ben yeterince ağladım, sen ağlama..."
"Asıl sen ağlama kızım. Ben senin yerine de ağlarım, sen ağlama, üzülürüm..."
"Baba al beni buradan, ben burada yapamıyorum. Ben olursam sizinle iyi olurum. Yalvarırım götür beni evime..."
"Canım, ben..."
"Ne oldu baba?"
Nihal şaşkınlıkla babasının üzgün gözlerine bakıyordu.
"Ben doktorlarla konuştum. Hastalığın ciddi bir boyuttaymış. Yani, şu an seni buradan, alamıyorum. En az iki yıl dediler. Ben, çok üzgünüm kızım..."
Cenk Bey'in sesi konuşurken titriyordu. Nihalin ayakta durmaya gücü kalmamıştı. Yere çöktü ve yaşadıklarının acısıyla ağlamaya başladı. Cenk Bey yanına çöktü. Sarıldılar. Birlikte saatlerce ağladılar...Hayal'den...
"...Hastalığın ciddi bir boyuttaymış. Yani, şu an seni buradan, alamıyorum. En az iki yıl dediler. Ben çok üzgünüm kızım..."
Duyduklarımın etkisiyle adeta şoka girmiştim. İki yıl mı? Ablam iki yıl burada mı kalacaktı yani? Hastalığının boyutu ciddi miydi? Bu çok, çok kötü bir haberdi. Yaşlar gözlerimden akarken sessiz olmaya çalışıyordum. Ablamla yaptığımız o rezalet telefon görüşmesinden sonra onu görmeye kesin karar vermiştim ve Yiğit iş seyahatine çıkacağını söyleyince kendimi buraya, New York'a atmıştım. Babamın burada olduğunu hava alanında görmüş ve onu buraya kadar takip etmiştim. Ama bu duyduklarım... Korkunçtu. Ve daha da korkuncu, hepsi benim yüzümdendi. Yiğit ile benim...
Burada daha fazla böyle duramayacağımı anladım ve sakladığım yerden çıktım. Babam ve ablam yerde sarmaş dolaş olmuş, ağlıyorlardı. Bu tablo ağlamamın artmasına yol açtı. Babam beni görünce şaşırdı ama ona durmasını işaret ettim. Ablam beni fark etmemiş, hâlâ ağlıyordu. Sessiz usulca yaklaştım ve onların yanına çöktüm. Kollarımı ablama sardım. Ben olduğunu anlamış mıydı bilmiyorum ama elleri kollarına sarılmıştı. Anlamamıştı sanırsam. Ablamın saçlarını ıslatan gözyaşlarımın yanına hıçkırıklarım da karışmıştı. Üçümüz de acılarımızı sökmek istercesine ağlıyorduk ve birbirimize tutunuyorduk. Bu her ne kadar yıkıcı bir an olsa da, ablamla yaşayacağım, muhtemelen son güzel anın tadını çıkarmaya çalıştım... Ne de olsa, ben olduğumu anlayınca herşey bir kez daha bitecekti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALP KAPILARI
Teen Fiction"Her kalbin iki kapısı olduğunu okumuştum bir keresinde. Hiç olur mu öyle şey demiştim. Halbuki herşey, kalbimin kapılarının ona açıldığını anlamamla başlamıştı. Ama herşey, çok daha korkunç bitecekti, hissedebiliyorum..." H... •ÖZET• İstanbul'un...