Deniz Öztürk
Do ve Mi. Birbirine fazlasıyla yakışan diğer onlarca notadan sadece iki tanesi. Ve benim duygularım gibi, hepsi birbirinden bağımsız ama bağlandıklarında ortaya bir şaheser çıkarıyorlardı. Pera'nın evde olmayıp yine de kurduğu dijital saatini kapatmaya kalkmış ve bir daha da geri uyuyamamıştım. Ve uykum kaçınca, kalbimin ait olduğu yere, okuldaki sahneye gelmiştim. Sürüklenen kocaman piyanoyu sahnenin ortasına doğru ittim ve piyanoyu uzunca süzdüm. Evdeki piyanoma benzemiyordu. Hiç hem de.
Evdeki piyanomu, lise birinci sınıfta doğum günümde annemler almıştı ve taşınırken buraya sürüklemiştim onu da kendimle. Ama okuldaki bu kuyruklu piyano, fazlasıyla kıymetli ve eskiydi. Kaplaması üniversiteyle aynı yaştaydı. Ona tapıyordum. Ve onunla şarkı çalma şansım anca erken uyanınca oluyordu, tamamen yalnız şekilde. Şu an Whitney'den, I Have Nothing'i çalıyor olmanın verdiği rahatlıkla, aklımdan geçen kişiyi düşünerek söylüyordum büyülü sözlerini.
Bir kapıyı daha kapattırma bana, artık incinmek istemiyorum... Cesaretin varsa kollarımda kal, ya da seni orada hayal etmek zorundayım...
Diğer notaya yükselecek gücü kendimde bulamadım ve ağlamaklı bir sesle kafamı yasladım. Niye böyle zordu ki bu şarkıya başlamak ve bitirmek? Nedenini bir ben biliyordum galiba. Bunu Ayberk'le son ve gerçek ayrılığımızda ona adamıştım çünkü. Aylarca tekrara aldığım bir şarkıydı. Ve verdiği his hala burnumun direğini sızlatıyordu, iyi mi kötü mü hissedemesem de acı veriyordu o duygular. Kendimi topladım ve şarkıyı bitirdim. Ve o an bir alkış duydum, aynı saniyede kafamı gelen yere çevirdim. Ah... Yine o'nu hayal ediyordum muhtemelen. Artık gerçekten ölmediğini bilsem de burada olması fazla mantıksızdı. Hele ki onunla ilgili bir şarkı söylerken ortaya çıkması... Kesinlikle kendi kafamda hayal ediyordum. Ta ki sahneye yürümeye başlayınca, hayal olamayacak kadar burada olduğundan emin oldum. Hala hafif hafif alkışlarken, merdivenleri çıkıyordu Ceylan. Geldi ve piyanonun diğer ucunda durdu.
"Her zaman müzik yeteneğine aşık olmuşumdur..." dedi imalı şekilde. Ona bakmayı kestim ve piyanonun kapağını kapadım o arada.
"Sen de hayaletten gerçeğe terfi etmişsin." dedim beni gelip izlediği iki yıla ima göndererek. Elini boylu boyunca tozlu piyanonun kapağında gezdirirken dudak arasından güldü. "Cesaret hapı içtim de denebilir. Sonra aydınlandım, sen hala yedinci sınıftaki, programını bana göre uyduran o kızmışsın. Saklanmama gerek yokmuş." dedi hala yandan gülerken. Ağzım iki santim açıldı ama topladım o tam tadına varamadan.
"Cesaret hapı diye verdikleri şey yasal olmamalı. Seni sahip olmadığın bir kafaya uçurmuş çünkü." dedim bu özgüveninin nereden geldiğini sorarcasına. Gerçekten inanılır gibi değildi. Tamam, her zaman benimle didişirdi, yine de yıllar sonra garip hissettirmişti. Birer adımlarını yanımdaki koltuğa yaklaştırıyor gibiydi. Geldiği an kalktım ayağa. Çünkü deli gibi sevdiğim, ayrıca eski sevgilimin hayaletinden de şirketinden de hoşlanmayan, bir sevgilim vardı.
"Beni Gökhan'la karıştırdın." dedi bu sefer kahkahasını tutmadan.
Bir anda kaşlarım çatıldı. "Sen nereden biliyorsun?"
Beni böldü. "Sadece seni izlemeye gelmiyordum."
"Bu yaptığın suç, polise gidilebilecek bir olay. Resmen yıllardır takip ediliyormuşum." dedim ürktüğümü belli etmek istemesem de rahatsızlığımı anlaması için.
"İstese iki yıldır sana zarar verebilecek ama böyle düşüncelere sahip olmayan yarı ölü sevgilin tarafından." dedi kurnaz ağzıyla.
"Eski." dedim cümlesinde beni rahatsız eden sevgili lafına karşılık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dört Renk Tek Ton (DÖRT RENK SERİSİ 1)
RomanceOnlar dört farklı renkti, ama tonları aynıydı. Sevecekleri kişileri de renklerine uygun seçmelilerdi. "Benimle evlenmek isteyen bir adam, aceleci bir genç, tanımak için can attığım bir yabancı, yasaklanmış bir romandı Poyraz Çakır." 2. Kitap Dört R...