'KAFAMIN İÇİNDEKİ CEHENNEM'

94 7 2
                                    

Beynimin içi hala yanıyordu. Kulaklarımda güçlü bir uğultu vardı. Alev alan bedenim bir anda havandı. Havada sallanan ayaklarımı hissettim fakat kısa bir süre sonra yeniden yerle buluşurken kirpiklerimi güçlükle ayırdım. Başım dönüyordu. Sallanan bedenimi ayakta tutan kesinlikle kendi iradem değildi. Belimde hissettiğim baskıyla bakışlarımı aşağı indirdim. Kulaklarım bir kez daha uğuldadı.
  
“Beni duyuyor musun?”
   
Duyuyordum. Fakat dudaklarımı açıp bir şey diyemedim. Dilim dönmüyordu. Harfler zihnimde dönüyordu fakat onları bir araya getirip tek bir anlamlı cümle kuramıyordum. Sanki konuşsam başı sonu olmayan saçma sapan şeyler dökülecekti dudaklarımdan. Bakışlarımı yukarı kaldırdım. Kirpiklerimi kırpıp karşımda hiç de yabancı olmayan sesin sahibine bakmaya çalışırken gözkapaklarım giderek ağırlaşıyordu. “Yanıyorsun!” dedi aynı ses.
   
Bu sesi tanıyordum. Bu sert ve otoriter sesin sahibi yabancı değildi. Bu, oydu. Yabani komşumdu. Ve haklıydı, yanıyordum. Bunu anlıyor muydu gerçekten? Kafamın içini görüyor muydu?
  
“Kahretsin!” dedi, bu kez. Öfkeliydi. Benim kadar öfkeli miydi? Herkese, her şeye karşı… Benim gibi tüm dünyayı kafasının içindeki cehennemde yakacak kadar öfkeli miydi?
  
“Bana bir şey söyle yabancı…” Bu kez yumuşak sesi doldu kulaklarıma. Tenime değen soğuk parmaklar, çenemdeydi. Parmakları tam olarak ihtiyacım olan şeydi. Soğuk ve huzurlu…

Kirpiklerimi açık tutmak için zorladığım irademin son kırıntıları da yok olurken gözlerimi kapadım ve yanağımı soğuk avcuna yasladım. Sonrası… Sonrası sadece karanlıktı.  

Ölmüş olamazdım; havada süzülen bedenimi, boşlukta sallanan kolumu, ıslak paçalarımın buz gibi yapıştığı bacaklarımı, bedenimi saran sert kolları ve yüzüme vuran sıcak ve düzenli nefesleri hissediyordum. Karanlık olan sadece zihnimdi. Bedenim hala duyulara itaatini yitirmemişti. Gözlerimi zorlukla aralamaya çalıştım. Bir balyoz kadar ağır kafamı yaslandığı yumuşak yerden kaldırdım. Fakat bu sadece birkaç saniye sürdü. Dudaklarımdan acı bir ses çıkarken kafamı tekrar indirdim. Yüzüme değen yumuşak kumaş burnumu gıdıkladı.
  
“Kımıldanmayı bırak!” dedi kulağımın dibindeki ses. Yüzümü buruşturdum. Sanki kafamın içinde konuşuyordu. Kurumuş dudaklarımı ıslatıp acıyan boğazıma rağmen araladım.
  
“Bağırma…” Çatallı sesimi ben bile zor duyurdum.
  
“Bu kadar intihara meyilli olduğunu bilseydim o şalterleri hiç indirmezdim, yabancı. Elektrikle kalbini daha hızlı durdururdun…” dedi.
   
Daha sakin çıkan sesiyle beni duyduğunu anlamıştım. Sözlerine gülümsedim. Zorlukla kıvrılan dudaklarımdan güçlü bir öksürük çıktı. Bu, göğsümün içinden dikenli bir tel çıkıyormuş gibi bir histi. Boğazım yırtılırcasına acırken bir kez daha inledim. “Birazdan geçecek,” dedi. “Sık dişini yabancı, birazdan geçecek.”
Geçmeyecek, hiçbir şey geçmeyecekti.
  
Sallanan kolum bir süre sonra havada asılı kaldı. Gözlerimi açıp bakmak istiyordum fakat gücüm yoktu. Kendimi dışarıya atarken bulmayı beklediğim yer kesinlikle burası değildi, bay yabaninin kolları değildi. Biraz önce alev almış bedenim titremeye başladı. Dişlerimi sıktım. Çıplak ayaklarım donuyordu. Kolumu güçlükle kendime çekip avucumu kafamı yasladığım yerin biraz altına yasladım. Parmaklarımın altında hissettiğim ritmik hareketlerle elimin sol göğsünün üzerinde olduğumu anladım. Kalbi avcumun altında atıyordu. Tuhaftı. Parmaklarım yünlü kumaşı sıkıca kavradı. Yüzümü biraz daha yana kaydırdım. Burnumun ucu tenine değdi. Teni sıcacıktı. Az önce içimden söküp atmak istediğim o sıcaklığa şimdi muhtaçlıkla sığındım. Burnuma ne fazla keskin ne de hafif kalan bir koku doldu.

Taze koku tüm bedenime yayılırken içimin ısındığını hissediyordum. Bu koku büyükannemin yaptığı bitki çaylarını andırıyordu. Bedenim gevşedi. Fakat bu rahatlama çok kısa sürdü. Çünkü bacaklarımın altındaki kolunu çekmesiyle burnuma dolan güzel koku yok oldu. Bir an desteğini yitiren bacaklarım aşağı kayarken bedenimi hızla yukarı doğru kaldırdı ve sanki bir çuval gibi beni omzuna attı. Bu hareketiyle sanki bedenimin her yerine iğneler batmıştı. Dudaklarımdan acı bir inleme döküldü. Belimi saran kolu sıkılaştı. “Bunu yapmak zorundaydım,” dedi.
  
Karnımın altındaki sert omzunun baskısı normalde rahatsız etmeyecek olsa da şimdi sanki tenimi oyup geçiyordu. Aşağı sarkan saçlarım yüzüme dökülürken başım dönüyordu. Kusacaktım. Kusmak istemiyordum. Yerimde huzursuzca kıpırdanmaya çalıştım fakat hiçbir işe yaramadı. Bedenim felç geçirmiş gibiydi. Tüm bedenim ağrıyla kasıldı. Duyduğum tanıdık gıcırdamayla altımdaki beden yeniden hareket etti. Bu midemin daha çok bulanmasına neden oldu. Boğazımdaki acı safra tadını hissediyordum. Oysa midem iki gündür boştu. Sertçe kapanan kapı sanki kafamın içinde çarpıyordu. Beynim sese duyarlı bir bomba gibiydi ve ufak bir uyarıda o bombalar kulaklarımda patlıyordu.

SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin