23.BÖLÜM

35.9K 1.2K 313
                                    

Duyduklarım ile ne bir an geriye gidebiliyor, ne de olayları tam idrak edebiliyordum. Bir an, acaba yanlış mı duydum? Diye düşünürken, bunların zihnimin bir oyunu olduğunu düşündüğüm de oldu. Fakat görünen o ki, her şey gerçekti.

Uzunca bir süre hareketsiz kalmıştım. Olduğum yerde onların dediklerini hazmetmeye çalışıyordum. Yağız'ın sesi ile kendime geldim:
"Bana bakın, zaten ben zamanı gelince Erva'ya her şeyi anlatacağım. İrdeleyip durmayın artık şunu!" Dedi dişlerini sıkarak.

Evet, tam da düşündüğüm gibi. Her şey gerçekmiş. Ayaklarımın beni taşımadığını hissediyordum. Peki ya Efsun? O benim dostumdu, kardeşimdi. Bütün sırrımı ona açmıştım. O bana nasıl söylemezdi bunu? Hemde uzun süredir bu gerçeği bilmesine rağmen nasıl benden saklayabilmişti?

Yüzüme bakarken hiç mi utanmamıştı? Neden söylememişti ki? Amaçları neydi bunların? Ayaklarım benden bağımsızca geriye doğru gitmeye başladı. Burada daha fazla kalmak istemiyordum. Geriye doğru birkaç adım atmamla, arkamdaki sehpanın üstündeki vazonun yere düşüp kırılması bir oldu. İçeriden, "Kim var orada?" sesleri geliyordu.

Hızlı davranamıyordum. Çünkü olayın şokunu hâlâ atlatabilmiş değildim. Evden hemen çıkmayı planlıyordum. Çünkü eğer beni burada görürlerse, onları dinlediğimi anlayacaklardı. Hiçbirinin yüzünü görmek istemiyordum. Kapıya doğru birkaç adım atmıştım ki, Yağız arkamdan:
"Erva!" Diye seslendi.

Ona hiç bakmadan, evden dışarıya çıkıp koşmaya başladım. Ardımdan koşar ayak sesleri geliyordu. Peşimden geldiği her halükârda belliydi. Bomboş sokakta, nereye gideceğimi bilmeden koşuyordum. Hava iyice soğumuştu. Haliyle akşam vaktiydi. Koşmamın etkisi ile yüzüme çarpan rüzgarı umursamadan koşuyordum.

"Erva dur!"
Yağız beni ikinci kez ikaz etmişti ama ben onu dinlemeyecektim. Koşarken nefesim daralıyordu. Bunu şimdi düşünecek halde değildim. Yağız'ın koşuşu gittikçe hızlanmıştı. Aramızdan pek fazla bir mesafe yoktu. İzimi kaybettirmek için bir sokağa girdim. Biraz daha koştuğumda, sağ tarafta terkedilmiş bir inşaat vardı. Buraya saklanmalıydım. başka çarem yoktu.

İçeriye girdiğimde, fark edilmeyecek bir köşede saklandım. İçerisi çok fazla küf ve nem kokuyordu. Yağız buradan gidene kadar bu iğrenç kokuya dayanmalıydım. İnşaatın penceresine doğru ilerledim. İçerisi karanlıktı ve bu beni ürkütüyordu. Aslında aydınlık olarak sayabileceğim tek şey, dışarıdaki sokak lambasının içeriye doğru süzülen ışığıydı.

Pencereden dışarı baktığımda, dışarıdan kimse görünmüyordu. Muhtemelen gitmişti. Rahatlıkla derin bir nefes verdim. Arkamı döndüğümde, karşımda iri yapılı bir silüet ile karşılaştım. Gözlerimi korkuyla açtım. Kim olduğunu göremiyordum. Uzaktan bana bakıyordu.

Bana doğru yaklaşmaya başladı. Kalbimin atışı daha da hızlanmaya başladı. İçimden dualar okumaktı tek yapabildiğim. Karanlıktan kim olduğunu seçemiyordum. Bana daha da yaklaşmaya başladı. Pencerenin önüne, benim olduğum tarafa yaklaştığında artık kim olduğunu görebiliyordum.

Dışarıdaki sokak lambasının ışığı, onun yüzüne vuruyordu. Gözleri sinirden kapkaraydı. Dişlerini sıkıyordu. Bana doğru bir adım attı. Artık bana sadece bir nefes kadar uzaktı. Elimi siper edip:
"Yaklaşma!" Diye bağırdım. Acıyla gülümsedi.
"Ben zaten yıllardır uzağım sana Elvin."

"Ne diyorsun sen? Ben Erva'yım. Elvin değilim!" Diye bağırdığımda, işaret parmağını dudaklarıma bastırdı.

"Hatırla Elvin'im. Yıllar öncesini hatırla. Bizi hatırla."

Dedikleri hakkında en ufak fikrim yoktu. Delirmiş gibiydi. Buradan çıkmak zorundaydım. Bu yüzden en etkili yolu kullanarak kasıklarına tekme attım. Geriye doğru çekilip acıyla inledi. Ben ise inşaattan çıkmaya yeltenirken,
"Elvin. Buraya gel." Diye arkamdan bağırıyordu.

İÇİMDEKİ TUTSAK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin