Evet onun sesiydi. Bu, Serhat'ın sesiydi. Odaya girdiğimde ikisi de aynı anda bana baktılar.
Odaya girmemle susmuşlardı.
"Neden bu kadar bağırıyorsunuz? Ne oluyor burada?"Efsun'un yanına yaklaşarak, "Ne oluyor Efsun?"
"Bu sapık beni evime kadar takip etmiş," dedi eliyle Serhat'ı işaret ederek. Serhat ise savunmaya çoktan geçmişti.
"Ne yapsaydım ya? Sana sarkıntılık yapan adamların seni takip etmelerine izin mi verseydim?"
"Bir dakika ya? Ne adamı, ne sarkıntısı?"
Serhat bana bakarak, "Arkadaşına iki adam sarkıntılık yapıyordu. Bende onların ellerinden kurtardıktan sonra, onu eve kadar takip ettim ki, o adamlar yine onun peşine düşmesinler diye."
Efsun ise cırlamaya devam etti.
"Ellerinden kurtarmak mı? Az daha adamlar ölüyordu!"
"Ne güzel işte! Dünyadaki şerefsiz sayısı azalmış olur." dedi Serhat.
Efsun diyecek söz bulamamıştı. Ben ise gözlerimi devirerek, "Kavga sebebiniz bu muydu yani?" dedikten sonra koltuğa oturdum. Serhat, biraz kırgınlık, biraz nefret ama hâlâ aşkla bakıyordu Efsun'a.
"Hadi Efsun kalk bize kahve yap bakalım. Çocuk seni kurtarmış işte. Borçlusun ona."
Efsun bana sen kimin tarafındasın bakışı atıyordu. Bir şey demeden mutfağa doğru içerleyerek ilerledi.
Serhat'ın yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Belliydi ki hâlâ seviyordu Efsun'u.
O da karşımdaki koltuğa oturdu. Ona, "Efsun sana tuzlu kahve getirirse hiç şaşırma." dediğimde gülerek, "Merak etme, ben sevdiğim kız tarafından koskoca bir kazık yedim. Tuzlu kahve bana işlemez."Bunu söylerken gülümsüyordu ama mazisinde acı yaşadığı belliydi.
"Adın ne senin?" dediğinde, "Erva," diyerek cevap verdim.
"İsmini daha önce hiç duymamıştım."
"Evet, neredeyse herkes bunu söylüyor."
İçeriye Efsun girdiğinde, pek de iç açıcı olmayan konuşmamıza ara verdik. Kahveyi önce bana sonra da Serhat'a verdi.
Kahveleri dağıttıktan sonra, yanıma oturdu.
"Nerede staj görüyorsun Erva?" dedi Serhat."**** cezaevinde," dediğimde biraz duraksadı. Sonra Anladım diyerek geçiştirdi. Elime bakıp,
"Geçmiş olsun ne oldu eline?""Önemli birşey değil, sadece ufak bir cam sıyrığı," dedikten hemen sonra, Efsun lafa atladı, "Hiçte bile. Ne ufacık sıyrığı ya? O Yağız öküzü bildiğin elini deşmiş."
Serhat yerinde kıpırdanmaya başladı.
"Ne Yağız'ı" dedi bana ithafen.
"Hiç. Sadece oradaki mâhkumlardan birisi. Bilerek yapmadı zaten," diyerek elimi boşver anlamında sallayarak geçiştirdim. Serhat'ın yüz tonu renkten renge giriyordu. Anlam verememiştim buna.
Serhat kahvesini bilerek yavaş içiyordu. Geç kalkmak için. Ama kahve de bir yere kadar. Artık kahvesi bitince ayağa kalkıp,"Her şey için sağ olun."
Bende onu yolcu etmek için ayağa kalktım. Serhat kapıya doğru ilerlediğinde, Efsun'u da yerinden zorla kaldırdım. Serhat'ı yolculadıktan sonra, içeriye geçtik.
Efsun bana avını yemeye hazır Aslan gibi bakıyordu. Direkt konuşmaya başladım.
"Evi terk ettim."
Yanıma gelip, "Niye böyle bir şey yaptın Erva?" dediğinde hafif dolmuş gözlerle, "Tamam anlaşıldı. Sende beni istemiyorsun," deyip kapıya doğru ilerledim. Efsun kolumdan tutup, "Saçmalama," deyip bana sarıldı.
Gerçekten sarılmaya çok ihtiyacım vardı. Hemde çok. Koltuğa oturup, ona her şeyi tek tek anlattım.
"Bu Elif'i yolacağım bir gün," dediğinde gülümsedim.
"Neyse, sende birkaç gün kalabilir miyim" dediğimde, "Hayır kalamazsın" dedi. Sonra eklemeye devam etti. "Çünkü burada birkaç gün değil, istediğin zaman kalabilirsin."
Efsunla birlikte öğlen yemeği yapıp yedik hazırlandıktan sonra, okula gitmek üzere evden çıktık. Okula gittiğimizde, sınıfa girdik.
Profesör'ün gelmesini beklerken, telefonuma mesaj geldi. Erva, ben Serhat kaydedersin yazıyordu.
"Tabii," yazıp gönderdim. Nereden bulmuştu benim numaramı? Çok fazla üzerinde durmayıp boşverdim. Telefonu kapatıp cebime koyduktan sonra, Efsun bana, "Kiminle konuşuyorsun?" diye sorduğunda, "Hiç ya öyle banka mesajı," diye geçiştirdim.
Profesör sınıfa girdikten sonra ders başladı. Ne zaman Serhat'a baksam, gözü Efsundaydı. Ders bittikten sonra Efsunla eve döndük.
Dersten çıktıktan sonra onu görmeye gitti, genç adam. Gardiyan kapıyı açtı. İçeriye girdiğinde, soluk ve bitkin gözüküyordu.
Eskiden, paranın her şeyi satın alacağına inandığını aklından geçirdi Serhat. Eş zamanlı yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. Ta ki, Hayatımda iki şeyden dolayı artık inanmıyordu. Birincisi, aşkın satın alınamayacağına inanmıştı artık. Çünkü para aşkı satın alamıyordu, alamazdı. Efsun'un sevgisini sahip olamamıştı.
Onun yanına çöküp, "Nasılsın ağabey?" diye fısıldadı alçak sesle.
"O nasıl oldu?" dedi, gözlerini karşısındaki duvara dikmeye devam ederek.
"Merak etme ağabey o iyi. Kendini suçlu hissetme."
Ve ikincisi, para adaleti de satın alamıyordu, diye içinden geçirmeye devam etti Serhat. Ağabeyinin mecbur kaldığı bir suçu işlediğinden dolayı, havasızlıktan, odanın içini saran küf kokusuyla dolu hücrede kalmak zorunda olması elbette ki, onu gücendiriyordu.
"Seninkiyle aranız nasıl?" dediğinde, "Her zamanki gibi, kötü." deyip ciğerlerine doldurduğu nefesi yeniden verdi Serhat.
Kardeşinin tasayla dolu hâllerini gördüğünde, içindeki buruklukla, omzunu sıkıca kavrayıp, şunları söyledi. "Mücadele etmekten asla vazgeçme Serhat Haktanır."
Öz ağabeyinin bu cümlelerine tebessüm ederek, "Asla vazgeçmeyeceğim Yağız Haktanır." diye kendini telkin etmeye çalıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İÇİMDEKİ TUTSAK
ChickLitYaşamını hapishanede tutsak olarak geçirmiş bir adamın ona aşık olması ne kadar büyük bir sorun olabilirdi? (...) Nereye gideceğimi bilmeden koşuyordum. Arkamdan bir silah sesi yükseldi. Lanet olsun! Bulmuştu işte ben...