Hızla kapıyı çarpıp çıkarken gürültünün bomboş sokakta yankılanacağını hesaba katmamıştı genç kız. Hızlı adımlarla yürürken aklında hala aynı şeyler dolanıyordu. Lu onun en yakın arkadaşıydı. Hatta arkadaştan öte, her şeyiydi. Nasıl böyle bir kavgaya tutuşabilmişlerdi ki?
Sokaklar bomboştu. Etrafa zifiri karanlık ve sessizlik hakimdi. Rian günlerdir içinde oluşan tuhaf huzursuzluğu ve kavgalarını bahane ederek çıkıp gitmişti evden. Esen soğuk rüzgar tüm bedeninin titremesine sebep olmuştu. Nereye gittiğini bile bilmiyordu. Ayakları ondan bağımsız hareket ediyordu. Minik sokaktaki bir yol ayrımına giriyor, ama hiç yavaşlamadan ilerlemeye devam ediyordu. Bu yolların nereye çıktığından bile bihaberdi.
Ve durdu. Karşısına çıkan harabe eve uzun uzun baktı dışarıdan. Burası Lu'yla çocukken sık sık geldikleri oyun mekanlarıydı. Kimse gelmezdi buraya. Bu yüzden hep buradaydılar. Bazen oyuncaklarını buraya saklarlar, bazen ise burada kalırlardı. Tabi eve dönmedikleri için ceza almaları da kaçınılmaz olurdu. Yavaş adımlarla giriş kapısına doğru yaklaştı. Daha doğrusu bu döküntü parçasına kapı demek için bin şahit gerekirdi. Tek eliyle ittirerek açtıktan sonra içeriye girdi temkinli adımlarla. İçerisi fazla karanlık değildi. Sokak lambası harabenin çatlak tahtalarının arasından sızıyor, içeriyi belli belirsiz aydınlatıyordu. Birkaç kez gözlerini kırptıktan sonra artık etrafı daha net görüyordu Rian, gözleri karanlığa alışmıştı.
Aylarca bu evde oyunlar oynamışlardı. Lakin ilk geldikleri günden beri üst kata hiç çıkmamışlardı. Bunda hem merdivenin eksik tahtalarından dolayı düşme korkuları, hem de üst kattan çıkıp gelen tuhaf yabancının etkisi vardı. Rian çoktan unutmuştu Lu'yla kavgaları. Üst kata çıkmanın merakı üzüntüsünü bastırmıştı. Merdivenlere doğru birkaç adım attı, sonra eksik basamakları ikişer ikişer atlayarak üst kata çıktı. Tek oda vardı bu katta. Giriş kapısına göre daha sağlam görünen kapısı kapalıydı. Yavaş yavaş odaya yaklaşıp kapısını zor da olsa açtıktan sonra tedirginlikle gülümsedi. Bu bir şaka mıydı?
Geniş odanın en uç noktasında tek bir kum saati vardı. Odadaki her şey bundan ibaretti. Sanki günlerdir rüyasında kum saati gördüğünü bilen birileri onunla dalga geçiyordu. Ardına bakmadan kaçsa ne olurdu? Ya da gidip rüyalarının devamını yaşamak istercesine kum saatini çevirse? Asla tamamlanmıyordu rüyaları. Kum saatini alıyor, çeviriyor lakin kum tanelerinin asla diğer tarafa düştüğünü göremiyordu. Zifiri karanlık kaplıyordu etrafı. Ve sonra bir ses; Gözlerini aç. Günlerdir gördüğü rüyalar sadece bundan ibaretti.
Dokunmak istiyordu kum saatine. Ama korkusu bu sefer üstün gelmeye başlamıştı. Ve daha sonra da ani bir ruh değişimiyle umursamazlığı...Basit bir kum saati bu, dokunsa ne olacaktı ki sanki? Ve parmağını değdi hafifçe. İşte, bir şey olmamıştı. Bir şey olacağını düşünmesi bile saçmaydı. Kendi kendine minik bir kahkaha attı ve daha sonra kum saatini eline aldı. Ters çevirerek kumların diğer tarafa akmasını sağladı. Ancak ilk kumun diğer tarafa düştüğünü bile görememişti
~
Su sesi ne de güzel geliyordu. Bir ninni gibiydi adeta. Gözleri kapalıyken gülümsedi Rian. Ama mantıksız gelen bir şeyler vardı. En son harabe evdeydi.
Gözlerini dehşet içinde açtı. Burası kesinlikle orası değildi. Gayet hoş düzenlenmiş, zemini de dahil her yeri tahtadan yapılmış bir yerdeydi. Ortada bir masa ve masanın üzerinde çeşitli kağıtlar vardı. Hatta parşömen...parşömen yaşadıkları dönemde kullanılıyor muydu cidden? Sağ elinde hala kum saati vardı. Tamam, işte şimdi rüyada olduğuna emindi. O zaman evden çıkıp harabeye gelmesi de rüyaydı, değil mi? Ama içinde bulunduğu ortam rüya olamayacak kadar gerçekçiydi. Yattığı yerden ayağa kalktı hemen. Odanın içini gezdi. Pek bir şey yoktu. Bir o yana bir bu yana gidip duruyordu. Aradığı bir şey yoktu, sadece şoktaydı. Yaşadığı bu durum gerçek olamazdı, olmamalıydı. Odanın başındaki kapıya ilerledi sonra. Tedirgin bir şekilde açtı kapıyı. İlk başta yüzüne vuran parlak ışıktan dolayı önünü göremedi. Ama gözleri ışığa alışınca artık etraf net bir şekilde görünüyordu. Ayağını bastığı tahta zeminin iki yanında sonsuza uzanan okyanus, etrafta kasaları ve birçok silahı taşıyan insanlar...ve sonra uzun bir yelken, hatta birkaç tane ve dev gibi. Bir güverte, birkaç oda diye tahmin ettiği yapı. Ve en üstte bir bayrak. Evet, korsan gemisindeydi. Ve artık rüyada olduğuna tamamen emindi.Krem rengi gömleğinin altına çektiği kahverengi pantolonu ve pantolonunu tamamlayan koyu renk çizmeleri vardı. Siyah saçları esen rüzgarda dalgalanıyor, bir yandan da kendisine tuhaf gözlerle bakıyordu göz göze geldiği çocuk. Gözlerinin elindeki kum saatine kaydığını gördüğünde tekrar çıktığı yere girdi hızla. Kapıyı arkadan kapattı. Onun kim olduğunu bilmiyordu ama kum saatini ona vermeye hiç niyeti yoktu. Nasıl geldiyse aynı şekilde gitmek istiyordu çünkü. Bu kum saati gidiş biletiydi. Çocuk kızın gidişini izledikten sonra hiç vakit kaybetmeden önünde durduğu odaya girdi. İçerideki herkes onun bu ani geri dönüşüne şaşırmıştı.
"Neler oluyor? Gideli 1 dakika bile olmadı"
"Harita odasında bir kız var"
"Aşçılarımızdan biri olabilir mi?"
"Hayır o daha çok şey gibi görünüyordu..."
Hongjoong, Wooyoung'un söyleyeceklerini merakla bekliyordu. Böyle lafı ağzında dolandırmasından hiç hoşlanmazdı.
"Gelecekten gelmiş gibi...elinde de kum saati vardı"
Hongjoong arkadaşının son dediği şeyle ellerini önünde durduğu masaya vurarak ayağa kalktı.
"Ne demek kum saati var?! Nerede şimdi o?"
"Harita odasın-"
Daha arkadaşının sözünü tamamlamasına bile izin vermeden kapıya doğru yürüdü. Bir yandan da odadaki diğerlerine emirler veriyordu.
"Seonghwa tüfeğimi getir! Kendininkini de al! Herkes benimle gelsin! Wooyoung sen mürettebatı uyar! Bu kişi her kimse tehlikeli olabilir. Kum saatini çalmaya gelmiş bile olabilir! Ve en önemlisi bize zarar verebilir!"
Wooyoung bir an için o kadar masum bakan bir kızın nasıl suçlu olabileceğini düşündü. Ama yine de kendine denileni yaptı. Seonghwa da liderlerini başıyla onaylayıp hemen odadan çıktı. Çalışan mürettebatın arasından hızla ilerleyerek başka bir bölmeye girdi. Gerekli şeyleri aldıktan sonra yine aynı hızda harita odasının olduğu yerin önünde toplanan arkadaşlarının yanına gitti. En önde, kapının hemen dibinde olan Hongjoong'a tüfeğini verdikten sonra kendisininkini de alıp hazır halde beklemeye başladı. Normalde soğukkanlı olan liderleri bile "kum saati" lafını duyduğunda ister istemez endişelenmişti. Sonunda Hongjoong derin bir nefes verip kapıyı büyük bir tekmeyle açtı. Ve tüfeği odanın diğer ucunda bir köşeye sinmiş oturan kıza çevirldi.
"Kum saatini bırak! Hemen!"
Rian önce kopan büyük gürültüyle sonra da içeriye giren tuhaf giyimli adamlarla korkunç bir çığlık bırakmıştı. Çığlığı birkaç kişinin yüzünü ekşitmesine neden olsa da Hongjoong hala ciddi bir tavırla ona bakıyordu. Rian önce ona bağırmak istemişti. Kum saatini bırakamazdı. Ama korkudan adeta dili tutulmuştu. İkisi gözlerini hiç ayırmadan birbirlerine bakarken Seonghwa gözüne takılan şeyle yavaşça tüfeğini indirdi.
"Hongjoong...bizim kum saatimiz zaten yerli yerinde"
Hongjoong gözlerini odada duran masaya çevirdikten sonra kan beynine sıçramış gibi hissetmişti. Seonghwa'nın dediği şey herkesin aklına tek bir şey getiriyordu. Kum saati gelecekten gelmişti. Tabi bu kız da öyle. Hongjoong tüfeğini indirirken içinde şok etkisi yaratan şey yüzüne vurmuştu. Sesini biraz alçalttı olanlara inanmak istemiyorcasına.
"O-onu nerden buldun?"
Rian sonunda utangaç bir şekilde konuştu. Sesi normalden daha kısık çıkıyordu çünkü gelir gelmez bir şeyleri mahvettiğinin farkındaydı.
"Harabe evden"
"Tanrım hayır...hayır, hayır, hayır! Seonghwa lütfen bana rüyada olduğumu söyle"
Seonghwa sessiz kaldı. O da olanların bir rüya olmasını istiyordu diğer herkesle beraber. Hongjoong başını iki yana sallayarak yavaş adımlarla yerde oturan kızın yanına ilerledi. Bir eliyle tüfeğini tutarken boşta kalan elini kıza uzattı.
"Onu bana ver"
Rian başını iki yana salladı
"Onu bana ver hemen!"
"Olmaz! Onunla tekrar evine gideceğim!"
Hongjoong alay edercesine sırıttı.
"Onunla yalnızca masada duran diğer kum saatinin yanına gidebilirsin, aptal!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pirate kings: ateez
Fanfiction"Anladığım kadarıyla şu an geçmişteyim" Yunho kısa bir süreliğine ona baksa da cevap vermemişti. "Hongjoong sana cevap vermemeni mi emretti?"