6.

2.4K 192 109
                                    

Önce çok farklıydı ama şimdi ve sonra daha farklı olacaktı. Yan yana olduğumuz her saniye, kadere bir tokat atacaktık. Eğer o korkarsa, şayet tokat atmak istemezse, onun yerine ben atardım. Çok yakından tanımadığım ama tanıdığım birinin, dostumun ve babamın en yakınıydı. En güvendiğiydi. Babalar birine güveniyorsa, çocuklarda güvenirdi. Başımı ona çevirip, sokak lambasının aydınlattığı denize bakan yüzüne baktım. Gözleri, bu dünyaya ait değilmiş gibiydi. Göründüğü her yere aydınlığı taşıyan ama karanlığın ortasında olan ay gibiydi. Gözünü kırpıp duruyordu. Büyük ihtimalle, kızarıklığı bir sorun teşkil ediyordu ve şu an gözü acıyordu.

Kıştaydık ve sahilde, deniz kenarında, şapkası olmayan montlarla, rüzgarın her yönden estiği bir bankta oturuyorduk. Hava, soğuk kokuyordu. Taşların üzerine yuva yapmış karlar, insanların gelip geçmesinden ötürü kahveye dönmüştü. Bacağını salladığı için, tabanının altındaki karlar ezilmiş ayak izi iyice ortaya çıkmıştı. Bense, dünyaya bir iz bırakmak istemiyor gibi kara ayağımı basmamaya çalışıyordum. Rüzgar, yüzümüzü felç edebilecek kadar soğuk estiğinde uğultusu ve düşürdüğü içki şişeleri sokağa ses ekledi.

Çok değişikti. Ahmet'le gece yarısı, kimse yokken, çıt çıkmıyorken, köfte ekmek yediğim bu banklarda şu an Ahmet'in en değerlilerinden, bana emanet bıraktığı değerlisiyle beraber yan yana bu bankta oturuyordum. Ahmet'in ruhu belki buralarda bir yerdeydi, belki buralarda bir yerde oturmuş, belki köfte ekmeğimizi almış beni bekliyordu.

Athan'a anlatacak çok şey vardı belki ama kelimelerin hali yoktu. Kelimelerin olduğu kadar benimde halim yoktu. Her şeyin bir zamanı vardı ve Athan, hiçbir şeyi şu an öğrenmemeliydi. Ben, onlar için sadece barda şişeler kıran üniversite öğrencisi olmalıydım. Eğer Ahmet'in eğittiği kişi olduğum, tilki olduğum öğrenilirse etrafımı akbabalar sarardı. Aslan yanımda olduğu için, onunda zayıf anını kollarlardı.

Kırptığı gözlerini açmadığında, göğsü inip kalkıyor mu diye baktım.

Yüzü bembeyazdı.

"Athan," elimi koluna yasladım. "Athan." bedenini sarstım. "Athan," yerimden kalkıp karlara sertçe bir iz bırakırken, nabzını kontrol ettim. Çok hızlı atıyordu. "Athan!"

İstanbul, bu bank ve bu ağaçlar bu zamana kadar bu isme sahip kaç insanı duydular bilmiyordum ama ismin sahibi, benim onu duyduğum gibi, beni duymuyordu. Düşündüm, her adımı, her saniyeyi, her cümlesini. Hepsini düşündüm. Her şeyi düşündüm, hiçbir şey bulamadım.

"Athan!" diye bağırdım. Athan bağırmış olmama rağmen beni duymadı. Kasılan çenesini zoraki açıp baş parmağımı dişlerinin arasına koyduğumda, parmağımı sıkıcana ısırıyor ve çenesi kasılmaya devam ediyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ahmet bana hiç Athan'la ilgili bir şey söylememişti ki, bilmiyordum. Onu tanımıyordum. Tanımadığım bir insan için mi korkuyordum? Ben ne zamandan beri, insanlar için iyi şeyler yapıyordum?

"Athan," dedim, yüzüne tokat atıp onu sarsarak. "Athan!" gözlerini açtığında feri gitmiş kızıl yeşilleri, görme yetisini kaybetmiş gibiydi. Parmağımı ısırmaya devam ederken, bir şeyleri seçmeye çalışıyormuş gibi bakmaya devam ediyordu. Nabzını kontrol ettim, hala hızlı atıyordu ve derin derin nefes alıyordu.

"İyi misin?"

"Göremiyorum," dedi elimi sıkarak. Gözünü birkaç kere açıp kapadı ama hala göremiyor olacak ki, nabzında duran elimi tuttu.

"Şok etkisinde olabilirsin, bekle." dedim. Dişlerinin arasından parmağımı çekip, elimi sakinleşmesi için saçlarına yerleştirdim. "Benimle kal, tamam mı? Geçen bir belgesel izledim, timsah ve ceylan temalı. Ceylan, yavrularıyla göletten su içerken timsah annelerinin gitmesi için vakit kolluyordu. Gözlerini açık tut, Athan. Uyuma!"

tilki, aslanın ininde.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin