Bornozu çıkarıp iç çamaşırlarımı giydikten sonra karışık saçlarıma bakım yağı sürüp taradım ve balıksırtı ördüm. İç çamaşırlarımla evimde dolaşırken, mutfaktaki karışıklığı düzeltip hepsini yerlerine koydum. Hafiften açılmış çikolatayı iki saniyede lav edip, ambalajını çöpe attım.
Üç yumurta çıkarıp tezgaha koydum. Büyük cezvenin içine su koyup kaynatırken, kahve makinemdeki dünden kalan kahveyi döküp bardağı makineye koydum ve yeni bir bardak alıp makineyi çalıştırdım. Cezvedeki kaynayan suya tuz attım, sonra yumurtaları içine koydum. Ekmek kızartmak için makineye dilimlenmiş ekmekleri yerleştirip, düğmesini aşağıya çektim.
Sakinleştiriciyi içtim.
Dışarıya fırlayan kızarmış ekmekleri alıp yerine farklı ekmekler koydum. Tabağıma peynir, domates ve mısır koydum. Yedi dakika dolduğunda yumurtayı kapatıp cezveyi aldım ve soğuk suyu açıp cezveyi ona tuttum.
İğneyi yine vurdum.
Ekmekleri ve temizlenmiş yumurtaları tabağıma koydum. Kahvemi aldım ve salona geçtim. Televizyonu açtım ama sesini açmadım. Ağır yaşamları açtım ve izledim.
Bugün okula gitmesem de olur.
"Kalk." diye seslendi. Gözlerim odamın kapısına kaydı. Kapıya yaslanmış odanın içine bakıyordu. "On saniye içinde oradan kalkmazsan, ıspanak yapmaya başlayacağım."
Yüzümü buruşturdum. Adımları mutfağa doğru giderken gülüyordu. Hızlı hızlı yemeğimi yerken, onu izliyordum. Ispanaktan nefret ettiğimi biliyordu, eve hiç ıspanak almadığımı da biliyordu ama o beni yola getirmek için, her geldiğinde ıspanak alıyordu.
Ağır yaşamları kapatıp tabağıma gömüldüğümde, nefeslenmek için kahvemden içtim.
"Hâlâ aynı yerde misin parazit?!" dedi elindeki ıspanaklarla odama kadar giderek. Ispanakları yatağıma doğru sallarken eğleniyordu. Küçük bir çocuk bile laftan anlardı ama ben anlamıyordum, buna delirmesi gerekirken eğleniyordu. "Ispanakları koyuyorum o zaman."
Yerimden kalkıp odama gittim ve giyinmeye başladım. Ispanak kokmak ve koklamak istemiyordum.
Yere kalem düştü. Ahmet'in hep durduğu yere kadar yuvarlandı. Mutfağa gittiği için eğilip almadı. Taytımın üstüne kazağımı geçirirken mutfağa gittim. Ocağa hiç tencere konulmamıştı. Belki dışarıya çıkmıştır diye düşündüm, yanıma elma almak için dolabı açtım. Yeşil elmayı aldım ve gözlerim beyaz poşete takıldı.
"Ahmet," dedim bahçeden içeriye gelsin diye. Benim aksime o soğuğu çok sevmezdi. "Ses versene parazit!" balkona doğru seslendim. Ses vermeyince balkonun kapısını açıp dışarıya bakındım, ayak izleri yoktu. Kesin sıcak suyla elini yıkayıp, sıcak ellerini daha çok ısıtmaya çalışıyordu. "Parazit!"
Gözlerim yine beyaz poşete takıldı. Elime alıp düğümünü açarken ayağımla dolabı kapadım.
Ispanaklar çürümüştü.
*
Külçe gibi ağırlaşan kafamı nerelere atsaydım bilmiyordum. Bence denize atmalıydım, dalgalarla diyar diyar dolaşmalıydım ya da uçaktan aşağıya rastgele bir yere atabilirdim. Havada beni göç eden bir kuş kapar, nereye giderse her şeyi görürdüm. Görürdüm çünkü gözüm açık kalırdı. Benim ölünce, gözüm açık kalacaktı. İstediğim hiçbir şeyi yapamamıştım.
Babam askerdi. Göreve gittiğinde, yıllar boyunca göremediğimizde olurdu. Ben en çok o yıllarda babamın omzunda taşıyacağı kilodaydım. Bir daha hiç o kiloda ve o boyda olamamıştım. Beni babam hiç omuzlarına almamıştı çünkü omuzlarında insanların hayatı vardı. Belki de babamın eve geldiği zamanlarda omzunun çökük olması bu yüzdendi. Büyük bir sorumluluktu. O sorumluluğun ağırlığını yalnızca biz bizeyken gösteriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tilki, aslanın ininde.
RomanceKalp göğüs ortasının biraz solunda. Sol diye biliniyor çünkü ucu sola dönük. Benim kalbim ortadaydı, onun kalbide ortadaydı. Kalplerimizi almak için centilmenlik yapıyor ve ilk benim almamı bekliyordu. Benim kalbim hangisiydi bilmiyordum. Sağda dur...