Her şey hakkında çok meraklıydım, havadaki tozun nereden geldiğini, polenlerin hangi çiçekten çıktığını, hayvanlarla ilgili her şeyi, nefes aldığımızda ne kadar enerji tükettiğimizi... Her şey hakkında bilgi sahibi olmak istiyordum. Beynimi çalıştırmayı seviyordum, bir şeyleri tahmin etmeyi ve bir şeyleri çözüme kavuşturmayı da seviyordum. Bir şeylerle uğraşırken diğer şeyler hakkında düşünmemek bana huzur veriyordu, içim rahatlıyordu.
Öldürmek benim için normaldi ve bu normal insanlar için normal bir şey değildi. Zaten benimde normal bir insan olduğum söylenilemezdi, şayet normal olsaydım üç bardak kahveden sonra kalp çarpıntısı başlardı veya kısık bir sesi bile bağırıyorlarmış gibi duymazdım.
Çok uzun bir zamandır normal bir insan olmadığımın farkındaydım.
Ama kendimi ilk defa insanmış gibi hissediyordum.
Normal bir insan gibi değil, insan gibi.
Dosyanın içinde üç tane kağıt vardı, siyah dosyanın şeffaf kapağından gördüğüm kağıtta ismim yazılıydı. Çisem'e yazıyordu. İkinci sayfada benim için alınmış bir kahve fabrikası vardı, üçüncüde ise adıma alınmış -şehirden bir hayli uzak- bir arsanın tapusu vardı. İsmimi gördükten sonra bütün iplerim kopmuştu, ruhum bedenimden çıkmış gibi omuzlarım hafiflemiş ve içime mutluluk binmişti.
Biraz da sevgi.
Biraz mı?
Baştan ayağa, sevgi içindeydim.
"Athan," diyebildim üç dakika yirmi bir saniye sonra titreyen bir sesle. Üç dakika ve yirmi bir saniye suskunluğuma suskunluğuyla ortak olmuştu ama gözleri hiç susmadan konuşmuştu. Athan sussa bile kalbi attıkça ben onu duyar, anlardım.
"Beğendin mi?" dedi beğenmemi ister gibi bir hali vardı.
"Neden aldın ki?" güzel gözlerinden ayrı kalmamak için başımı ona çevirdim. "Gerek yoktu..."
"Canım istedi." dedi omzunu kaldırıp indirerek.
"Canın her istediğinde bu kadar pahalı hediyeler alamazsın ki..." sesim hiç olmadığı kadar mutluluk ve şaşkınlıkla harmanlanmıştı. "Batarsın."
"Sen uzun bir zaman sonra bana geldin ya, batmak umurumda olur mu sanıyorsun?" dedi tek gözünü kırparak. "Gölgede sıcak hissediyorsun diye bir sürü ağacı olan bir yer," dudakları yukarıya kıvrıldı. "Merkezden uzak ve tek tük araba geçiyor. İki saatte bir tane araba falan. Ses açısından da rahat olacağın bir yer."
"Beni evinden mi kovuyorsun?" dedim kaşlarım alnıma uzanırken.
"Hayır Çisem." dedi gülerek. "Evim diyebileceğin bir yer yaptırıyorum."
"Ama benim evim var," dedim kısık bir sesle tamamen ona dönerek. "Senin saçlarını görebildiğim zaman ben zaten evdeyim..."
Ellerini saçlarımın arasından geçirip derin bir nefes almıştı. "Beraber olacağımız bir ev."
"Tamam o zaman, beraber olacaksak kabul edebilirim."
"Olacağız," dedi eminlikten ziyade bunu diler gibi.
"Peki bu ne?" diğer kağıdı yüzümün yanına koyup gözlerimle işaret ettim. "Kahve içinde yüzelim diye mi?"
"O bir çeşit özür şekli," dedi dudaklarını birbirine bastırarak. "Senin kulaklarını umursamadan şarkı açtırdığım için kötü hissediyorum."
Artık anlamıştım, babam şiir okuduğunda annemin neden sevindiğini anlamıştım. Babam, annemin omzunda yattığında annemin neden gülümsediğini anlamıştım. Görevde olmadığı zamanlarda evdeyken ve annemi beklerken aldığı tek dal gülün bile annemi neden mutlu ettiğini anlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tilki, aslanın ininde.
RomanceKalp göğüs ortasının biraz solunda. Sol diye biliniyor çünkü ucu sola dönük. Benim kalbim ortadaydı, onun kalbide ortadaydı. Kalplerimizi almak için centilmenlik yapıyor ve ilk benim almamı bekliyordu. Benim kalbim hangisiydi bilmiyordum. Sağda dur...