7.

2K 171 75
                                    

İnsanın gözlerinin kapanması bir sürü anlama denk düşüyordu. Gözü sulanan bir insan gözlerini kırpardı, uyumak isteyen bir insan gözlerini kapardı ve ölen bir insan gözlerini kapardı. Uyumam birkaç saatten ileri gitmediği için onun kucağında, o uyurken nefes seslerimizi birbirine eşitlemeye devam ediyordum. Haddim değildi belki ama yüzünü incelemek için başımı kaldırdığımda, başını oynatmış ve uykusuna kaldığı yerden devam etmişti. Ona böyle yakından bakarken havadaki toz tanesi bile yavaşlamış, dünya dönüşünü yavaşlatmıştı. Derin uykuda olduğu için saçlarını karıştırıp saçlarına bakmaya devam ettim. Saçları bana geçmişteki birçok şeyi hatırlatıyordu. Geçmişimi, ailemin ölmediği zamanları önüme koyup hem bana acı çektiriyor hem de beni mutlu ediyordu.

Gözlere bakmak bizim için yaratılmış bir eylemse şayet, buna saçlara bakmakta eklenmişti.

Aralıklı dudağının arasından -yarım santim bile değil- çok az bir kısmı, sadece ön ve üst beyaz dişlerini görebiliyordum. Yerde yatmak onu üşütmüş olacak ki, dudağı çoğu zaman olduğu gibi pembeye yakın değildi. Mora çalmıştı ama bu haliyle bile tanrının en güzel yarattığıydı. Hiç bilmediğim bir ülkede dolaşıyor gibi yüzünde dolaşıyorken dudaklarını büzüp kaşlarını çattı. Başını iki yana sallayıp derin bir nefes çekti ve saçlarının yakınında olan elime, yanağını yasladı. Tanrı şahit olsun ki, kelimelerimi kifayetsiz bırakacak kadar tatlı duruyordu. Ama tatlılığı gözlerimi omzundan aşağıya çevirdiğimde yok oluyor, uyanıkken bambaşka bir insan oluyordu. Tatlıydı ama bedeni onun kontrolü dışındayken tatlıydı. Birbirine bu kadar zıt olan iki ucu farklı vakitlerde yaşamak zor oluyor muydu merak ediyordum.

Baş parmağımla yanağını okşadığımda midem kasıldı. Boğazımdaki kocaman düğümün nedeni, geçmişi gözlerime çağıran saçlarıydı. Kuzguni. Simsiyah. Karışık. Tapılası olan güzel saçlarının benim için nasıl bir anlama denk geldiğini bilmiyordu. Bilse saçını benden saklar mıydı yoksa daha çok göreyim diye karıştırır mıydı bilmiyordum. İhtimaller o kadar fazlaydı ki... İhtimallerin doğurduğu ihtimaller yakama yapışıyordu.

Canım kahve çekmişti.

Saati tam olarak bilmiyordum. Saati bilsem dahi umurumda olmazdı. Uyanmıştım bir kere. Bir daha uyumam için mucizevi bir şey olmalı veyahut uyku ilacı kullanmalıydım. Uyku ilacı kullanmadığıma göre, mucizevi bir şey olmak zorundaydı.

Uyandığı zaman yine uyuyanlardan mı yoksa bir daha uyuyamayanlardan mı olduğunu bilmediğim için onu kaldırıp kaldırmamak arasında gidip geliyordum. Elimi çeksem uyanır mıydı? Daha doğrusu, elimi çekmek istiyor muydum? Onu en savunmasız halinde yakaladığım için saatine çip takabilirdim. Böylelikle telefonu bir gün kaybolsa dahi, onun izini kaybetmezdim.

Canım saatine çip takmak istemiyordu, canım kahve istiyordu.

İkilemin arasında kalırken belimdeki elini ve başını oynattı. Yanağı avucumda durmaya devam ediyorken diğer elini kaldırıp burnunun ucunu kaşımış ve tekrar eski yerine koymuştu. Uyurken yaptığı hareketler çok tatlıydı. Saatler boyunca oturup onun uyuyan halini izleyebilirdim. Dizi izlerken bile sıkıldığım halde, sadece nefes alıp arada bir yaptığı hareketleri izlerdim. Hiç sıkılmadan, belgesel izliyormuş gibi bir ciddiyetle yapardım.

*

Elini havada tuttuğunda belirli bir süre sonra ağırlaşmaya başlar, daha sonra karıncalanarak uyuşur ve en sonunda alışarak hiçbir şey olmamış gibi davranırdı. Sol elim tam olarak şu an, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Alnımı sağ omzuna yaslamış. sol kolumun dirseğini omzunun en uç noktasına koymuştum. Artık uyanması gerekiyordu çünkü aralıksız dört saattir elimi esir almıştı.

tilki, aslanın ininde.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin