Onu sadece üçüncü görüşümdü. İlk ikisi için hoş bir karşılaşma diyemesem de bu gün hiç de fena sayılmazdı; bana yardım etmişti ve bunu ondan hiçbir yardım istemememe rağmen yapmıştı. Hem de fazlasıyla insancıldı. Üstelik bu haberim olmadan bana yaptığı ikinci iyilikti.
Her ne kadar kolumun durumuna o sebep olmuş olsa da eğer o gece ilaçları getirmemiş olsaydı tüm gece acıdan kıvranacaktım. Bunun için kesinlikle minnettardım. Bir de bugün için… Bu nasıl olmuştu, ona ne ara bu kadar minnet biriktirmiştim inanamıyordum. Elimdeki tableti cebime koydum ve içeri girdim. Hırkamı çıkarıp portmantoya astım. Sehpanın üzerindeki telefon çalmaya başladı. Heyecandan neredeyse uçarak koltuğun üzerine zıpladım ve ekrana bile bakmadan hızla açtım. İşte başlasın düğün hazırlıkları…
“Alo?” Sesim heyecanla titriyordu. Sonuçta az sonra en yakın arkadaşımın mürüvvet haberini alacaktım. Şimdiden elbise bakmaya başlamalıydım. Alp keşke bu haberi en azından benimle paylaşmış olsaydı. Telefonun ucundaki kişi bir süre sessizlikten sonra konuştu.
“Selam canım, nasılsın?”
Annemin yorgun sesi kulaklarıma dolarken bir an afalladım. Şaşkınlıkla telefonu kulağımdan çekip doğru duyup duymadığımı anlamak ister gibi ekrana baktım. Annem, yazıyordu. Bir süre sonra yeniden kulaklarıma dolan sesle kendime geldim.
“Canım, orada mısın?”
“Ah, şey evet, buradayım. Nasılsın anne?” dedim kesik cümleler kurarak. Son aramasından, yani yanlışlıkla olan son aramasından sonra yeniden aramasını, en azından bu kadar kısa sürede aramasını beklemiyordum.
“İyiyim canım. Nasılsın diye merak ettim, umarım yanlış bir zamanda aramadım?” dedi. Bu konuşan gerçekten benim annem miydi yoksa zihnim yine bana oyun mu oynuyordu? Duyduklarıma inanamazken oturduğum yerden kalktım.
“Hayır, müsaidim. Sadece…” Sadece bir kızın olduğunu hatırladığın için şaşkınım. Sadece nasıl olduğumu merak etmene o kadar uzun zamandır ihtiyacım vardı ki buna inanmak güç geliyor. Sadece bunun bir rüya olmamasını umuyorum.
Bunların hiçbirini söyleyemedim.
“Bir sorun yok değil mi? Babam nasıl?” dedim. Sehpanın etrafında şaşkınlıkla bir tur attım.
“Yeni bir sevkiyata hazırlanıyor,” dedi yorgun sesi, derin bir iç çekerken.
Evet, babam çok büyük olmasa da uluslararası bir taşımacılık firmasının sahibiydi. Asıl mesleği finansçılık olmasına rağmen annemin ısrarlarıyla ani bir sektör değişimi yapmıştı. Ki bunda, annemin sürekli çıktığı iş seyahatlerinin payı oldukça büyüktü. Başlarda bu fikir babamı korkutmuş olsa da kısa sürede alışmış ve eski işinden daha başarılı olmuş, annemin gözünde bir kez daha değer kazanmıştı. Bu sayede artık iş gezilerini beraber planlıyorlar ve çoğu zaman birlikte oluyorlardı. İçinde hiçbir zaman yer bulamadığım, iki kişilik bir hayatta, her zaman beraberlerdi.
“Biliyor musun Newyork’daki bir şirket babana ortaklık teklif etti,” dedi heyecanla.
“Vay canına, bu çok iyi bir haber… Babam çok mutlu olmuş olmalı,” dedim. Bu, babam için kaçırılması imkânsız bir fırsattı. Aynı zamanda annem için de.
“Kesinlikle öyle. Hem, ben de yeni bir markayla anlaşma aşamasındayım ve bil bakalım koleksiyonumu beğenirlerse yeni mağazam nerede açılıyor?” dedi.
Annem hatırı sayılır bir moda tasarımcısıydı. Ve bu işte fazlasıyla başarılıydı. Başarının hayatımdaki yeri ebeveynlerimin hayatımdaki yeriyle tam olarak aynı yerdeydi. Yani ikisi de hayatıma teğet bile geçmiyordu.
“Newyork?” dedim sorarcasına. Tahmin etmesi zor olmamıştı.
“Evet! Bu sayede artık baban her an gözümün önünde olmuş olacak. Hem burayı her zaman sevmişimdir. Brooklyn Köprüsü’nü izlemek geceleri inanılmaz oluyor.”
“Babamın sağlığı iyi değil mi?” dedim endişeyle.
“Elbette,” dedi. Rahat bir nefes aldım.
“Yolculukların sadece banka hesabına yansıyacak olması güzel,” dedim gülümseyerek. Bir süre önce küçük bir kalp rahatsızlığı yaşamıştı ve annemin uzun bir süre yeni mağazanın işleriyle ilgileneceğini düşünürsek bu gidip gelmeler babamın kalbi için iyi olmayabilirdi.
“Buna gerek olmayacak tatlım. Firma ortaklık anlaşmasından sonra yeni ofisini burada açacak. Yani…”
“Bir dakika,” dedim üçüncü turu attığım sehpanın yanında dururken.
“Yani… Siz… Ne kadar süre orada kalacaksınız?” dedim. Annem bir süre sessiz kalırken, “Anne?” dedim.
“Biz uzun bir süre burada kalmayı…”
“Oraya mı taşınacaksınız?” dedim hayal kırıklığı dolu bir fısıltıyla. Sesim kısık çıksa da beni duyduğunu biliyordum. Bunu sıkıntıyla verdiği nefesten anlayabiliyordum.
“Tatlım, sen de biliyorsun. Bu baban ve benim için çok iyi bir fırsat. Sadece kariyer olarak değil, bu ekonomik olarak da uzun zamandır beklediğimiz bir fırsat,” dedi.
Onun her tonu heyecanla titreyen sesi, sanki benim içime derin bir oyuk açıyordu. Her kelimesi, her cümlesi sanki bir kez daha ne kadar yalnız ve önemsiz olduğumu vuruyordu yüzüme. Bu her zaman böyleydi, biliyordum. Ama canım yanıyordu. Onlar için sadece bu dünyaya getirilmiş bir çocuk olmak, yerine getirilmiş bir görevden ibaret olduğumu bilmek canımı yakıyordu. Aynı şehirde bile aramızda kilometrelerce mesafe varken şimdi o kilometreler gerçek oluyordu. Beni öylece arkalarında bırakıp her zamanki iki kişilik dünyalarını da alıp çekip gidiyorlardı. Onlar benim ailemdi fakat aile böyle bir şey olmamalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİ
General FictionHER ŞEY BELKİ DE BİTTİ DEDİĞİMİZ YERDE BAŞLIYORDUR... Elif... Yalnızlıktan, sevdiklerini kaybetmekten ve sevgisizlikten korkan genç bir kadın. Ve tüm korkuları sanki onunla yüzleşmek istercesine karşısındaydı. İçindeki derin eksiklik bir yana o eksi...