"Ne o, gökyüzü görevini sana mı devretti, açmışsın yine çeşmeleri?"
Kafamı hafifçe yüzüne çevirdim. Başını geriye atmış gökyüzüne bakıyordu. "Yağmur yağacak gibi. Belli ki işi sana bırakarak kaytarıyor."
"Eğer dalga geçmeye geldiysen..."
"Ya..." dedi kafasını iki yana sallarken. "Annemi ufak krizlere sokan kızları boğmak yerine dalga geçmek hobimdir," dedi. Dudaklarım sözleriyle biraz daha titrerken bakışlarını yüzüme indirdi. Islak kirpiklerim daha kurumamışken bir kez daha ıslandı. "Öyle söylemek istemedim..." dedi bir an, sanki ne diyeceğinden emin olamıyormuş gibi.
"Sorun değil, haklısın. Ben... Gitsem iyi olur hatta." Kollarımı çözüp ayaklanmak için hareketlenirken bileğimi saran parmaklarıyla durakladım.
"Gitme."
Gitme.
Onun dudaklarından döküldüğünde ne büyülü bir kelimeydi. Sanki satırlar sürmüştü. Oysa ne basitti söylemesi. Belki de onu tanıdığımdan bu yana ilk kez bana gitme diyordu. Genelde yanında durmamdan hoşlanmazdı. Ancak bu kez gitme diyordu. Üstelik az önce annesine yaptığım şeyden sonra.
"Ama içerde demiştin ki..." dedim, sesim neredeyse bir vızıltıdan farksız çıkmıştı. Bay yabani derin bir nefes verdi, parmaklarını bileğimden çekti.
"Öyle de söylemek istememiştim," dedi. Sözlerinden pişman mı olmuştu? Genizden gelen, titrek ve kısık bir sesle konuştu.
"Hep böyle söylemek istemediğin şeyleri söyleyip sonra da söylemek istemedim mi dersin?" dedim. Dakikalar sonra çatlayan sesimle kurduğum en uzun cümle oldu. "Pişman olmak istemiyorsak pişman olacağımız şeyler söylememeliyiz."
"Pişman değilim. Sadece bu kadar sert olmam doğru değildi," dedi. "Bunun olacağını bilemezdin."
"Seni tanıdığımdan beri hep böyleydin. Sert yani... Garip gelmedi. Sadece..." Sadece sözlerin kalbimi acıttı.
"Sadece?" Bakışlarını yüzüme indirdi. Sessizce omuz silktim. Tıpkı az önce onun yaptığı gibi bakışlarımı göğe kaldırdım. Israr etmedi ve bu işime geldi. Uzattığı bacağının birini kendine çekti. Kolunu dizinin üzerine koydu ve dirseği koluma dokundu. Yüzümde ufak bir gülümseme oldu. Az önce ağlamaktan titreyen dudaklarım şimdi tebessümü kucaklıyordu.
"Yüzündeki yaş kurumadan sırıtmaya başladın demek şimdi de?" Dudaklarımı hızla birbirine bastırırken yutkundum.
"Seninle karşılaştığımdan beri tüm duygularım birbirine girdi sanki. Karmaşık duyguları aynı anda yaşıyorum," dedim.
"Öyle mi?"
"Evet, kesinlikle öyle."
"Öyle değil yabancı. Yani, tüm o karışık duyguların benimle bir alakası yok. Sadece artık içindekiler ağır geliyor. Onları tutmakta zorlanıyorsun. Çünkü çok fazla tuttun. Kaybettiğin her şey senden bir parçanı koparmış. Bunu anlayabiliyorum..." dedi.
Bakışlarım yavaşça yüzüne çevirdim. Nasıl yapıyordu bunu? Her seferinde beni öyle bir mühürlüyordu ki kendine öylece kalakalıyordum. Nasıl bu kadar ben oluyordu? Nasıl içimi benden daha iyi biliyordu?
"Belki de en çok ben anlıyorum. Hayatta her şeye sahip olabilirsin. Güzel bir aile, rahat bir hayat, hayallerinin mesleği, etrafında iyi dostlar... Ancak bir şey olur. Bir gün hiç ummadığın bir an gelir ve bakmışsın ki tüm hayatın ellerinin arasından kayıp gitmiş. Bir gün bir bakmışsın, kaybettiğin tek bir insan senden her şeyini almış. Bir gün bir bakmışsın, yaşamak için kök saldığını sandığın orman cehennemin olmuş..." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİ
Ficțiune generalăHER ŞEY BELKİ DE BİTTİ DEDİĞİMİZ YERDE BAŞLIYORDUR... Elif... Yalnızlıktan, sevdiklerini kaybetmekten ve sevgisizlikten korkan genç bir kadın. Ve tüm korkuları sanki onunla yüzleşmek istercesine karşısındaydı. İçindeki derin eksiklik bir yana o eksi...