:)
*
Şubat yirmi dokuz çekmiyordu, kışın bitmesine yirmi yedi gün kalmıştı. Şubatın biriydi. Soğuktu. Acaba Ankara ne durumdaydı? Ailemin mezarına çiçekler bırakılmış mıydı? En son kim ziyaret etmişti? Neden orada da bir gözüm yoktu ki? En azından, aklım orada kalmazdı. Belki de oranında kameralarına bağlanmalıydım. Orası doğduğum ve büyüdüğüm yerken, birkaç parçam hala oradayken, orayı izlememezlik yapmamalıydım.
Kış güneşinin ara ara çıkıp kaybolduğu ama çıkınca da ulaşamadığı bir yere oturmuştum. Güneşin değmediği yer, bana sarılıyormuş gibi hissediyordum. Sıcacık hissediyordum. Özlem dolu ama özlediğine hiç ulaşamayacak biri nasıl hissediyorsa, sanırım öyle bir şey hissediyordum. Sanırım... Duygularımdan emin değildim, iki farklı okyanusun birleşme noktası gibiydim. Karışsam dahi, karışasım gelmiyordu.
Hissettiğim tek şey kötü duygulardan ibaretmiş gibi hissediyorum, baba. Keşke ölmeseydin. Sırtında ve omzunda olmak istiyordum baba, mezarından uzakta değil. Seni özlemek istiyordum baba, görevden gelmeni istiyordum ama sen ne zaman gelsen, hiçbir zaman gelmiyormuş gibiydin. Bedenin oradaydı ama sen yoktun baba. Elinden tutup parka gidelim diyen bir çocuk olamadım ben ama keşke sen, elimden tutup beni parka götüren bir baba olsaydın, baba. Keşke hiç ölmeseydiniz baba. Keşke sadece senin cenazende ağlamasaydım baba. Keşke sizin yerinize ben ölseydim, baba.
Ahmet, ben hâlâ mutsuzum.
O gün o soruyu sorduğun günden beri, bende pek bir değişiklik olmadı. Ben hala, güneşin dokunmadığı yerlerde ısınıyorum. Ben hala, başakların çıkmasını bekliyorum. Ben hala, iyiliği arıyorum. Ben hâlâ, hâlâ da takılıyorum. Ben anı yaşamayı, geleceği hesaplamaktan yaşayamıyorum.
Annemin yaptığı köfteleri özledim, Ahmet.
Evimdeki sessizliği özledim.
Özlemek bu kadar kötü hissettiriyorsa, özleyen uzuvlarımı koparmak istiyorum.
Elimde ufalanan kar yere yavaş yavaş, bir kum saati gibi aktığı için bitmişti. Tekrar kar alıp, yuvarlamak istedim ama buz tuttuğu için yuvarlayamadım. Çok saçmaydı, kar bile sıcacıktı.
"Üşümüyor musun?" dedi elleri cebinde bir şekilde yanıma, banka oturarak. "Güneşe geçsene."
"Üşümüyorum," dedim geçmişte yaşayan ve gelecekten senaryolar getiren beynime, şu anı da ekleyerek. "Sıcak hem."
"Sıcak?" dedi ellerini cebinden çıkararak. Esmer tene sahip olan elleri, parmak uçları hafif kızarmıştı. Sanki, sıcacık bir yemeğe dokunmuş gibiydi. Parmak uçları yanağıma dokundu. "Sen de üşümüşsün." dedi.
"Üşümedim," dedim elimdeki buz parçasına bakmaya devam ederek. "Sımsıcak hissediyorum."
"Konyak mı içtin?"
"Hayır, içmedim." dedim başımı iki yana sallayarak. Dudaklarım, atkıma değiyordu. "Ama sıcak hissediyorum."
"Ellerin üşüyecek," dedi buz tutan elimden buzu atıp, ellerimizi cebine sokmadan evvel. "Sopsoğuk olmuş zaten. Bir de sıcak diyorsun."
Hiçbir şey demeyip burun ucumu da atkıma sokup, az önce elimde olan buzlanmış kara baktım. Küçücüktü. Athan'ın ellerime dediği gibi. Küçücüktü. Onu bile koruma isteği uyandırıyordu. Karları bile korumak istiyordum. İçimdeki koruma güdüsü, çok fazlaydı. Elimde olsa, her şeyi koruyacakmışım gibiydi. Elimden gelmiyordu, her şeyi koruyamıyordum.
"Bir şey mi oldu?" dedi saniyeler sonra. "Mutsuz gibisin."
"Aklıma bir şey geldi," dedim başımı iki yana sallarken. "Athan," soğuk parmak uçlarını hissedebiliyordum. "Sence de sıcak değil mi? Biri sana sarılıyormuş gibi bir sıcaklığı var böyle yerlerin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tilki, aslanın ininde.
Roman d'amourKalp göğüs ortasının biraz solunda. Sol diye biliniyor çünkü ucu sola dönük. Benim kalbim ortadaydı, onun kalbide ortadaydı. Kalplerimizi almak için centilmenlik yapıyor ve ilk benim almamı bekliyordu. Benim kalbim hangisiydi bilmiyordum. Sağda dur...