Ayrı Eller

125 70 22
                                    

Düşman kazanmak, her zaman çok kolaydır...

Cenk Bey, hayatının en büyük şoklarından birini şu anda yaşıyordu. Gazeteye haber olmuş, ailesinin bütün  mahremi ortalığa dağılmıştı. Onun da ötesinde, Nihal deli hastanesine mi yatmıştı? Bütün bunları nereden biliyorlardı? Daha kendisi bile bilmezken... Yerinden sinirle kalktı ve kapıyı çarpıp çıktı. Eline telefonunu aldı. Numarayı çevirirken sinirden elleri titriyordu. Bu haberin daha fazla yayılmasına engel olmalıydı ve  haberleri kimin uçurduğunu da bulmalıydı. O kişiyi bulur bulmaz kesinlikle canını okuyacaktı. Bunu kim yapmış olabilirdi ki? Kim onların aile sorunlarını bu kadar detaylı bilebilirdi?  Belki de tanıdıkları biriydi. Bu ihtimali düşününce olmaması için dua etti. Bir yandan da kızlarını düşünüyordu. Onlarla da konuşmalıydı. Telefonu kulağına koydu ve telefona çıkan adama direkt çıkıştı.
"Siz ne hakla bizim özel hayatımızı haber yapıyorsunuz!"
"Pardon, kimsiniz?"
"Ben Cenk Manal."
Adamın bu telaşlı bir şekilde konuştu.
"Cenk Bey? Size nasıl yardımcı o-olabilirim?"
"Manal ismi magazin malzemesi olamaz duydunuz mu beni! Hemen o haberi kaldıracaksınız yoksa bu piyasadan silinir gidersiniz! Yok ederim sizi! Anladınız mı! Hemen kaldırın o haberi!"
"Na-nasıl kaldıralım Cenk Bey..?"
"Beni ilgilendirmiyor, nasıl kaldırırsanız kaldırın! O haberi kaldıracaksınız o kadar! Hemen şimdi! Bir daha da ne beni, ne de ailemi haber yapmayacaksınız! Bu size ilk ve son uyarı!"
Cenk Bey telefonu adamın yüzüne kapatıp fırlattı. Elini başına götürdü ve derin bir nefes aldı. Aklına gelen ayrıntı ile ev telefonunu eline aldı ve yine aynı numarayı tuşladı.
"Bütün bunları size kim söyledi? Kim bizim özel hayatımızı size bu kadar detaylı anlattı? Sizin gizlilik politikanız beni zerre kadar ilgilendirmiyor, bu benim ailem, benim hayatım ve kimin yaptığını söyleyeceksiniz bana! Yoksa onun gibi sizde bitersiniz! Mahvederim sizi!"
Kısa bir sessizlik oldu telefonda.
"Cenk Bey, benim buna yetkim yok maalesef. Sizi yayınevimizin sahibi Hakan Bey'e bağlıyorum."
Birkaç saniye sonra telefonda başka bir adam konuştu.
"Cenk Bey? Siz misiniz efendim?"
"Evet benim ve size çok sinirliyim. Siz bizi, Manal'ları nasıl haber yaparsınız!"
"Ben..."
"Dinlemek istemiyorum! Siz şu haberi derhal kaldırın, bir daha da sakın bizi haber yapmayın yeter. Sizinle uğraşmaya değmez."
"Nasıl isterseniz Cenk Bey."
"Birde, bu haberleri size kim söyledi onu öğrenmek istiyorum. Kim söyledi size bütün bunları?"
"Cenk Bey..."
"Lafı gevelemeyin, zaten çok sinirliyim!  Hemen söyleyin!"
"Bunu yapa..."
"Söyleyin! Yoksa başınıza geleceklerden ben sorumlu olmam!"
"Beyza Canberi isimli bir kadın söyledi bize bütün bu haberleri..."

New York

Nihal, başındaki hemşireler serumunu değiştirirken camdan dışarı, gökyüzüne baktı. Simsiyahtı. Nihalin içi kadar boş ve siyah... Kardeşinin kanlar içinde yere yığılışı gözünün önünden gitmiyordu bir türlü. Gözlerinden boynuna kadar ulaşan yaşlarını hissedebiliyordu. Hissedebildiği tek şey buydu. Elini alnından belinin üzerine doğru  koyduğunda cebinde bir ağırlık farketti. Kaşlarını çatıp elini cebine soktu ve çıkardığında parmaklarının arasına dolanmış kolyeyi gördü. Bu kolye Hayale aldığı sonsuzluk işareti şeklindeki kolye idi. Ellerini yakmıştı sanki. Bir yandan Hayali, bir yandan kendini suçluyordu. Kolyeyi istemsizce boynuna taktı. Yakıştığını düşünüp gülümsedi. Suçluluk duygusu içini kemiriyordu ve bundan hiç hoşlanmıyordu. Hastalıklı hisleri susmuş, konuşmuyordu ama Nihal, iyi hissetmek istediği halde yalnız ve berbat hissediyordu. Bu hastaneye dün yatmıştı ama sonuçlarının ne kadar büyük olabileceğini düşünmemişti. Düşünmek de istemiyordu. Şu anda eskisi gibi olmayı, iyileşmeyi istiyordu. Ama bu istek ne kadar sürerdi, bilmiyordu.

Hayal'den...

Sonunda evimize gelmiştik. O kadar bitkindim ki, Yiğiti arkamda bırakıp direkt odama çıktım. Üstümdeki kıyafetlerden kurtuldum ve elime geçen ilk geceliği giydim. Yatağın örtüsünü bile açmadan yatağa kıvrıldım. Yiğit odaya gelene kadar  uykuya daldım.
Sabah geç sayılabilecek bir saatte, yatağıma getirilen kahvaltı ile uyandım. Yiğit yanımda, elinde tepsiyle oturuyordu. Tepsiye göz gezdirdim. Bir bardak süt, bir bardak meyve suyu, domates, beyaz peynir, siyah zeytin, bal, kızarmış ekmek, salam ve bir vazonun içinde beyaz bir gül vardı. Dudağımın ucuyla gülümsedim ve doğruldum.
"Günaydın."
"Günaydın..."
Önüme dökülen sarı saçlarımı ellerimle  arkaya attım. Bu hareketimle Yiğit güldü.
"Saçlarını öreyim mi?"
"Sen saç örmeyi biliyor musun?"
"Anneannemin saçlarını hep ben örerdim. Ölmeden önce..."
Buruk bir gülümseme ile ona sarıldım.
"Benimkiler, anneanneninkiler kadar güzel olamaz herhalde."
"Olur mu canım? Senin saçların, evrendeki en güzel saçlar..."
"Teşekkür ederim canım. Gerçekten o kadar güzel mi saçlarım?"
"Çok..."
Ona arkamı döndüm ve saçlarımı belime savurdum. Elleri, saçlarımı üç parçaya ayırıp örmeye başladı. Saçlarımı ne zamandır kesmiyordum ve belime kadar uzamışlardı. Yiğit saçlarımı seviyordu. Bazen saçlarımla uğraşır, birbirine dolandırırdı. Ben tarayıp gelince yine karıştırırdı saçlarımı ve ben en sonunda ondan kaçmak zorunda kalırdım. Örmeyi bitirdiği saçlarımı beyaz lastikle tutturdu ve onları öpüp geri çekildi.
"Saçların, çok güzel kokuyor."
"Şampuandandır."
"Kabul etmiyorum, bu saçlarının doğal kokusu. Ben tanırım."
Saçlarımı tekrar öptü. Ardından kahvaltı tepsisini öne doğru ittirdi.
"Birşeyler ye hadi güzelim. Bayılıp kalacaksın."
"Sırf sen hazırladığın için yiyeceğim."
"Tabii ki yiyeceksin. Bu tepsinin içindeki herşey bitecek."
"Söz veremem."
"Bitecek Hayal."
"Tamam, yerim. Sen yedin mi?"
"Ben iş yerinde yerim. Beni merak etme."
"Emin misin?"
"Eminim. Sadece sen iyi ol, bana yeter..."
"İyi olacak mıyız birgün Yiğit?"
"Olacağız güzelim, birlikte iyi olacağız..."
Başımı Yiğitin omuzuna koyup kahvaltıya devam ettim. Yiğit, kahvaltımı bitirene kadar başımda bekledi. Ardından duşa girdi. Bende aşağı mutfağa indim. Girer girmez gazeteler gözüme ilişti. En üstekini alıp ilk sayfayı açtım. Pek değişik birşey yoktu. Arka sayfayı çevirdim. Alttaki kaza haberine baktım. Üçüncü sayfada genelde değişik haberler olurdu.  Gazetenin üçüncü sayfasını çevirdim. Keşke çevirmeseydim. Büyük harflerle yazılmış olan
"Manal Ailesinin Zor Günleri"
adlı başlık, başımdan aşağı kaynar suların dökülmesine sebep oldu. Altında yazılanlar daha da kötüydü. Herşeyimizi, bütün özelimizi haber yapmışlardı. Gözlerim, haberin son satırlarına ulaştığında, başımdan aşağı bu sefer kaynar değil, buz gibi sular döküldü. Ablamın deli hastanesine yattığı yazıyordu. Bu doğru muydu? Bütün bunlar gerçek miydi? O anda içimden bütün bunların bir kabus olmasını diledim. Gazeteyi fırlattığım  gibi telefonuma koştum ve babamı aradım. Anında açtı.
"Baba?"
"Efendim Hayal."
"Gazeteler neler yazıyor haberin var mı?"
"Var. Ben gerekeni yapıyorum, sakin ol."
"Bütün bunları kim biliyormuş da söylemiş? Öğrendin mi baba?"
"Öğrendim kızım. Beyza Canberi diye bir kadınmış. Ben tanımıyorum."
İsmi duyunca telefon elimden düştü. O kadın, Beyza...

Bu, bu Beyza, Yiğitin eski sevgilisi olan Beyza mıydı..?

KALP KAPILARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin