27.

1.4K 88 123
                                    

Doğduğun yerden uzak kaldığın zaman kalbindeki dört odanın birini yıkmışsın gibi hissediyordun, otuzlar kapının önüne bir yığınla döküldüğünde ise basacak yer bulamıyordun. Ruhum köhne bir yerde önündeki otuzlarla sıkışmıştı, oradan geçip gidemiyordu. Basıp geçse bileklerinden yakalar duvar kenarına geri atıp bir saat gibi işlerlerdi ruhuma.

Saat dört kez dururdu, saatimin üç kez durduğu şehrin topraklarında arabanın lastiği kayıyordu.

Ayaz kokan şehirdeydik.

Ankara'da.

On yedi martın sabahındaydık, hava henüz yeni yeni aydınlanıyordu. Uçaktan inmiştik ve bizi bekleyen arabalardan birine binip Athan'ın tuttuğu eve doğru yol almıştık. Yol esnasında yaptığım tek şey, kaçırdığım seneleri görmemek için gözlerimi kapatmak olmuştu. Sanki gözlerimi açsam, haram olan Ankara, havasını değdirip gözlerimi yakacaktı. Dördüncü ve beşinci yaşım sokaklarda dolaşırken, gelecekteki gözlerini görmesinler diye gözlerimi sıkıca kapatmıştım.

Buralarda geçirdiğim on yedi senenin ağırlığını omuzlarımda taşırken, dört senenin benden ne aldığını ve Ankara'dan ne aldığını görmek dahi istemiyordum. Kalbimde ağrı vardı, ellerim titriyordu ve nefes almak çok zordu.

Ankara bana haramdı.

On yedimden beri.

Çocukluğumun geçtiği dükkanlara bakamazken, kulağımda çınlayan kahkaha sesleri içimi huzursuzlaştırdı. Ankara beni öyle sıkı kollarının arasına almıştı ki, buna sarılmak denmezdi, Ankara beni boğmaya çalışıyordu.

Araba durduğunda gözlerime ulaşan ışığın hem güneş hem de evin ışıklandırması olduğunu biliyordum. Gözlerimi hâlâ açmadım. Athan emniyet kemerini çıkarırken bana baktı, arabadan indikten sonra uyumadığımı ve gözlerimi açmayacağımı anlayıp kemerimi çözmüş ve beni kucağına almıştı. Biz eve doğru ilerlerken arkamızdaki adım seslerinin yavaşlığı bavulları taşıdıklarını gösteriyordu.

On yedi martın sabahı Athan beni yatağa yerleştirdi ve banyoya gitti.

Ben gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim.

Kapalı olmasına rağmen yaşaran gözlerimden akan yaşları tutamıyordum çünkü hiçbir yaş geri gelmezdi, dördüncü ve beşinci yaşım gibi. Bittiği zamanlarda tekrar alamıyordun, stoklar sadece bir kereye mahsustu ve kötü olsa dahi gidip de değiştiremiyordun. Sanırım hayatın en sevmediğim yanı da buydu, bazı yaşları sadece bir kere almak dünyanın en kötü hissiydi.

Ben bir daha bir, iki, üç, dört, beş... On bir ve on iki yaşında olamayacaktım. Yaşanmıştı ve bitmişti. On üçten itibaren yaşanmamıştı ama yine de bitmişti. Yaşama akıl erdirebilseydim ölüme bu kadar takıntılı olmazdım. Vazgeçtim, olurdum.

Gözlerimi açıp hatıralarımda yaşayan Ankara'nın ışıklarına ve yoldan geçen arabalarına bakmak istiyordum. Ayazda insanların ellerini birbirine sürterek ısınmalarını, durakta beklerken üşümemek için hareket etmelerini izlemek istiyordum.

Gözlerimi açamıyordum.

Anılarım ağlar diye korkuyordum.

Açılmak için zamanı kollayan gözlerimin üzerine elimi yerleştirdim.

Hayır, Çisem. Bu gözleri çocukluğun görürse korkar, rüyandaki gibi.

Athan'ın telefonu titremeye başladığında Ankara şafak sökmüş, güne insanları hazırlamaya başlamıştı. Banyodan çıktıktan sonra onu arayan kişiye geri dönmek için telefonu kulağına yaslamış ve yatağın ucuna oturmuştu. Kumaş sesi olmadığı için belinde sadece havlu olmalıydı.

tilki, aslanın ininde.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin