'HER ŞEYE RAĞMEN'

40 4 3
                                    

   İnsan saf bir yürekle doğar; kıymetlidir. İçinde bu kıymeti koruyabilmek her insanın harcı değildir. Yüreği hala saf kalabilen o insanları bulmak ve kıymetini bilmek gerekir. Yoksa dünya hiçte sanıldığı gibi yaşanabilen bir yer değildir.

Bulduğumu biliyordum. Bunu inkâr etmek nankörlük olurdu. Büyükannem ve büyükbabam belki de bu dünyada tanıdığım en saf yürekli insanlardı. Sevmeyi bilen ve öğreten, sevgiyle iyileştiren kalbe sahip insanlar... Öyle olmasa beni, kendi kanından olmayan bir çocuğu böylesine sevebilirler miydi? Öyle olmasa, onca zaman kalbimi böylesine derin bir sevgiyle doldurabilirler miydi?

Peki, neden o sevginin bana yetmediğini hissediyordum. Belki de saf kalabilmeyi, yetinmeyi bilmeyen bendim. Şımarık mıydım? Belki de nankördüm. Her gece saçımı okşayan elin kıymetini bilmek yerine neden o şefkatin hiç gelmeyeceğini bildiğim bir elin gölgesini beklemiştim yıllarca. Saçlarımı tarayan ele minnettardım ancak neden onlara hiç dokunmamış ellerin acısını çekiyordu yüreğim. Neden göğsümün içi kocaman bir sevgiyle kaplıyken bir yanım derin bir bilinmezliğin boşluğunda kayboluyor gibiydi. Peki, acı veren tüm bu beklentilerime bir son verebilecekken susmayı tercih eden büyükannem ve büyükbabama kızmalı mıydım? Onları sevmekten başka bir şey bilseydim eğer bunu yapmak belki de daha kolay olurdu. İçimde büyüttüğüm derin sevgi, onlara kızmaya, öfkelenmeye çalıştığım her saniyede daha baskın geliyordu.

Karşımda aylar sonra yüzünü gördüğüm kadına bakarken duyduğum öfke belki de büyükannem ve büyükbabama duyamadığım içindi.

O kadın annesi değil! Bay yabaninin sözleri zihnimde yankılandı. Ona kızabilir miydim; gerçekten annem değilse beni sevmediği için kızabilir miydim? Kimse kimseyi sevmedi diye ona kızamazdı. Ancak içimdeki hayal kırıklıkları bir süredir katıksız bir öfkeye bürünmeye alışmıştı. Bay yabaninin birkaç adımla içeri giren annemin yüzüne bakarken yaşadığı şaşkınlık benimkinden çok daha kısa sürmüş ve yerini boş bir bakışa bırakmıştı. Onun kadar boş bakabilmeyi istedim ilk kez. Şimdi bana dönse ve gözlerime baksa içimdeki kırgınlığı, öfkeyi görebileceğinden emin olduğum tek kişiydi. Gözlerime bakıp beni anlayabilen tek kişi. Sanki içimdeki sesi duymuş gibi bakışlarını yüzüme çevirdi. Oyda ben sadece karşımda aylar sonra gördüğüm o yüze bakakalmıştım. Ayağındaki topuklu botların çıkardığı tok sesle birkaç adım attı. Tam karşımdaydı. Neden şimdi? Onca geçen zamanda, ona ihtiyaç duyduğum binlerce anda değil de neden şimdi buradaydı?

Saçları hiç değişmemişti. Gür fakat her zaman omuzlarında kestirdiği düz saçları bildim bileli aynı renkti. Saçlarımız benziyordu. Küçükken annemin saçları kadar güzel olup olmadığını sorardım hep büyükanneme, tıpkı onunkilere benzediği için asla kestirmek istemezdim. Oysa annem bile değildi, öyle mi? Dudaklarım zihnimde dönüp duran bu gerçekle titredi.

Açık buğday rengi teni görmeyeli bir ton daha kapanmış gibiydi. Belki de tatilden dönmüştü. Tatilleri severdi; içinde sadece babam ve kendinin olduğu. Kırmızı ojeli parmaklarını birbirine geçirmiş şaşkınca yüzüme bakıyordu. Yıllardır yüzündeki ifade hep aynıydı. Eve ne zaman uğrasa, onu uzun zaman sonra görmenin mutluluğuyla kollarımı sıkıca bedenine dolarken onun yüzünde sevgi yerine hep derin bir şaşkınlık ve afallama olurdu. Şimdi anlıyordum; hiç sevgi göstermediği birinden duyduğu saf sevgiydi onu böylesine şaşırtan.

"Elif..." Saniyeler sonra sessizliği bölen şey onun sesinden duyduğum ismim oldu. Oysa bir kere kızım desin isterdim. Artık mümkün müydü? Gerçekler gün gibi ortadayken kalbimin hala bunu istemesi mümkün olmamalıydı. "Neden taşındığını bir yabancıdan öğreniyoruz? Üstelik buraya," dedi eliyle etrafı göstererek. Bakışlarım kısa bir an yanımda duran Handan Hanım'a kaydı. Kendini bir yabancı diye anan eski dostuna yazık der gibi bir ifadeyle bakıyordu. "Bir dağ başına!"

SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin