Pera Arslan
"Tişörtünde bir şey var Pera..."
"Tişörtümde mi? İmkânsız, eğer o hamburgercinin özel sosuysa... Çıkmaz..." Kendi kendime konuşarak beyaz tişörtümü kontrol ediyordum ki bir parmak şakasına kurban gitmiştim. Bu çocukça şakayı yapan Furkan, kahkahalara boğulmuştu. Tam da ondan beklediğim gibi davranıyordu... Sinir bozuculuğu günden güne artan garip bir arkadaşımızdı kendisi. "Hala beş yaşında olduğunu bilmiyordum, iyi oldu öğrendiğim... Pardon! Güvenlik bu tarafa bakabilir mi? Yaşı küçük biri buraya girmeye çalışıyor da." Alaycı ses tonum yerini almıştı, onunla uğraşmak istemesem de ilk o başlatmıştı. Furkan ise bu davranışıma karşın güvenlikteki sert görünen adama başıyla selam vererek kolunu omzuma attı. Girişten sonra tabi ki klasik hareketimizi yaparak ilk 3 saniyede birbirimizden ayrıldık. O kendi arkadaş grubuna bense kendiminkine doğru yürümüştüm. Bu gece kulüplerinin damsız almama mevzusu, Furkan'ı yavaşlatmasın diye yaptığımız bir olaydı, hep de işe yarardı.
Şu an girmiş olduğum gece mekânı, 90'lar havasında olması nedeniyle neon ışıklarında etkisinde, feci insan teri ve havaya 5 dakikada bir sıkılan oda kokusu kokuyordu. İnsanı hipnotize eden bir etkisi vardı. Hatta bu öyle bir etkiydi ki, neredeyse masamızı bulamayacaktım! Bulmama yardımcı olan şey gürültülü müziği bile bastıran kahkaha sesleri olmuştu, gözlerimi devirmeden edemedim, beklemelerini söylememe rağmen yine bensiz içmeye başlamışlardı... Masadaki yerime kayarken hararetli bir konuşma içerisinde olan arkadaşlarıma geniş bir açıdan baktım. Hepsi birbirinden ayrı kafalardaydı! Bu masayı yabancı bir göz, nasıl analiz ederdi diye düşünmeden edemedim ve kendime kısa bir oyun oynamaya karar verdim. Analize başladığımda, en başta dikkat çeken Bora'nın olduğunu fark ettim, sarı saçları ve muzip tavrıyla, sadece geceleri bize ayak uyduran, ortamın kadın avcısı denebilecek bir karakterdi kendisi. Onun tam karşısındaki kişi, Rüzgar ise masadaki en yakışıklı oğlandı, denebilirdi. Yüzünün insanlara tanıdık gelmemesi için şapkayla oturan Rüzgar Koçhan, camiasından uzaklarda bizim gibi ortalama bir arkadaş grubuna, asırlık arkadaşım Deniz'in hayatına girmesi sayesinde, dahil olmuştu. Rüzgar, Ankara'da okuduğumuz dönemlerde, bizim üst sınıfımızda okuyan, narin gözüken bir liseliydi, sonrasında üniversiteye geçmeden önceki yaz vücut geliştirmiş ve herkesi bu imaj değişimi ile şaşırtmıştı. Deniz haricinde çünkü Deniz onu cılız halde sevmeye başlamıştı, sadece sevgisini arttırmıştı ergenlikten çıkması. Deniz'den dolayı bizde bir nevi Rüzgar'ın her şeyini bilirdik, o yüzden arkadaşımız olması çok kolay olmuştu, şimdiyse ağabeyimiz gibiydi o babacan tavrı ve ışıl ışıl yeşil gözleriyle. Deniz ile tam üniversitenin ilk gün çıkmaya başlamışlardı ve işte şu an, muhtemeldir ki havadan sudan bir konuda birbirleriyle didişmekle meşgullerdi.
Deniz ise, kendisi lisenin ilk gününden beri dostum olan, tam bir 'o' kızdı, görünüşü bir yana tavrıyla bunu hissettirirdi insanlara. Gözlerinin içindeki hırs ateşi, masayı bile kavurabilecek derecede şiddetli yanardı, bu yanıyla hep dikkat çekerdi. Yanlış insanlardan çektiklerinin acısını hayattan bir bir çıkaran tanıdığım en güçlü kadınlardandı. Analizime devam etmem gerekirse, radarıma karşılarındaki koltukta oturan çift girmişti. Birbirleriyle evlenebilecek ve çocuk yapabilecek kadar uzun zamandır birlikte olan, Toprak'la Gökhan'ı inceliyordum şimdi de. Toprak, aynı Deniz gibi liseden beri hayatımda olan, kendisini İstanbul'da yaşamaya bizzat zorladığım, sıra arkadaşımdı. Kollarının kaslı yapısı ve dik duruşuyla, sporcu olduğu kolayca anlaşılırdı, kendisi basketbol oynayarak geçimini sağlıyordu. Basketbol tutkusu onu gecelerinden gündüzlerinden ediyordu ama bunun ona değdiğini söylerdi hep bize. Aslında onun zor zamanında, aklını dağıtacak sözlere sahip bir şarkıydı basketbol. Topu çemberden geçirdiği an ki gülüşü ve dikleşen sırtı, onun ile basketbol arasında olan bağın güçlülüğünün resmiydi adeta. Elini tuttuğu adam, sevgilisi Gökhan ile şu saniyede birlikte geçirdikleri sekizinci yılları dolmaktaydı. Kendime çuvaldızı batırmadan yapamadım, ben daha toplasam sekiz gün biriyle harcamamışken bu sekiz yıl detayı, özellikle benim için çok ciddi bir emek teşkil ediyordu. Tabi, sürekli kavga harbinde olmaları ise özenmediğim tek noktalarıydı. Koltukta yer kalmadığı için sandalyede oturup kafasına muhtemelen votka sanıp tekila diken ise, Masal'dı. Her dörtlü kız grubunun sakar olanı olmalıdır denildiği o kişi, tam olarak Masal'dı. Bunu nasıl mı tespit etmiştim? Tam şu an gözlerimin önünde elbisesinin üstüne ağzından düşürdüğü alkolü döktüğü için, anlamam zor olmamıştı. Upuzun saçlarından üstüne döktüğü alkolü bile fark edememişti, yoğun lüleleri yüzünden bu gece sonunda önünü bile göremeyebilirdi. Ve şimdi yanına bir sandalye çekerek oturduğum Masal, sevgilisi Çağın ile yeni ayrılmış ve mental olarak bitmiş şekildeydi, ayrıca dip not geçmek gerekirse, sevgilisinden ayrılan kendisiydi. İki bilemedim üç güne barışacaklarını bildiğimden, yorumsuz kalmaya karar vermiştim. Masadaki gözümün temas ettiği son kişi ise hepimizin favorisi Mert'ti. Mert'i favori yapan neydi diye sorulursa, flörtüz esprileri denebilirdi. Hatırlıyordum da üniversitenin ilk ayı, usanmadan yorulmadan hepimize yürümüş olduğu diye bir gerçek vardı. Ama hiçbirimizden ona doğru bir yönelme çıkmayınca, ikinci seçenek olarak dostumuz olmayı seçmişti. Telefon ekranımdan yüzümdeki makyajı kontrol ederken gördüğüm yansımadaki kişi ise, bendeniz Pera'ydı. Makyajım daha terlemeden çıkmış gibiydi, burun köşelerimi pudralamak gerekiyordu. Birazdan lavaboya gitmeyi kafama koydum, insan kalabalığını ikiye bölerek geçmek için enerji topladıktan hemen sonra gidebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dört Renk Tek Ton (DÖRT RENK SERİSİ 1)
RomanceOnlar dört farklı renkti, ama tonları aynıydı. Sevecekleri kişileri de renklerine uygun seçmelilerdi. "Benimle evlenmek isteyen bir adam, aceleci bir genç, tanımak için can attığım bir yabancı, yasaklanmış bir romandı Poyraz Çakır." 2. Kitap Dört R...