Bazen adaleti kendin sağlaman gerekirdi. Ben adaleti sağlamak için cennetten vazgeçmiştim. Madem cennetin olduğu sokaklarda yürüyemeyecektim, bu normal sokakları cennet kadar güvenli hâle getirecektim. Cehenneme gitmesi gereken birini cennete benzer sokaklarda bırakamazdım. Ben bir kadının daha öldürülmesini, bir çocuğun daha hayatından bunalmasını izleyemezdim. Ben limandım. Kimse gelmese bile, herkesin limanı olmak için hazırdım. Çünkü liman olmak dışında başka hiçbir şey bilmiyordum.
Ben ne cennete ne arafa layıktım. Cehennem'de seslerle yanarken, en sevdiğim şarkılardan birini mırıldanacağıma emindim. Parçalarını dört kere toprağın altına gömen biri, ölümden korkmazdı. Herkes beni orda bekliyor, kıyameti koparmamı izliyorlardı. Beni bekleyen insanlar varken ben korkmazdım. Yollarımız farklıydı, onlar cennetin katmanlarında rahatça yaşarken, ben cehennemin hangi katında olacağımı bilmiyordum ama cehennemde olacağım kesindi. Cennete gitmek için bir şeyler yapabilirdim ama tanrı, beni cennetine istemiyordu. Beni şeytan gibi, cennetten kovmuştu.
Tanrı herkesi affederdi ama ben hiçbir zaman topluluktan olamamıştım. Doğduğumda bile lanetliydim. Tanrı, geçmiş yaşamımdaki günahlarımın bedeli olarak beni lanetlemişti. Duyularım benim lanetimdi.
"Kaç gündür yıkanmıyorsun?" dedim elime eldiven geçirirken. Şampuanı aldım ve hortuma doğru yaklaştım. "Zaman kavramını kaybettin değil mi? Beş gündür yıkanmıyorsun. Beş gündür her istediğimi yapıyorum."
Kandan gözükmeyen yüzüne, kestiğim için yere doğru uzanan dudaklarına, kopar gibi duran parmaklarına, bedenindeki zincir izlerine, kollarına batmış küçük cam parçalarına, yüzüp tuz bastığım kabarık derisine ve kızgın yağla yaktığım penisine baktım. Yaşaması lazımdı, onunla daha işim bitmemişti.
Su, yaraya değdiği zaman derini gerer, hafif bir sızı verirdi. Canın orda toplanır, kalbin orda atar, ruhun dört dolaşır oraya gelirdi. Bir iğne ucu gibi olan yara bile, suyla acırdı. Ben bunu, annem öldükten sonra anlamıştım. Hiç anlamak istemediğim, derin bir acıydı. Acılarıma su sızmış, beni öldürmekten beter yapmıştı.
Musluğu açıp, hortumu adama doğru tuttum. İşaret parmağı ani hareketinden dolayı yere düştü. Ben dudağının düşmesini beklemiştim ama yarıştan ilk elenen, o lanet olası, o suçlu parmağıydı.
"Öldür beni!" diye bağırdı. Bağırmaması gerektiğini bir türlü anlayamamıştı. Onu benden başka hiç kimse duymazdı. "Yeter artık!" gözlerimi devirdim. "Dayanamıyorum! Öldür artık!"
"Bağırmasana orospu çocuğu." dedim suyun basıncını arttırarak. Mermi kadar can acıtıyordu, vuruluyordu ama ölmüyordu. "Ne zaman öleceğine ben karar veririm, sen karışma."
"Benim hayatım..." dedi zoraki.
"Senin hayatın?" suyu alnına tuttum. "Senin hayatın artık benim içimdeki kumardan ibaret."
Bedenindeki kurumuş kanlar temizlenirken, yaraları suyun etkisiyle açıldığı için kanamaya devam ediyordu. Yanına yaklaştım ve nane, yakıcı şampuanı bedeninin her yerine sıktım.
Bağırışı, sessizliği yardı. Sessizliğe hasret birini çileden çıkarmaya devam ediyorken yerime geri geçip suyla şampuanı akıtmaya devam ettim. Suyun basıncını düşürdüm ki, şampuan kolayca akıp gitmesin, acısı hâlâ bedeninde kalsın, yaralarına dokunmak istediğinde kopacak gibi duran parmakları kopsun... Canı yansın. Canı çok yansın. Yaktığı canların ahları yakasına yapışsın, boynunu sıkıp dursun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tilki, aslanın ininde.
RomansaKalp göğüs ortasının biraz solunda. Sol diye biliniyor çünkü ucu sola dönük. Benim kalbim ortadaydı, onun kalbide ortadaydı. Kalplerimizi almak için centilmenlik yapıyor ve ilk benim almamı bekliyordu. Benim kalbim hangisiydi bilmiyordum. Sağda dur...