Bir hazinenin peşine düşmüş adamlar, birbirlerini emelleri uğruna yok sayan dostlar, kötülük, duygusuzluk, soğuk; buz gibi soğuk. Ve sonra kavurucu güneş, çöl... Hayatta kalan kimse yok. Bu tam bir kardeş katli!
Daldığı berbat rüyadan gözlerini açarak kurtulurken kendisini de tıpkı gördüğü kötü rüya gibi kötü hissediyordu. Günler sonra ilk defa uyuyabilmişti ve onda da bu rüyaya maruz kalmıştı, ne hoş!
Sert ve soğuk zeminden kalkarken vücudunun her yerinin tutulduğunu yeni fark edebilmişti. Söylene söylene dağılmış saçlarını elleriyle yüzünden çekerken kendisine doğru yaklaşan adım seslerini duymasıyla merakla koridorun sonunda görünen gölgelere baktı. İki kişilerdi. Biri Seonghwa olabilir miydi? Geldiğinden beri 4 gün geçmişti. Rian artık ne zaman onu düşünse tam karşısında duran demir parmaklıklardan birini söküp kendi kafasına saplamak istiyordu. Artık onu düşünmemeliydi, bir an bile. Sadece kendisini kurtarmanın bir yolunu bulmalıydı.Adım sesleri git gide daha fazla yaklaşırken Rian artık iki kişi olduklarını anlayabiliyordu. Kısa süre sonra da ayak seslerinin sahipleri görüldü. Tanımadığı bir adam, ellerini arkasından sıkı sıkıya kavradığı Wooyoung'u getiriyordu. Tam karşısında duran hücrenin kilidini açtıktan sonra genç korsanın girmesini sağlayıp yeniden arkasından kilitledi. Rian olanları şaşkınlıkla izliyordu. Hongjoong'un kendisini hapsetmesini bir ihtimal anlayabilirdi ancak Wooyoung? Onlar yakın arkadaştı. Hatta Hongjoong ona çok güvenirdi. Ne olmuştu da Wooyoung'u da bu duruma getirmişti? Kapıyı kilitledikten sonra hızlı adımlarla yeniden giden adamı izledikten sonra bakışları kendisini şaşkınlıkla izleyen Wooyoung'a çevrilmişti.
"Rian? Sen..."
"Uzun zamandır burdaydım. Haberiniz yoktu, değil mi?"
Usulca başını sallarken Rian da burukça gülümsedi. Buranın dışarısında her ne yapıyorlarsa kimsenin onu sormadığı aşikardı.
"Peki ya sen? Benden çok senin burada olman tuhaf"
"Ben mi? Şey... Doğrusunu istersen uzun hikaye"
Günlerdir yanına kim geldiyse hep kendisini terslemiş ya da asık suratla bakmıştı. Şimdi Wooyoung'un sakin ses tonu bile kendisine fazlasıyla iyi geliyordu. Yavaşça parmaklıklara yakın bir yere oturup ayaklarını bağdaş kurarken genç korsana hafifçe gülümsemişti.
"Her ne oluyorsa bilmek istiyorum, lütfen anlat"
Tıpkı onun yaptığı gibi Wooyoung da yere oturup bağdaş kurarken sırtını da duvara vermişti. Derin bir nefes verdi önce, sonrasında kendisine fazlasıyla zor gelen olayları kafasından bir kez daha geçirdi acıyla. Anlatmak bile istemiyordu aslında, dile getirmek istemiyordu. Ama Rian'ın bilmesi gerektiğini düşünüyordu. Hongjoong onu suçlasa da o Rian'a güveniyordu. Hem kendilerine oldukça yardımı dokunmuştu.
"Buraya geldiğimiz ilk günler her şey güzeldi. Herkes mutluydu, tıpkı bize vaat edilen gibi. Ama sonra her şey bozuldu Rian. Bize ihanet eden biri vardı, zaten bunu biliyorsundur. Hongjoong onun Yeosang olduğunu düşünüyordu ve beni, onu takip etmekle görevlendirdi. İlk başta inanmadım söylediklerine. Çünkü Yeosang olamazdı, o Hongjoong'u canından çok severdi. Zaten sevgisinde yanılmamışım da. Ama Beyaz Devler ile haberleşen oymuş. Bunu Hongjoong'u korumak için yapıyormuş. Beyaz Devler'in gerçek hikayesini bildiğini söyledi, ama bana anlatmadı. İşte bu bildiği şey yüzünden onlarla beraber Hongjoong'u buraya getirmekten vazgeçirmek istiyormuş. Onu çok uyardım, her ne kadar amacı kötü olmasa da iş birliği yaptığı kişiler bizim düşmanlarımızdı. Ama beni dinlemedi.
Bir gece yine onlardan gelen bir mektup Hongjoong'un eline geçti. Bir hazineden bahsediyordu mektupta. Wonderland'de bulunuyormuş. Hongjoong bunu kimseye söylemedi, kendisi bulmak istiyordu. Kendisi sahip olmalıydı sadece. Ama sonra diğerleri de öğrendi. Bazıları Hongjoong'a yardım etmek istedi, bazıları ise Hongjoong'a karşı durup kendileri aramak istediler. Ama dışarıdan bakıldığında herkes Hongjoong'u destekliyor gibi görünüyordu. İşte bu bahsi geçen hazine herkesi birbirine düşürdü. Wonderland harap oldu. O yeşil, cennet gibi zamanları yok artık. Her yer kupkuru kaldı. Tıpkı Hongjoong ve diğerlerinin kalpleri gibi...
Tabi onlar hazinenin peşine düşmüşken Yeosang'a mektuplar gelmeye devam ediyordu. Hongjoong bunun suçlusunun ben olduğumu düşünüyordu. Yeosang'ı iyi gözetleyememişim. Bunda haklı, onu gözetleme işimi yapmadım, bile isteye hem de. Çünkü ona neler yapacağını tahmin edebiliyordum. Onu ateşe atmaktansa ben yanardım daha iyi. Ve oldu da, beni buraya hapsetti önce. Şimdi de idamım için gün sayıyorum"Son sözlerine doğru genç korsanın sesi titrerken ağlamaklı gibi olmuştu. Anlatması bile acı verirken o bu olayları yaşamıştı. Tek istediği şey arkadaşlarının yeniden eskisi gibi olmasıydı. Ama şimdi en yakın dostu onun idam emrini vermişti. Rian da onun acısını en derinde hissetmişti anlattıklarıyla. O çocukları kendisi de seviyordu. Nasıl bu duruma düşmüşlerdi ki?! Anlaması çok zordu. Özellikle de birbirlerini öldürecek olmaları...
"Bunu...Bunu kendisi yapmayacak değil mi? O bu kadar cani olamaz!"
"San'a yaptıracak. O şimdi en güvendiği ikinci kişi"
Bu sözlerle beraber dakikalardır gizlemeye çalıştığı gözyaşları yavaş yavaş yanaklarından süzüldüğünde elinin tersiyle hızlıca sildi onları. Güçlü olması gerekiyordu. Ama şimdi en yakınlarından birisi onu kendi elleriyle öldürecekti.
~
Saatler sonra ikisine de getirilen minik bir tabaktaki yemeği yerlerken ortamda tuhaf bir sessizlik vardı. Wooyoung bu sessizliği bozmak istiyordu, en azından onun neden burada olduğunu merak etmişti, bunu sorabilirdi. Ağzındaki son lokmayı da yutarken kafasını kaldırıp kısık bir sesle Rian'a seslendi.
"Ben anlattım, peki ya sen? Sen neden buradasın?"
"Oradayken kimse Hongjoong'a sormadı sanırım"
"Öyle..."
"Odd Eye'a sahip olduğumu biliyorsundur sanırım"
"Hongjoong söylemişti öyle bir şey. Peki bu ne anlama geliyor?"
"Odd Eye'a sahip olan birileri daha varmış; Beyaz Devler... Bu yüzden Hongjoong onların soyundan geldiğimi düşünüyor. Benden şüpheleniyor. Bir şey yapmadığımı söylesem de inanmıyor. İşte bu yüzden, buradayım"
"Peki...gerçekten de onları tanıyor musun?"
"Tabi ki de hayır! Ben hiçbir şey bilmiyorum Wooyoung"
Ve yine şu sessizlik... Düşünceli görünüyordu Wooyoung. Belki de Hongjoong gibi o da kendisine inanmıyordu. Önündeki yemekten isteksizce bir kaşık daha alırken genç korsan hiç ummadığı bir şekilde yeniden söze başlamıştı.
"Buradan çıkmamız lazım. Her ikimizin de... Haksız yere tutuluyoruz ve bu kadar kolay ölüme teslim olamayız"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pirate kings: ateez
Fanfic"Anladığım kadarıyla şu an geçmişteyim" Yunho kısa bir süreliğine ona baksa da cevap vermemişti. "Hongjoong sana cevap vermemeni mi emretti?"