Apar topar tuvaletten çıkmıştık ve şu an ne yapacağımızı bilmeyerek koridorda birbirimize bakmakla meşguldük. "Masama geri dönmeliyim." Dedim telaşla, acele etmeliydim yoksa ona yapışacaktım. O üzgün dudaklarına...
"Pera, dediklerimin bir anlamı yok muydu? En azından, bir şeyler söyle."
Kafamı kaşıdım, kolayca düşünülemeyecek kadar fazla yükleme olmuştu, kapasitemi doldurmuştum. "Bana iyi şeyler söylediğin doğru ama kötü şeyler de duydum senden. Sadece... Biraz düşünmeliyim, benim için ağır bir yük."
"Ben de o yükü tek başıma rahat kaldıramıyorum, sensiz olmuyor Pera..." Poyraz çaresiz bir sesle itiraf etti, benimle olmak istiyordu.
"Ben mutlu muyum sanki Poyraz? Bana ben yapmadım dediğin an inanırım ben sana. Ama böyle kolay olmamalı. İki gündür ciğerim sönene kadar ağladım. Böyle kolay olmamalı..." Hem kendimi ve onu düşünerek konuştum.
"Seni, güvenini geri kazanmalıyım."
"Düşün Poyraz, aynısını benim sana yaptığımı ve senin gibi gelip mecburdum ama sadece öpüştüm desem? Hoş geliyor mu kulağa?" Günlerdir ilk defa sesimin normal çıktığını hissederek konuştum. Başıyla olumsuz şekilde cevapladı sorumu. Ve bana bile hissettirecek şiddette bir bıkkınlık inlemesi attı havaya. "Seni çok özledim."
"Böyle konuşma lütfen. Daha da dayanılmaz oluyor..." Bunu derken masalara yürümeye başlamıştım.
"Dayanılmaz olan neymiş?" Poyraz Çakır, saf taklidi yaparak arkamdan geliyordu. Onun da sesi, biraz daha sağlıklı çıkmaya başlamıştı.
"Sen ve şu yaralı kolun." Dedim, espri yeteneğimin geri geldiğini hissederek. İçimi gıdıklayan bir gülüş attı buna karşılık. "Gerçekten özledim seni Pera." Sesi, canı acır gibi adımı okşadı söylerken. Benim gibi hissettiğini hissediyordum. Kaybolmuş ve ona muhtaç. Cevap vermeden masamıza ilerledim. Uzay köşeye çekilmiş, morali fazlasıyla bozulmuş gibiydi. Toprak ortalıkta yoktu, Deniz de Rüzgar ile başka bir masada oturuyordu. Kafeyi ele geçirmiş gibiydik. Poyraz sıkkın bir hareketle masalarına vardı ve kupasındakini kafasına dikti. Bir şeyler düşünüyor gibiydi, derin derin. Onu görmemek için ters tarafa oturdum. Hem de Uzay'la yan yana olmak istemiyordum. Sırf Poyraz kıskanmasın diye yapıyorsun, dedi koltuğundan kalkmış ve üstündeki pijamaları çıkarmış iç sesim. İç ses, giy üstünü! Ve uzan tekrar o koltuğa, hala depresifim, dedim kendim bile inanmayarak. Çağla'nın derslerle ilgili yakındıklarını dinlemeye çalıştım ama kafam Poyraz'daydı. Burada mı kalacaktı? Ankara'da? Yoksa sıkılmış ve İstanbul'a mı dönmek istiyordu? Lütfen dönmesin, dedi iç sesim. Rüzgarların evlerinde ya da belki de otelde kalırlardı bu gece. Bilemiyordum... O an Deniz'le Rüzgar masamıza yürüdü, ayaklanıp Rüzgar'a sarıldım.
"Görüşürüz fıstık." Demesiyle gözlerim büyüdü, gidiyorlar mıydı? Gidiyordu, Poyraz da gidiyordu. Deniz ile öpüştüler uzunca ve bu masadakilerin kusma sesi çıkarmasına sebep oldu. Sonra dört masa öteye gitti ve Poyraz'ı kaldırdı yerinden. Poyraz etrafına bakındı, gözleri beni arıyordu galiba, ona bakmak yerine masaya bakmak istedim ama kalbim gözlerimin hareket etmesine izin vermedi. Bana derin bir bakış attı, deri ceketini üstüne giydi ve gözlerini dışarı çıkana kadar ayırmadı benden. Ve sonrasında kaybolup gitmişti. Of... Çok boğucu hissettirmişti onunla aynı mekanda olmak. Bu hissi unutmuştum.
Toprak yarı sarhoş gibi kapıdan girdi çok geçmeden. "Çınar bana çıkma teklifi etti, aslında baya değişik bir teklifti. Yani sevgilim olur musun çıkma teklifi sayılıyorsa?" Toprak Duru, çığlık atarak masadaki herkesi çıldırttı. Hepimiz hep bir ağızdan sevindik. Sevinme seremonisi bitince Erdem bana döndü ve omzuma vurdu. "Seni görmek için İstanbul'dan gelmiş, ha?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dört Renk Tek Ton (DÖRT RENK SERİSİ 1)
RomanceOnlar dört farklı renkti, ama tonları aynıydı. Sevecekleri kişileri de renklerine uygun seçmelilerdi. "Benimle evlenmek isteyen bir adam, aceleci bir genç, tanımak için can attığım bir yabancı, yasaklanmış bir romandı Poyraz Çakır." 2. Kitap Dört R...