"PERİLİ KÖŞK"

167 10 4
                                    

Zor bela indirdiğim bavulu toprak zeminde sürüklerken sürücü kapısına yaslanmış beni bekleyen Ege, arabanın arka kapısını açtı.

"Gerçekten bende kalmak istemediğine emin misin?" dedi. Bavulun ucundan tutup arka koltuğa yerleştirmeme yardım etti. Kapıyı kapatıp kaputun etrafından dolaşırken gözlerimi devirdim. "Bunu daha ne kadar sormayı düşünüyorsun, Ege?"

"Sen o dağ başında kalmaktan vazgeçene kadar," dedi. Yolcu kapısını açıp koltuğa kurulduğum da o şoför koltuğuna geçti.

"Hayır, anlamıyorum ki. Ataların zamanında bir gün dünyayı uzaylıların basmasından korktuğu için mi sınırları bu kadar zorlamışlar."

"Sence de biraz abartmıyor musun?"

"Abartmak mı? O evin harita sınırları içinde olduğuna bile şüpheliyim. Hatta insanlığın böyle bir yerin varlığından haberi bile olmayabilir," dedi.

Kesinlikle abartıyordu. Arabayı çalıştırdı. Camı yarıya kadar aralarken son kez evime, bahçeme, bahçedeki yaşlı ağacıma baktım. Derin bir iç çektim. "Tam olarak ihtiyacım olan yer desene."

"Eğer Alp için sorun olacağını düşünüyorsan gerçekten üzülürüm."

Alp, Ege'nin sevgilisi ve adını anmamaya yemin ettiğim eski nişanlımın da üniversiteden arkadaşıydı. Bu durumdan başta benim de Ege'nin de haberi yoktu. Alp, ilişkilerinin yeni başladığı sırada eğitimi için kısa bir süre yurt dışında yaşamak zorunda kalmıştı ve onunla ilk kez nişanımda tanışmıştım. Tabi Ege ve ben büyük gerçeği o gün öğrenmiştik. Ne tesadüf ama! O zamanlar her ne kadar bu durumun ikimiz içinde büyük bir şans olduğunu düşünsem de günün sonunda gerçek hayatın o masalsı hayallerimiz kadar masum olmadığını öğrenmiştik. Yani, en azından ben öğrenmiştim.

"Saçmalama lütfen, tabi ki böyle bir şey düşünmedim."

Alp, oldukça nazik birisiydi. Üstelik bana karşı her zaman samimi davranmıştı. Aslında, onun genel tavrı böyleydi. Uzun boylu, kumral ve çok uzun olmayan kıvırcık saçları beyaz tenine farklı bir hava katıyordu. Ege, çocukluğumun mihenk taşı ise kesinlikle despot bir kadındı. Genelde tepesinde topladığı uzun saçları, hokka gibi bir burnu ve ela gözleri vardı. Hatta bazen bir gözü diğerinden farklı görünüyordu. Bazen bunu ayırt etmeye çalışırken insanların bakışları fazlasıyla dikkatli oluyordu ve Ege kesinlikle bundan hoşlanmıyordu. Fazlasıyla korumacı, garantici ve kontrolcüydü. Onun bu hırçın yapısının aksine ise Alp, küçük bir çocuk kadar sakin, eğlenceli ve pozitifti. Birbirlerine bu kadar zıt olmasına rağmen yan yana geldiklerinde sanki var oluşlarının sebebi birbirleriymiş gibiydi. Üstelik fazlasıyla yakışıyorlardı.

"Zaten o günden sonra Selim'le konuşmuyor. Birkaç kez Alp'le görüşmek istedi ama yaptığı şeyden sonra..." Bir an duraksadı. Uzun zaman sonra ilk kez onun adını birinin ağzından duyuyordum. Tüylerim ürperirken hırkamın yakasını çekiştirip kollarımı bedenime sardım. Bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. Hatta sonsuza kadar onu ve onunla yaşadığım her anı unutmak istiyordum. Keşke mümkün olsaydı. Gözlerimi kapatsam ve açtığımda o hiç var olmamış olsaydı. Sadece akıp giden yolu izledim.

"Özür dilerim canım, bir an boş bulundum."

"Sorun değil, Ege."

"Hadi yeni evinin anahtarını göster bana." dedi bir anda konuyu değiştirerek. Bunu kafamı dağıtmak için yaptığını biliyordum. Bakışlarımı yoldan Ege'ye çevirdim. "Gerçekten mi?" dedim şaşkınlıkla.

Evi ona ilk gösterdiğim andan beri beni vazgeçirmek için her yolu denemişti. Büyükbabamdan ve büyükannemden bana kalan son hatıra o evdi. Şehir merkezinden beş saat uzaklıkta küçük bir köye bağlıydı. En azından bir zamanlar öyle olduğunu biliyordum. Büyükbabamın anlattığı kadarıyla zamanla köydeki insanlar göç edip gidince köy de bomboş kalmıştı. Üstelik köy merkezinden eve giden bir araba yolu olmadığı için yaklaşık on beş dakikalık bir yürüme mesafesi olduğunu da biliyordum. Ev büyük bir dağlık araziye bağlıydı. En önemlisi ise büyükbabamın sahip olduğum en değerli ikinci şey diye bahsettiği yerdi burası. Tabi ki ilkinin büyükannem olduğundan şüphem yoktu.

SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin