Duyduğum kelimeyle dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Handan Hanım'ın benim evimde ne işi vardı? Uzattığım bacağımı kanepeden sarkıttım ve kafamı dışarıyı görmek istercesine eğdim. Ancak başarılı olamadım.
"Ah, ben de burada olmanı umuyordum tatlım." Handan Hanım'ın naif sesiyle ayağa kalktım. Bileğime fazla yüklenmeden dikkatle kapıya yaklaştım.
"Burada ne işin var, beni arasaydın eve gelirdim!" Bay yabani sitemle konuşurken Handan Hanım'ın bakışları bay yabaninin geniş omuzlarının arkasında kalan bana çevrildi.
"İçeri girebilir miyim tatlım?"
"Elbette hayır!" Bay yabanin itiraz eden yüksek sesiyle tek kaşı havaya kalkan Handan Hanım oğluna uyarı dolu bir bakış atıp, yumuşayan bakışlarla yeniden bana döndü. "Sana sormamıştım zaten," dedi. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken, "Lütfen içeri gelin," dedim.
Handan Hanım istediğini almışçasına oğluna gülümsedi ve eliyle oğlunu kenarı itti ve içeri girdi. Bunu elbette ki bay yabani zorluk çıkarmadığı için başarmıştı çünkü ikimiz bir araya gelsek yine de o istemediği sürece onu yerinden kıpırdatamazdık. Adam göğsünün üzerinde koca iki dağ taşıyordu sanki. İnce topuklu krem botları eski döşemelerin üzerinde ses çıkararak oğlunun yanından geçerken, "Sana en kısa sürede bir terbiye seansı yapacağım, oğlum!" dedi. Gülümseyerek karşıma geçti. "Umarım rahatsız etmemişimdir," dedi.
"Hayır, elbette etmediniz!" Dirseğinden büktüğü kolundaki siyah, deri çantasının yanındaki karton çantayı kaldırırken, "Sanırım bu şaşkınlığı güzel bir tatlı telafi etmeye yeter!" dedi neşeyle şakıyarak. Beyaz inci gibi dişleriyle gülümsedi. Bay yabani homurdanarak kapıyı sertçe kapatırken olduğum yerde sıçradım. Handan Hanım'ın anında sertleşen bakışları oğluna döndü ve "Misafirlikte kibar olmalısın, Aktan!" dedi. Bay yabani hayretle yüzünü buruşturdu. "Beş yaşında değilim, anne!" dedi. Onları izlerken içimdeki gülme isteğini bastırmak için dudağımı dişledim.
"Evet, öyle olsan her şey çok daha kolay olurdu!" dedi Handan Hanım yakınarak. Kafasını sallayıp yeniden bana döndü ve yüzü aydınlandı. Bakışları hafif yana açtığım ayak bileğime inerken kaşlarını çattı.
"Aman Allah'ım ne oldu sana?" dedi endişeyle.
"Ah, ufak bir kaza. Önemi değil..." dedim elimi savurup geçiştirirken. Handan Hanım elini nazikçe koluma sardı. "Öyle şey olur mu, lütfen otur..." Beni dikkatle kanepeye ilerletirken, "Ah canım benim, çok acıyor mu?" dedi. Kanepeye otururken Handan Hanım da yanıma oturdu. Kolundaki çantayı çıkarıp yanına koydu ve tatlı kutusunu da sehpanın üzerine bıraktı. Bakışlarım endişeyle büyüyen gözbebeklerinde kalırken dudaklarımı ne diyeceğini bilemeyerek araladım. Kenarları kırışmış kaşları kavislenmişti. Sadece ufak bir incinmeydi ve benim için endişelenmesini gerektirecek bir durum yoktu. Üstelik bu beni sadece ikinci görüşüydü.
"Şey... Gerçekten acımıyor," dedim kekeleyerek bakışlarımı kaçırıp. Kurumaya başlayan saçımdan alnıma düşen tutamı kulağımın arkasına sıkıştıran parmaklarıyla dona kaldım. Dizimin üzerindeki elimde hissettiğim sıcaklıkla kaçırdığım bakışları endişeli yüzüne çevirdim ancak onun endişeyle harmanlanan sinirli bakışları bay yabanideydi. "Umarım bununla bir ilgin yoktur, evlat!"
"Delirdin mi sen!" diyen bay yabani hayretle soludu.
"Bu nasıl bir üslup, Aktan!" Handan Hanım neredeyse çemkiren bir sesle oğluna çıkıştı.
"Bunun gerçekten onunla bir alakası yok!" dedim endişeyle, olay daha büyük bir hal almadan.
"Bak, kendin duydun!" Handan Hanım, oğlunun imalı bakışlarıyla bana döndü. "Sen öyle diyorsan..." dedi. Bay yabani histerik bir sesle güldü. "Oğlunun ne dediğinin bir önemi yok tabi!" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİ
General FictionHER ŞEY BELKİ DE BİTTİ DEDİĞİMİZ YERDE BAŞLIYORDUR... Elif... Yalnızlıktan, sevdiklerini kaybetmekten ve sevgisizlikten korkan genç bir kadın. Ve tüm korkuları sanki onunla yüzleşmek istercesine karşısındaydı. İçindeki derin eksiklik bir yana o eksi...