Bulunduğum ortamda ışıklar açılırken ayağımın altında merdivenler olduğunu gördüm tek tek inmeye başladığımda merdivenlerin sonundaki sisli ortamda babamın bir koltukta tam karşımda oturduğunu gördüm. En son gördüğüm gibiydi. Yeni traş olmuş yüzü prüzsüz, saçları düzenli, vücudu formdaydı. Bana bakıyordu. Bunca zamandan sonra karşı karşıyaydık. Koşup sarılmak istiyordum. Herşeyi unutup, boşverip ona sarılmak kokusunu tekrar içime çekmek…
O kadar hareketsiz bir şekilde oturuyordu ki sanki nefes bile almıyor gibiydi. Gerçekten zaman onu neden değiştirmemişti. Ben onun gidişinden sonra bu kadar değişmişken abim, annem hepimiz değişmişken neden o aynı son gördüğümdeki gibiydi.
Aslında hiç biri umrumda değil. Tek istediğim ona sarılmakti.
Ayaklarım yine benim isteğimin aksine hareket etmiyorlardı. Babam karşımda en fazla 5 adım ötemde oturuyordu ama ben gidip sarılamıyordum. Bunun nasıl bir acı verdiğini sanrım anlatamam. Sisli salonun ortasında oturan babam gülümsedi bir an bana gülümsediğini düşünüp bende gülümsedim. Ama kafamı kaldırıp merdivenlerin başından benim 3 sene önce doğum günümde giydiğim kıyafetle indiğimi gördüm. Bir dakika bu nasıl mümkün olabiliyordu. Babam ayağa kalkıp merdivenlere yaklaştı 3 sene önceki görüntüm beni umursamdan aşağıdaki babamın koluna girip ilerlemeye başladı. Babam gözümün önünde benden uzaklaşıyordu. Kimse neden beni görmüyordu ki. Basamaklardan inmeye çalıştım ayağımı kıpırdatamadım bile. Babamın koluna girdiğim 3 sene önceki görüntüm kapıdan çıkarken bana baktı. O beni görüyor muydu. Ayağımın altında bir kıpırdanma hissettiğimde demin basamak olan yerlerde şimdi boşluk olduğunu gördüm. Yavaş yavaş sisli salon da gözümün önünden uzaklaşıp gidiyordu.
Nerdeydim ben saat kaçtı. En son yatağıma yattığımı hatırlıyorum sonrası yok.
Hızla gözlerimi kırpıştırdım. Görüş açıma karanlık tavan girince aynı hızla doğrulup yatakta oturur pozisyon aldım. Bugüne kadar çok kabus görmüştüm ama bu… bu farklıydı. Babam. 3 sene önceki ben. Ellerimle yüzümü kaparken hala kendime gelmeye çalışıyordum.
Yatağın sağ tarafı çöktüğünde bir anda neye uğradığımı şaşırdım. Odada tek olduğumu sanıyordum.
Eli belimi kavrarken beni tekrar yatağa yatırdı. Acaba abim miydi?
Tanıdık koku burnuma dolarken…. Nane ve sigara. Buğra.
Onun burada olmaması gerekiyordu değil mi? Sonuçta her arkamı döndüğümde bir çift koyu göz ve bu kokuyla uyanamazdım.
Kendime sakin olmam gerektiğini hatırlatıp dururken nefesinde alışık olmadığım bir koku fark ettim. Alkol.
Hala elini belime sarmış beni kenidine doğru çekenin Buğra olduğuna inanamayarak çıkarabildiğim en tiz sesle konuştum
“Buğra” ancak fısıldayabilmiştim. Başını göğsüme koydu. Gözlerini kırpıştırdığını hissdiyordum.
“Normalde de böylemi” sesi yorgun çıkmıştı ama kelimelin çoğu sanki daha ağzından çıkmadan yuvarlanıp gitmiş gibiydi.
“Ne” dedim şaşkınlıkla.
“Kalbin. Hep böyle hızlı mı atıyor.” Acaba şuanki garip derecedeki samimiyetimiz hızlı atan kalbimin sebebi olabilir mi Buğracım.
“Bilmem” dedim içimden Buğrayı itmek isteyerek.
“Burası senin evin değil.” Yavaşça üzerimdeki kolunu kaldırdım ve kendimi ondan uzaklaştırmaya çalıştım. Ne yazık ki sarhoş Buğra daha güçlüydü yana ittiğim kolunu tekrar belime sardı ve beni kendine dibine çekti.
“Kalkma” söylediğini kelime ne kadar emir cümlesi olursa olsun ses tonundaki yumuşaklık ilk kez bana Buğranın çarezsiz olduğunu düşündürttü.
Kalkmam gerekiyordu. Belki abime söylemem. Ya da ne biliyim işte sonuç olarak onun kolları arasında uyumam doğru değildi. Nedense Buğrayla her yakınlaştığımızda içimden bir ses bu anın tadını çıkar bir daha istesen de eline böyle bir fırsat geçmeyecek diyordu.
Yapmam gereken en son şeyi yapıp ona doğru döndüm. Kafasını kaldırıp yastığa koyduğunda gözlerini gözlerime sabitledi.
Çok yorgun gözüküyordu. Bitkin. Hatta belki de bıkmış. Resmen gözlerinden okunuyordu halsizliği. Sanki tek kelime daha etse düşüp bayılacakmış gibiydi.
Bu gece olanlar abimin Buğraya söyledikleri Alp’in davranışları…
Yine aklımda binlerce soru oluşmuştu.
Buğrayla Alp kardeş mi ?
Alp bizden ne istiyor?
Eğer bana zarar vermek isteyen oysa neden Buğra bana yardım ediyor?
Sonra bu soruların cevaplarını bulmaya karar vererek zihnimde birinci sırada olan soruy Buğraya yönelttim.
“Neden buradasın?” gözlerini sımsıkı kapadı derin bir nefes aldı verirken de gözlerini yavaşça araladı.
“Lütfen” rica ediyordu. Buğra. “Lütfen kalkma” sarhoştu. Bunu yorumlayabileceğim tek şey sarhoş olması olabilirdi. Sabah uyandığında küfrederek benden uzaklaşacak ben dün gece senin yanında mı uyudum diyecekti. Alışılmış Buğra böyle yapardı.
Gerçi kabul ediyorum. Bu hali pekte alışmış bir Buğrayı anımsatmıyor bana ama dediğim gibi sarhoştu. Napacağımı bilmiyordum. Şimdi kalkıp başka bir yerde yatarsam elimde ki fırsatı tepecektim. En azından ben öyle hissediyordum.
Tekrar sırt üstü dönüp Buğranın başını göğsüme koydum. Yaptığım bu hareket beni utandırsa da o halinden memnun görünüyordu. Derin bir nefes alıp konuştu.
“Teşekkür ederim” cevap vermedim ne diyecektim önemli değil mi? Ama önemliydi sonuçta abim bizi böyle görse ne tepki verir bilmiyordum.
Gözlerimi sımsıkı kapayıp gördüğüm kabusu aklımdan silmeye çalıştım Buğranın kokusunu buna yardım ediyordu inkar etmeyeceğim.
***
Gözüme çarpan güneş ışığıyla gözlerimi açtığımda kafamın yastık yerine Buğranın kaslarında olduğunu fark ettim.
İrkilerek doğrulmaya çalıştığımda homurdandı.
“Bir rahat duramadın kızım ya” uyanık olduğunu düşünmemiştim.
“Biz bütün gece bu haldemiydik” dedim iç içe geçmiş bacaklarımızı ve bitişik bedenlerimizi işaret ederek. Kısık sesli bir kahkaha atıp yüzüme baktı.
“Aslında hayır. Bir ara üstümde yattığını hatırlıyorum.” Ben yüzümü buruştururken o ayağa kalkıp banyoya girdi. Kapıyı kapamadan suyu açtı. Arkasında bakarken kendimden bir kez daha nefret ettim baya baya onunla uyumuştum.
Odaya geri döndüğünde bana bakmadan pencereye doğru yürüdü perdeyi sonuna kadar açıp camı araladı.
Yastığıma sarılırken uykulu gözlerimle onu izliyordum. Hiçte yeni uyanmış uykulu bir hali yoktu. Pencerenin kenarına oturup bacağını dışarıya sarkıttığında bir anda telaşa kapıldım. Yatakta oturu pozisyona geçerken korkuyla ona baktım.
“Atlamayı düşünmüyorsun değil mi?” elini çenesine götürüp düşünürmüş gibi yaptı bir iki kez çenesini ovduktan sonra harika bir fikir bulmuş gibi gözlerini iri iri açtı
“Tam olarak bunu yapıcam”
“Saçmalama ölürsün” dedim. Sesimde sadece endişe vardı. Tamam ikinci katta olabilirdik ama sonuçta yüksekti. Kahkaha atarak camdan bacağını çekti.
Yanıma tekrar uzanırken başını bana doğru çevirdi.
“Ölmem ama sakat kalırım” eliyle yanağımı okşamaya başladığında yanaklarımın alev aldığını hissediyordum. Gözlerini gözlerimden ayrımıyordu. Tam o anda konuşmaya başladı sesi fısıltı gibi çıkmıştı.
“Sakat kalsam da sen bana bakarsın” gözlerimi iri iri açarken o gülümsedi. Hızla yataktan kalkıp tekrar pencerenin önüne geçti.
“Abin dün geceden sonra burada olduğumu öğrenirse pek mutlu olmaz çirkin” kafamı salladım. Hakikaten hala dün gece neden geldiğini bilmiyordum.
“Sen dün neden geldin ki buraya?” umursamadan camdan öbür bacağınıda çıkardı.
Resmen duymamazlıktan geliyordu. Cam dan çıkacağı sırada bana doğru döndü
“Bu arada alt cam demirli yani bana bakmak zorunda kalmıycaksın ufakalık” yastığa kafamı gömerken son gördüğüm şey camdan dışarı doğru kendini sarkıttığıydı.
Sonunda yataktan kalkmaya karar verdiğimde saatin 10 olduğunu gördüm. Ne kadar erken uyanmıştım bir Pazar sabahı.
Hakikaten Pazar demişken kaç zamandır abimle bir şeyler yapmıyorduk belki bugün sinemaya gidebiliriz. Umutla odamdan çıkıp abimin odasına girdim. Yatakta çapraz yatmış yastığınada sımsıkı sarılmıştı. Onu görünce ister istemez gülümsedim. Yorulduğunda hep böyle yatardı. Canımın benim. Yanına doğru yaklaşıp yatağın kenarına oturdum. Yanağına ıslak bir öpücük bırakırken geri çekildim.
“Abi” beni duyduğunu sanmıyorum.
“Pişşt” yavaş yavaş gözlerini araladı. Bana boş boş bakıp tekrar uykuya kendini teslim edince dürtmeye başladım. Oflayarak yorgana sarıldı.
“He uyandım he” gülümsedim.
“Günaydın” tatlı olmaya çalışmıştım ama şuan ona itici gözüktüğümün ve uykusunun katili olduğumun farkındaydım.
“Düşündüm ki belki bugün dışarıda kahvaltı yapar sinemaya gideriz?” yataktan çıkarken alayla yüzüme baktı.
“Bunu 12 civarında da yapabilirdik biliyorsun” kafamı salladım.
“Ama erken kalkmış oldun fena mı hadi ben hazırlanayım aşağıda buluşuruz” gülerek odadan çıktım.
Klasik bir şekilde altımda siyah dar bir pantolon üstüme de bol bir bluz giydim üstüme koyu gri yağmurluğumuda aldıktan sonra odamdan çıktım. Dalgalı saçlarımı açık bırakmıştım. Makyaja dair yüzümde hiçbir şey yoktu. Açıkçası böylesi daha rahat oluyordu. Yüzümde bütün gün kimyasalla dolaşmak oldum olası sinir olduğum bir durumdur zaten.
Kapının önünde abimi beklerken elinde telefon birine mesaj attığını gördüm. Tedirgin gözüküyordu ama ne olduğunu soracak cesaretimde yoktu.
Arabayı çalıştırdığında bir sorun olmadığını işle ilgili olduğunu düşünmeye çalıştım.
Yaklaşık 10 dakika kadar sonra sinemanın önünde durmuştuk. Park edip sinemanın döner kapısından geçtik. Abim hala tedirgin biraz da endişeli gözüküyordu.
***
2 saat sonra komedi filminden çıkmış kahkaha atıp duruyorduk.
Film öyle çok komik değildi ama uzun zamandır hayatımızda komik şeyler olmuyordu.
Abim arabaya binerken hızla onu takip ettim.
"Eve geçelim mi artık prenses" kafamı salladım. Bir kaç saat öncesi kadar tedirgin durmuyordu artık daga neşeliydi ta ki telefonu çalana kadar. Arabayı sağa çekerken telefonun öbür ucundan soylenen bir cümle sonucu abim ağır bir küfür etti. Direksiyona vurmaya başladığında korkuyla koluna yapıştım telefonu kapayıp arka koltuğa fırlattı.
"Abi dur sakin ol"
"Kahretsin" dedi tıslar gibi. Korkmaya başlamıştım. Yine ne oluyordu. Çok sıkıldım artık bu gerilimden. Sanki aksiyon filiminin ortasindaymisiz gibi...
Abim bir iki dakika sessiz kaldıktan sonra arabayı çalıştırdı. Ortam o kadar sessizdi ki bu sessizlik bile insanın içini soğutmaya yetiyordu. Dayanamayıp konuştum.
"Ne oldu kimdi o telefondaki" cevap vermedi. Vermeye de niyeti yokmuş gibiydi. "Abii"
Korktuğumu anlayınca bana doğru kısa bir bakış attı.
"Bensiz bir hafta geçirmek zorundasın birtanem" gözlerim iri iri açılmıştı. Neden abimsiz bir hafta geçirmek zorundaydım ki.
"Annemlerle mi kalıcam" kafasını olumsuz anlamda salladı.
"Seni koruyamaz o" dedi. Ee peki nerde kalacaktım. Gerçi tek başıma evde kalabilecek yaştaydım ama abimin beni tek bırakmayacağını adım gibi biliyordum.
“Peki ben nerde kalıcam” arka tarafa uzanarak telefonunu aldı. Bir numara tuşlayıp kulağına götürdü.
“Sana güvenebilir miyim”
"..........."
“Göster o zaman”
"............"
“Peki sana geliyoruz” buruk bir şekilde gülümserken bana kısa bir bakış attı.
“Dün yanına yaklaşmaması için tembihlediğim adama ellerimle seni emanet etmek zorundayım.” Anlamamıştım. Ne demek istiyordu. Buğraya mı gidiyorduk.
“Buğra da kalıcaksın” dedi ara sokaklardan birine ani bir dönüş yaparken.
“Artık ona güvenmediğini sanmıştım.” Kafasını salladı.
“Dün gece güvenimi kırdı ama sizi korumasız bırakmıycam” sesindeki çaresizlik benim daha fazla endişelenmeme sebep olmuştu vakit kaybetmeden aklımdaki tek soruyu ona yönelttim.
“Sen nereye gideceksin peki” Buğranın evinin önünde dururken tamamen yüzünü bana çevirdi.
“Ankaraya gitmem gerekiyor” kafamı salladım. Ama daha geçen günde gitmemiş miydi Ankaraya.
“Senin işlerinin Ankarayla ne gibi bir ilgisi var”
“Sana bahsettiğim ihale vardı ya” hani şu başımızı belaya sokan. Hatırladım. “İşte Ankara’daki büyük bir otelde yapılıyor toplantılar bu yüzden de” devam etmesine izin vermeden araya girdim.
“Alp oda orda mı olacak”
“Bunu bilemem prenses zaten o yüzden seni yalnız bırakamıyorum” kafamı salladım. Abim kolunu bana doğru uzatınca hızla ona sarıldım. Yanağından öpüp arabadan inerken mutsuz bir gülümseme oluştu yüzünde.
Hava çoktan kararmıştı köşenin başındaki sokak lambası ortamı aydınlatırken arkamda bıraktığım arabaya ve abime son bir kez baktım.
Borda rengindeki sade bahçe kapısından içeri girerken kapının yanında duvara yaslanmış bana bakan Buğrayı gördüm.
Gayet net bir sertlikle beni izliyordu. Tepkisizdi. Şaşırmıyordum artık bu haline. Öyle hoş geldin diyecek bir tip değildi.
Ben ona iyice yaklaşmışken gülümsedi
“Senden kurtulamıyorum” dedi. Ardına kadar açık bıraktığı kapıdan eve girerken tüm içtenliğimle
“Bende senden” dedim.
Çantamı öylesine bir yere fırlatırken salondaki koltuğa yığıldım. Çok yorulmuştum. Yani bir tek fiziksel olarak değil beynim de yorulmuştu. Biraz sonra Buğra kapıyı kapatıp içeri girdi. Demin yere attığım çantamı eline aldıktan sonra yanıma oturdu. Çantayı üstüme fırlatırken hiçte kibar olmayan bir ses tonuyla beyefendi konuşmaya başladı.
“Bu evde kalacaksan çirkin 1. Kural toplu olacaksın”
Burnumu kırıştırdım. İlk dakikadan kural koyuyordu. Çantamın içinden telefonumu çıkarıp kurcalamaya başladım. Öylesine oyunlardan birine girdim. Yapacak başka neyim vardı ki?
“Sıkıcısın” kafamı salladım. Ona hiçbir zaman ben eğlenceli biriyim dememiştim zaten.
Telefon şarjımın azizliğine uğrarken mecburen telefonu elimden bırakmak zorunda kaldım. Buğra benimle ilgilenmiyordu. Açıkçası ilgilenmesinide beklemiyordum. Çantamı kucağımdan indirip yanımda oturan Buğraya tam olarak döndüm.
“Acaba ben ölsem abim bu beladan kurtulur mu?”
“Aptallaşma” dedi gayet ani bir şekilde.
“Sana bir şey olursa abinin de ölüden farkı kalmaz” kafamı salladım. Haklıydı. Ona bir şey olsa benimde ölüden farkım kalmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yersiz Aşk
ЧиклитHayatımda en çok değer verdiğim insan babamdı bizi terk edene kadar... Hayatta çok güzeldi ... Babam gittikten sonra her kez hayatimda sorunlar yaşayacağımı biliyordu ama kimse bu kadarını tahmin etmemişti. Onun yokluğunda ilk iki yılım biraz sorunl...