Bazen hayat, hiç beklemediğiniz anda size acıların kapılarını açar. Siz o kapıya gitmek istemeseniz bile sizi o kapıya zorla sürükler. Hayat budur ya işte her zaman gülerek yaşama tutunamıyorduk. Bazen üzerine bastığımız dal kırılacak ve düşecektik. Mutluluğu tattığımız kadar üzüntüyü de tadacaktık.
Bilmiyorum, herkese göre bu can yakan duygu nasıl tanımlanır? Nasıl dile gelirde anlatılabilir? Bu hayatta hiç acı çekmedim diyen biri var mı gerçekten merak ediyordum. Çünkü ben en mutlu olduğum zamanda bile acıyı iliklerime kadar yaşayan kişiydim.
Tam oldu işte, hayata tekrar tutundum, artık mutlu bir yaşam süreceğim dediğim sırada hayat elinde tuttuğu keskin bıçağı gelip kalbimin tam orta yerine saplıyordu. O bile benim nefes almamı, mutlu olmamı istemiyordu.
Kalp kaç defa bir acıyı kaldırır bilmem ama benim acıyı kaldırmaya artık gücüm yoktu. Ruhum bile acının tadına bakmakla kalmayıp mutluluğa kapılarını kapatmıştı.
Oysaki dışarıdan ben hep iyiydim. Hep gülen, kalbi hızla atan bir kraliçeydim ama kimse içimdeki yangını görmemişti. Tabi ki kolay olan hiçbir şey yoktu. Bu hayatta bana kolay yoldan mutluluğa ulaşmama izin vermiyordu ama ben en zor yolda yürümeye başlasam da önüme hep engel koyup geri dönmemi istiyordu.
Hayatın bana çizdiği yaşam çizgisi beni ne cennete ne de cehenneme getirmiyordu. Beni doğrudan yalnızlığın kucağına, arafa itiyordu.
Bu hayatın bana öğrettiği en büyük şey ise ileriye dönük hayal kurmamak oldu. Çünkü ben ne zaman hayal kursam o hayal ellerimin arasından bir kuş gibi uçup gitti.
Şimdi gittiği gibi...
Gözlerimden yaşlar gelirken şaşırarak derimin altına kazınmış halde bulunan büyük ve belirgin dairenin içinde yer alan ateş sembolüne dört lort da bakıyorlardı. Yedi ölümcül günahın en büyüğü olan şehvetin damgası tenime kazınmakla kalmamış tüm bedenimi de çoktan yakmaya başlamıştı. Sanki canlı canlı ateşe atılmışım gibi hissediyordum. Bu ateşten kurtulmak için tutunduğum ip ise alevlerin kurbanı olmuştu. Göz yaşlarım bir yılan gibi yavaşça tenimde süzülürken kalbim acının kollarının arasındaydı.
Sabahtan itibaren bedenimi saran bu yangının sonucunu öğrendiğim andan sonra sanki yaşamla olan bağımı kesmek üzere olduğumu hissediyordum. Ölüme giden yolun benim için oluştuğunu düşünüyordum. İçimde var olan ve geçmek bilmeyen huzursuzluk duygusunun nedenini öğrenmiştim ama ben bu günahı alacak hiçbir şey yapmadığıma emindim.
Göz yaşlarım üzerime damlarken Aren'e bakarak,
" yemin ederim kimse ile birlikte olmadım. Bu günahı alacak hiçbir şey yapmadım." Dedim ağlayarak. Yapmamıştım da. Buna adım gibi emindim.Aren dışında kimsenin özel alanıma girmesine izin vermemiştim. Kolumda bu günah izini gördüğümde başta ne olduğunu anlamasam da Odin'nin,
" şehvetin günahını almışsın Almina. Başkasının duygularına karşılık vermişsin. Şiddetli şekilde arzulamışsın." Deyip ardından kurduğu cümleler ile birlikte olduğum yere yığılmıştım.Ben, sadece Aren'i istemiştim ama o da bir element kralı olduğu için ona karşı olan hislerim bir günah sayılmak yerine diyarı memnun ediyorken bu izi nasıl aldığıma onlarda anlamamıştı. Hissettiğim en net duygum olan acı ile onlara bakmaya devam ettim.
Dudaklarımın arasından bir kez daha, " yemin ederim bu günah izini alacak hiçbir şey yapmadım." Diye ağlayarak kurduğum cümleler dökülürken korktuğumu hissediyordum. Bu korkunun dile gelmesi bile benim içimi ürpertecek boyuttaydı.
İlk zamanlarda burada bulunmak istemeyen ben, şimdi ise buradan gitmemek için yalvaracak şekle gelmiştim. Ben buraya aittim ve ömrümün sonuna kadarda bu diyarda kalmak istiyordum. Buradan ayrılabilecek olduğumu düşünmek bile benim daha çok ağlamama neden oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR MELEĞİN GÜNAHI
FantasyBİR MELEĞİN GÜNAHI!! Gökyüzü seni çağırıyor kraliçe uyanman lazım. Asırlar önce, gökyüzü diyarının üzerine, lanetlerin geldiğini haber veren sirenler çaldı. Yıldızlar her bir tanrıçayı koruma altına aldı ama içlerinden sadece birini yeniden doğması...