Wonderland'e gelen mektupların ardı arkası kesilmiyordu. Wooyoung arkadaşının bunu neden yaptığını öğrenmişti. Her ne kadar Hongjoong onu iyi gözetleyememekle suçlasa da herkesin bildiğinden daha çok şey biliyordu. Yeosang sadece buradaki herkesi korumak istiyordu, başta Hongjoong olmak üzere. Ama arkadaşlarını korumak amacıyla başvurduğu yol ne kadar güvenilirdi emin olamıyordu.
Hongjoong'un içini kaplayan kötü hisler günden güne artıyordu. Korku, öfke, güvensizlik... Wonderland'e geldiklerinden beri üç hafta geçmişti. Üç haftada bile öyle çok şey değişmişti ki... 8 arkadaş da birbirleriyle konuşmuyorlardı. Herkes kendi halindeydi. Wooyoung öğrendiklerinin etkisindeydi, Yeosang'ın kötü bir amacı olmadığını Hongjoong'a nasıl anlatacağını düşünüyordu. Hongjoong ise ondan gelecek haberleri bekliyordu merakla.
Diğerlerinin içindeki duygular da ölüyordu yavaş yavaş. Sevgiden eser yok gibiydi kalplerinde. Tabi harap olan sadece ruhları değil, Wonderland'in kendisiydide. Masallardan çıkmış gibi görünen cennet, yerini yavaş yavaş çöle bırakıyordu. O büyük çınardan eser yoktu. Yaprakları dökülüyor, sarmaşıkları kuru otlara dönüyordu. Burası herkese ebedi mutluluğu sunarken artık ebedi karanlık ve kötülük çöküyordu yavaş yavaş üzerlerine.~
Adım sesleri git gide yaklaşıyordu. Yemek saati mi gelmişti? Böyle düşünmek saçma gibi geliyordu ama kaç gündür onu sadece bir köpek gibi besliyorlardı. Sadece öğle yemekleri...onun dışında yanına uğrayan kimse yoktu. Bu bazen mürettebattan biri oluyordu, bazen ise aşcılardan biri. Ama gelen kişi demir parmaklıkların ardından ona baktığında bu sefer Rian fazlasıyla özlediği birini görmeyi aklının ucundan bile geçirmemişti. Bunca zamandır neredeydi? Neden hiç gelmemişti yanına? Rian'ın vaziyeti vasatın da vasatı olmasına rağmen hala onu düşünüyordu. Kötü bir şey mi olmuştu? Kendisini buraya hapseden Hongjoong ona da kötülük yapıyor muydu?
Bütün halsizliğine rağmen Seonghwa'yı görür görmez ayağa fırlarken demir parmaklıklara adeta yapışmıştı. Genç korsan elindeki yemek tepsisini bir kenara bırakırken Rian onun o çok özlediği ellerini tutmaya çalışıyor, bir yandan da adını sayıklıyordu acıyla.
"Seonghwa...S-Seonghwa ben, ben seni çok özledim"
Son kelimelerine doğru git gide sesi kısılıp fısıltı halini alırken Seonghwa ifadesizdi. Rian onun gözlerine baktığında eskisi gibi cennetten çıkma bir deliğe düşmüş gibi hissetmiyordu. Derin koyuluğunun ardındaki acımasızlık ve hırs ateşini seziyordu adeta. O eski, hoşlandığı hatta delicesine bağlandığı Seonghwa değildi. Belki de uzun zamandır görmediği için duyguları değişmişti? Hatayı kendisinde aramak istiyordu Rian. Onu suçlu durumuna düşürmek istemiyordu asla.
"Nasılsın Rian?"
"İyiyim. Sen?"
İyi olduğu koca bir yalandı
"İyiyim. Uyuyabiliyor musun burada?"
"Şey, evet. Uyuyabiliyorum
"Güzel. Bu gece hiç bir rüya falan gördün mü?"
Rian'ın, onun buraya geliş nedenini anlaması çok da uzun sürmemişti. Onu Hongjoong göndermişti. Sahip olduğu şeyin artık bilincindeydi ve kimseye bir şey anlatma niyetinde değildi. Özellikle de onu burada ne kadar süreceğini bile bilmeden kalmaya zorlayan Hongjoong'a... Zaten istese de söyleyemezdi. Kaç gündür gözüne uyku girmiyordu. Başını sessizce iki yana sallarken genç korsanın bakışları daha da hiddetlenmişti.
"Rüya görmedim"
"Ne? Nasıl yani?"
"Buraya bunun için geldin değil mi? Seni Hongjoong gönderdi"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pirate kings: ateez
Fanfiction"Anladığım kadarıyla şu an geçmişteyim" Yunho kısa bir süreliğine ona baksa da cevap vermemişti. "Hongjoong sana cevap vermemeni mi emretti?"