Kızıl damarları belirgin olan yeşilleri, kuzguni siyah saçlarıyla, kanlı bir ilkbahar gecesini hatırlatmıştı. O ilkbahardı. Kanlı çimenlerin arasında oturan o beden, gözlerini kaldırınca ayı yeryüzüne taşıyan o gözler, gecenin içinde seçilmeyen siyah saçları ve aslan gibi dimdik duran sırtı vardı. Tanrı olsaydı, ona inanırdım. Ona ilk inanan ben olurdum çünkü o bedenin sahibinin bilinmeyen sırları vardı. Onu ilk destekleyen ben olurdum. Onu kendinden bile korurdum. Ahmet'e böyle söz vermiştim. Ben onu koruyacaktım. Onları koruyacaktım.
Kızıl yeşilleri, mutfağa her atılan adımda yavaşça aralandı.
"Bir durduğun yerde dursana!" dedi bizi bir saat bile yalnız bırakmayan Timur, yüksek sesle. Mutfak zaten yankı yapıyordu. Neden bağırıyordu ki?
"Az ve öz konuş Timur." dedi Athan, derin bir nefesle göğsünü şişirerek.
"Niye el elesiniz?"
"Sana ne yarrağım?" dedi Athan. "Hesap mı vereceğim bir de sana?! Konuş sonra siktir olup git."
"Alp bir sakin olsana," dedi Timur, onun git demesine aldırış etmeden yandaki bar sandalyesine oturarak. "Bu zeki kardeşin ne yaptı tahmin et."
"Müneccim miyim ben?"
"Ters tarafından mı kalktın?" dedi Timur, sanki az önce onu görmemiş gibi. "Tahmin et hadi."
Timur'un laubali tavrı bile ellerimizi birbirinden ayırmadı. Güven veriyordu. Bu his çok korkutucuydu. Birine sırtını dayamak, uzun zamandır yapamadığım bir şeydi. Sırtımı kime dayasam, ölüyordu. Ya o da ölürse?
"Sen ölecek misin?" dedim, yaklaşık on dakika önce yaşayalım dememe rağmen içimdeki sesin susmasını ve bir şey dememesi için ağzını sıkıcana kapatmayı becerememiştim. İkisinin birbirine laf atması son buldu. "Ölmeyeceksin değil mi?"
Ben değil, babası ölen o küçük, on üç yaşındaki kız konuşuyordu. Ben değil, annesi ölen o küçük, on beş yaşındaki kız konuşuyordu. Ben değil, kardeşi ölen, o küçük, on yedi yaşındaki kız konuşuyordu. Ben değil, Ahmet'i ölen yirmi birinci yaşım konuşuyordu.
Kulaklarım çınlıyordu.
"Ölmeye niyetim yok." dedi bar sandalyesini bana çevirerek. Ay, gözlerindeyken çok güzeldi. Bu gece ay, haddinden fazla güzeldi. Kızıl yeşilleri, yüzümde turladı. Bir avcının avını arıyormuş gibi olan bakışları gözlerine yerleşti. Aslanlığı, tilkiliğimi tetikledi.
"Necati'yi kaçıranı buldum diyorum!" dedi Timur. Beni bulduğunu sanmıyordum çünkü benim robotlarım, benim evlatlarım, ben demesem bile beni korur, plana uygun işleri hallederlerdi.
"Şarkı açsana kanka," dedi Fatih, dışardan.
Beynim konuya bağımlı düşüncelerini getirirken dudaklarım, "Söz verir misin?" dedi. Gözlerim ondan başka hiçbir şeye odaklanmamaya yemin etmişti.
"Ne açayım?" dedi Mehmet.
Göğsü aldığı bir nefesle daha genişlerken, ilkbaharı andıran kızıl yeşillerinin içinde yansımamı gördüm. Ayı içeriye taşıyan gözlerinde, ben vardım.
"Patlat bir Yeşim Salkım." dedi Fatih.
"Sen verir misin?" dedi.
"İlk ben sordum."
"Ya birader Necati'yi kaçıranı buldum diyorum!" dedi Timur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tilki, aslanın ininde.
RomantiekKalp göğüs ortasının biraz solunda. Sol diye biliniyor çünkü ucu sola dönük. Benim kalbim ortadaydı, onun kalbide ortadaydı. Kalplerimizi almak için centilmenlik yapıyor ve ilk benim almamı bekliyordu. Benim kalbim hangisiydi bilmiyordum. Sağda dur...