Korku. En son ne zaman hissettiğimi hatırlamıyordum ya da hatırlamak istemiyordum. Korkunun insanın bedenine yaptığı çok fazla şey vardı. Kalp hızlanır, nefes alış-verişi artar, titreme, karıncalanma, hissizlik ya da uyuşma gibi belirtileri olurdu. Kimisinde böyleydi kimisinde ise, korku ölümü bile getirirdi. Korku insanın en eski duygularından bir tanesiydi. Kaç ya da savaş esasına dayanan bu duygu, ölçülmesi ve denetlenmesi en kolay olan duyguydu. Duygu. Bende pek rastlanılmayan ve ne zaman rastlanılacağı belli olmayan, canlılara has bir şeydi.
Ölmek ve doğmak, canlılara has bir şeydi.
Bazı inançlar; doğurur, öldürür ve tekrar doğururdu. Eğer önceki hayatında iyiysen, iyi bir şey olarak doğar; eğer önceki hayatında kötüysen kötü bir şey olarak doğardın. İyiliğim veya kötülüğüm bir kenarda dursun, beni tanrı sevmediği için iyi duyularımı beni kötü hissettirmek için yarattı.
Hayatım ne kadar umurumdaydı tartışılırdı. Neredeyse hiç desek kötü, çok desek daha kötü olurdu. İnce bir çizgideydim ve bir adım öncesi hiçe bir adım sonrası ise varlığa gidiyordu. Dengede kalmam gerekirken, hayat; zeminimi kaydırıyordu. Zemini kayan bir insan tutunacak bir dal arardı. Boşlukta, karanlıktan başka hiçbir şey olmazdı. Boşluğa tutunmam gerekiyordu. Duyguları unutalı çok olmuştu.
"Bir şey mi oldu?" dedi Gonca.
Çok fazla şey oluyordu. İnsanın hayatı tehdit altında olunca, çok fazla şey oluyordu. Kalbi bile varlığını hatırlatıyor, heyecanlanıyordu. Heyecanlanan bir insanın eli ayağı birbirine dolaşırken, kalbinin yeterli işe devam etmesi ve kan pompalamaya ara vermemesi şaşırtıcıydı. Heyecandan kalbi duran insanları saymazsak, -çoğu zaman- öldürmeyen ama ölümün perdesini aralayan bir durumdu.
"Hayır." dedim üç evladımın attığı üç mesajın içeriğini, aynı duygularımı yok saydığım gibi yok saymaya çalışarak. Ne zamandır yok saydığın bir şeyi düşünmeye devam ettikçe, onun varlığı büyüyormuş gibi oluyordu? Psikolojik açıdan, düşüncelerin gücü yoktu. Yani bu sadece -düşüncelerin gücü- bir inanmadan öteydi. Ben inanmazsam, inanmadığım bir şey bana nasıl zarar verebilirdi ki? Veremezdi.
Duygularını yok sayan biri olarak ve en son ne zaman duygularını yaşadığını bilmeyen biri olarak, rol yapmak benim ezberimde olan bir şeydi. Ölecek miyim? Sorun değil. Ölürüm ama ölmeden evvel, öleceğimi belli etmem. Yaşayacaksam ve bunu belli etmeyeceksem, sorun değil. Yaşarım ama mezarın altında ama mezarın üstünde, fark etmez. Bana biçilen rol hangisiyse, onu istediği gibi yaşatır ve istediği gibi öldürürdüm.
"Lavabo ne tarafta?" dedim ayağa kalkarak. "Uykum geldi, bir elimi yüzümü yıkayayım."
"Koridorun sonunda." dedi maketi önüne alıp, organları içine yerleştirerek. Oturma odasından çıktım ve tarif ettiği yere, lavaboya girip kapıyı kilitledim. Kapıdan uzaklaşırken saatimdeki mesajlar kısmına girdim. Eve girdikten onlarca dakika sonra, evin yakınlarında sürekli dolaşan adamların suretlerine baktım. Athan'ın adamları her şeyden habersiz, kenardaki kafede bir şeyler içiyorlardı.
Milyonlarca ihtimal ve milyonlarca düşünce arasından, saniyeleri seçip aldım. Elimde bir saniye veyahut birkaç salise kaldı. Sorun değildi. Şayet zamanı gelmiş bir şey varsa, saliseler bile saatlere denk düşebilirdi. Saliselerde, yaşam ve ölüm vardı. Saliseleri yaşamak ve saliseleri ölmek, kolay bir iş gibi gözüken ama Azrail'in kapıda beklediği bir işti.
Yaşamak.
Bir tilki için yaşamak sadece beş seneden ibaretti.
Yüzümü yıkadım. Aynaya bakarken, yüzümden damla damla sular aktı. Mermere vuran sular saniyeleri geçirirken, zaman kulağımı uğuldattı. Ensemdeki ağırlık ve içimdeki kana susamış birbirine çok zıt olan iki köşede duruyorlardı. Biri kaç biri savaş diyordu. Korku. Hissetmediğim hâlde korku bana yön veriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tilki, aslanın ininde.
RomanceKalp göğüs ortasının biraz solunda. Sol diye biliniyor çünkü ucu sola dönük. Benim kalbim ortadaydı, onun kalbide ortadaydı. Kalplerimizi almak için centilmenlik yapıyor ve ilk benim almamı bekliyordu. Benim kalbim hangisiydi bilmiyordum. Sağda dur...