Nihal nefes nefese gözlerini açtı. Gördüğü kabustan nihayet uyanmıştı. Tam üç gündür bu hastanedeydi. Üç gün boyunca uyutulmuştu. Doktorlar bilincinin yerinde olmadığını sanıyorlardı ama bilinci yerindeydi Nihalin. Rol yapmayı iyi biliyordu. Doktorların her konuştuklarını duymuştu. Mesela onu deli hastanesine kapatmayı düşündüklerini biliyordu... Ama yemini vardı. Yiğit ve Hayalden intikamını almadan ölmeyecekti. Birden, hastalıklı hislerinin ilk kez bu kadar yüksek sesle konuştuklarını duydu.
"Seni kimse hastaneye kapatamaz!"
Nihal gülümsedi.
"Evet."
"Çünkü sen deli değilsin, sadece vicdansız insanların kurbanısın, onlardan intikamını almadan ölemezsin!"
Nihal itaat etti.
"Ölemem!"
Aylar sonra ilk defa, Nihal mutlu gülümsüyordu. Duydukları iyi gelmişti. Öyle hissediyordu...
"Beni dinle Nihal... Çık buradan... Senin bu saçmalıklara ihtiyacın yok."
Nihal başını salladı ve kollarına takılan kabloları söktü. Yatağından kalktı ve hastane kıyafetlerini çıkarıp dolabındaki kıyafetlerini giydi.
"Ülkene geri dön ve onları mahvet! Yok et onları Nihal!"
Nihal fısıldadı.
"Onları yok edeceğim."
Kapıyı araladı ve dışarı baktı. Kimse görünmüyordu. Başını biraz sağa çevirdiğinde tekerlekli ilaç raflarını gördü. Aklıma gelen şeyle yine psikopatça gülümsedi. İlaçları karıştırdı ve içinde sarı bir sıvı olan şırıngayı gördü. Elinde aldı ve üzerindeki etiketi okudu. Elindekinin çok kuvvetli sakinleştirici olduğunu anlayabildiğinde onu cebine koydu. Biraz daha karıştırdı ama birşey bulamadı. Sinirlenmişti. Tekerlekli rafları devirmek istedi. Tam devirecekken hastalıklı hisleri durmasını söyledi. Yakalanmamak için durmak zorundaydı. Durdu ve başını salladı. Ardından hastanenin çıkışını aradı. Tabelaları izleye izleye çıkışı sonunda buldu. Gülümseyerek hastaneden çıktı. Birkaç metre kadar uzaklaşmıştı ki hastaneden alarmlar ve anonslar duyuruldu. Onu aradıklarını anladığında katılarak güldü. Ardından hastaneye öpücük gönderip el salladı ve koşarak uzaklaştı. Önüne ilk gelen taksiye bindi ve on dakikaya evine geldi. Eline bir valiz aldı ve ihtiyacı olan ne varsa valize doldurdu. Ardından mutfak masasının üzerinde mavi, hiç yazı yazılmamış defteri farketti ve aklına gelen muhteşem fikirle hareketlendi. Defteri açtı ve olağanüstü bir hızla yaşadıklarını yazmaya başladı. Birkaç sayfa yazdıktan sonra dayanamayacağını yazdı ve en son sayfayı açıp, evine asla dönmeyeceğini, herkesten nefret ettiğini ve Dünya'nın öteki uçlarına gitmek, herşeyi unutmak istediğini yazdı. İnsanlar buna inanır mıydı emin değildi ama şu an onu umursamıyordu. Yazmayı bitirdikten sonra defteri kapattı. Onu da çantasına attı. Mutfaktan yiyecek birkaç şey aldı ve evden çıktı. Uçakla değil, arabayla gitmeyi düşünüyordu. Arabasına bindi ve intikam planını gerçekleştirmek için ilk adımı attı, hem sevdiği hem nefret ettiği, hem gitmek, hem kalmak istediği tek yere doğru yola çıktı. İstanbul'a...4 gün sonra...
Ayaklarının altındaki yerin İstanbul olduğunu bilmek Nihali hem iyileştiriyor, hem zehirliyordu. Dört gün sonra nihayet İstanbul'a varmıştı. Yolda sorun yaşamamıştı. Yorulmuştu ama güzel bir yolculuk geçirmişti. Evine gitmek için can atıyordu. Onlardan nefret etse de, Yiğit ile Hayalin ne yaptığını ve nerede olduklarını merak ediyordu. Özellikle nerede olduklarını mutlaka öğrenmeliydi. Bunları düşünürken arabasını evine sürdü. Yarım saat olmadan evine ulaştı. İçini uzun zamandır hissetmediği bir sevinç ve özlem kaplamıştı. Buna güvenerek arabadan indi ve kapıya koştu. Tam kapıyı çalacaktı ki, içeriden gelen ses, bütün güzel duygularını yok etti. Bu sesi tanımıştı. Hayalin sesiydi... Demek barışmışlardı. Demek annesi Hayali affetmişti, demek ona yapılan acımasızlıklar hemen unutulmuştu. Gözlerinden yaşlar fışkırdı Nihalin. Kapıya doğru geldiklerini farketti ve hemen saklandı. Birkaç saniye sonra annesi ve Hayal kapının önüne çıktı.
"Anneciğim ben şimdi hastaneye gidiyorum. Yiğit ile orada buluşacağız. Bu sefer bebeğimizin cinsiyetini öğreniriz inşallah. Size de haber veririm."
O anda, dünyalar Nihalin başına yıkıldı. Hamile miydi o? Parmağındaki yüzüğü de farketmişti. Evlenmişler miydi utanmadan? Birde bebekleri mi olacaktı? Demek onun hayatını mahvedip, kendilerine güzel bir hayat kurabileceklerini sanıyorlardı. Ama çok yanılıyorlardı. Nihal onlara ne yapacağını biliyordu. Ama, yapabileceklerinin sınırı olmadığını bilecek kadar sağlıklı değildi... O sırada vedalaştılar ve Hayal gülümseyerek arabasına binip gitti. Annesi de evine girdi. Nihal, bu evde artık yaşamak istemediğini anladı. Arabasına bindi ve bir otele gitti. Girişini yapıp odasına yerleşti. Aklında sürekli Hayalin hamileliği dönüp duruyordu. Bunlar ne zaman evlenmişti? Ne zaman hamile kalmıştı Hayal? Hastalıklı hisleri fısıldadı:
"Ya evlenmeden önce hamile kaldıysa?"
Nihal duyduğu bu şeyi reddetmek, duymamak istedi. Ama ne yazık ki, artık o kadar güçlü değildi. Nefesi yine hızlanmış, kalbi çarpmaya başlamıştı.
"Ya senin gözünün içine baka baka karnında nişanlının bebeğini taşıdıysa? Ya bu bebekle nişanlını senden çaldıysa? Ya senin burnunun dibinde nişanlınla seviştiyse?"
Nihal ayağa kalkmış, odanın içinde deli gibi dönüp duruyor, sessizce sayıklıyordu. Bunları daha fazla dinlemek istemiyordu. Ama susmuyorlardı. Nihal ne kadar dayanabileceğini bilmiyor, ne yapacağını kestiremiyordu.
Birden dayanamayarak feryat etti.
"Sus artık! Sus! Yeter!"İşte herşey, o feryattan sonra başladı. Nihal artık asla Nihal olamayacaktı. Birden bütün iyi, vicdanî duyguları içinden çekilip alındı.
Sadece onların istediği duyguları kaldı.Nihal, yüzünde kar maskesi, cebine hastaneden aldığı şırıngayı, sırtındaki çantaya bir çekiç, bir silah, bir sapan ve birsürü taş koymuş olarak yürüyordu. İçindeki tüm sesler yok olmuş, sadece hastalıklı hisleri kalmıştı. Ne yaptığını artık sorgulayamıyordu. Ne yaptığını biliyor muydu, ondan bile emin değildi. Ama artık hiç iyi olmadığını biliyordu. Odasında, onların iyi olduğu aklına gelince şiddetli bir öfke krizi geçirmiş, birşeyden daha emin olmuştu. Eğer o kötüyse, onlar daha beter olacaklardı. Sadece kendi kendine şifa olduğunu anlamıştı. İzin vermeyecekti mutlu olmalarına, asla...
Hastanenin önüne geldiğinde, saklanıp Hayal ile Yiğitin çıkmasını bekledi. Gözü adeta dönmüştü. Aklındaki şeyi yapacaktı. Yapmak zorundaydı! Saklandığı yerden bakınca, karşıdaki güvenlik kamerasını gördü. Çantasına son anda koyduğu sapan ve taşları çıkardı ve kamerada görünmeyecek bir yere geçti. Sapanı kameraya doğrulttu, ardından ateşleyiverdi. Attığı taş, hedefini tam on ikiden vurmuş, kamera parçalanmıştı. Hemen etrafına baktı ve kimsenin görmediğini anladığında gülümsedi. Çok heyecanlı bir histi bu! Çok da eğlenceliydi. Kamerayı nasıl tam ortasından vurabildiğini anlamamıştı. Bunun hastalığının verdiği bir yetenek olabileceğini düşündü ve yerinde zıpladı. Kendini çok özel, bulunmaz ve değerli biri gibi hissetti bir anda. Ve bu his, onu daha da cesaretlendirdi. Şu an çok eğleniyordu. Kendini filmlerdeki psikopatlar gibi hissetmişti. Bir dakika, o zaten psikopattı. Bu ani düşünce, onu sinirlendireceğine neşelenirdi. Ellerini küçük çocuklar gibi çırpıp zıplıyordu. Hayal ile Yiğitin çıktığını görene kadar bu neşeli hâli devam etmişti. Onları görünce önce etrafına bakındı. Hiç kimse yoktu, güvenlik kamerası da görünmüyordu. Yiğit Hayale arabayı getirip geleceğini söyledi ve yanından uzaklaştı. Nihal onun uzaklaştığını görünce güldü. Başını salladı ve gözlerini elindeki silaha düşürdü. Silâhı, bilinçsizce kaldırdı ve namlusunu Hayale doğrulttu. Nihal, Amerika'ya ilk geldiğinde biraz kafası dağılsın diye makine mühendisi olan alt katındaki Türk komşusu Cansu'dan ders almıştı. Aldığı bu dersin bu denli işine yarayacağı aklına bile gelmemişti. Elindeki silahı dün almıştı ve üzerinde bazı oynamalar yapmıştı. Elindeki bu silah, sessiz bir silahtı. Yani kurşunu sıksa, hiçbir ses duyulmayacaktı. Bunu yapmak bütün gecesini almıştı. Ama değdiğini düşünüyordu. Namlunun ucundan Hayali görmeye devam ediyordu. Birkaç saniye kadar öylece baktı ona. Neden baktığını bilmiyordu. Kalbinin birden özlemle çarpmaya başladığını hissetti. Ondan nefret ettiğini biliyordu. Ama, kardeşi olduğunu da biliyordu. Yine de ona iyi duygular beslemeyi kesinlikle istemiyordu. Bunları kafasından tamamamen atmak, kalbinden sökmek istedi. Bu isteği için, aniden geri dönülmez bir adım attı. Silâhın tetiğini çekti. Herşeyi ağır çekimdeymiş gibi yaşadılar. Kurşun, Hayalin karnından içeri girip, belinden dışarı çıktığında Nihal soluğu kesilmiş bir halde olanları izliyordu. Hayal, kanlar içinde yere yığuldığında Nihal gözlerini kapattı. Çok kısa bir an, ona birşey olmamasını istedi. Yiğitin ve insanların bağırmalarını işittiğinde Dünya yeniden dönmeye başladı ve saklandığı yerden kalkıp kaçtı. Epey bir süre koştu. Arından kuytu bir yere saklandı ve kar maskesini çıkarıp çantasına koydu. Çantasından yanına aldığı kıyafetleri ve makyaj malzemelerini çıkardı. Üzerindeki, onu hırsız gibi gösteren siyah kıyafetlerden kurtuldu ve canlı renkteki diğer kıyafetlerini giydi. Makyaj malzemelerini kullanarak yüzünü renklendirdi ve eşyalarının hepsini çantasına doldurdu. Çantasını omuzuna astı, sakladığı yerden çıktı ve hep yaptığı gibi, herşey yolundaymış gibi rol yaparak uzaklaştı... 🎭
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALP KAPILARI
Teen Fiction"Her kalbin iki kapısı olduğunu okumuştum bir keresinde. Hiç olur mu öyle şey demiştim. Halbuki herşey, kalbimin kapılarının ona açıldığını anlamamla başlamıştı. Ama herşey, çok daha korkunç bitecekti, hissedebiliyorum..." H... •ÖZET• İstanbul'un...