'BİRKAÇ ÇÜRÜK ÇİVİ'

77 8 3
                                    

Elimdeki ucunu zorlukla eğelediğim çapayı kolumun altına sıkıştırıp yerdeki tırpan, kürek ve fidan torbasını elime aldım. Gün yüzünü gösterir göstermez uyanmış, sıcak bir duş alıp karnımı fazlaca doyurmuş ve bunu yaparken de kendime birkaç maddelik bir yapılacaklar listesi oluşturmuştum. Bugün yeni bir gündü ve hava şansıma güzeldi ki bu her zaman başıma gelen bir şey değildi. Fırsat bir kez ayağıma gelmişken kesinlikle bunu iyi değerlendirmeliydim. Çünkü yapılacak çok işim vardı. En basit olanlardan ilki olarak internete yeni bir ‘İş arıyorum’ ilanı bırakmış, evdeki işlerimi olabildiğince kendimi yormadan halletmiş ve tüm enerjimi bahçeye ayırmıştım.
 
Ayağımla eski tahta kapıyı aralayıp tozlu odunluktan çıktım. Bir başka günümü de burayı kullanılır bir hale getirmek için ayırmayı aklıma not ettim. Gözümü kamaştıran güneşin parıldayan yüzüne kafamı kaldırdım, gözlerimi kapattım. Güneşin sıcaklığını tenimde hissettim. Bedenimi ısıtan ışıktan güç aldım. Dünü, dünden önceki günü, yaşanmış ne varsa unutmak için, kısa bir süre de olsa, bunu yapmaya çalıştım. Derin, ciğerlerimin sızlamasına yetecek kadar derin bir nefes aldım ve gözlerimi açtım. Tamamen bugüne odaklıydım. Bugün güzel bir gündü.
  
Elimdeki malzemeleri yere koydum. Çoğu şeyin olduğu gibi odunluğun kapısı da çok eski olduğundan kilit yerine paslanmış, eski bir kancası vardı. Kancasını duvardaki oyuğa takıp kapıyı kapattım. Yerdeki ufak küreği ve tırpanı alıp üzerimdeki kot, yeterince rahat hareket edebileceğim bolluktaki bahçıvan tulumunun belindeki delikli, kumaş kemere tutturdum. Bu tulumu geçen sefer merdiven alırken odunlukta bulmuş ve temizlemiştim. Sanırım bir zamanlar büyükbabama aitti. Yıpranmış kumaşının belli yerlerinde yırtıklar vardı. Atmak ya da yenisini almak istemiyordum. Belki yırtılan yerleri yamayla kapatıp, sağlamlaştırabilirdim. Eskiydi evet, ancak onu kıymetli yapan da bu değil miydi? Kim bilir ne kadar çok anısı vardı. Üstelik büyükbabamın bu tulumu sevdiğinden emindim.

Küçükken büyükannemin onun sabahtan akşama, güneş tenini bir ıstakoz gibi kızartıncaya kadar bahçede uğraşıp durduğunu anlattığını hatırlıyordum. Ancak ne kadar temizlemiş olsam da hala pek çok yerinde çıkmayan lekeler vardı. Elimi tulumun sağ bacak kısmındaki soluk, büyük, siyah lekeye sürttüm. Aynısından kalın omuz askısında, göğüs kısmında ve arkada, kemer gibi delikli kumaş bel kuşağının tam ortasında da vardı. Belki de bu leke büyükannemin getirdiği çayı içmek için elini alelade üstüne sürdüğünde kalmış ya da yeni biçilmiş çimen kokusunu seven büyükannem için bahçeyi her sabah azar azar biçtiği makinanın yağının lekesiydi. Bazen bazı lekeler sadece leke olmazdı; bazen kirli görünen bir leke sevdiğinin elinden içilen bir bardak çay, ‘seni seviyorum’ demenin basit bir yolu ya da yıllar sonra yüzünüzü gülümsetebilecek bir anıydı.
  
Yerdeki torbayı alıp ön bahçeye geçtim. Bakışlarımı verandanın önündeki, odunlukta bulup taşıdığım eski ama hala iş gören uzun tahta parçalarına çevirdim. Bunları tarlamın etrafını çevirmek için çit niyetiyle kullanacaktım. Buna gerek var mıydı, pek değil; ancak biraz özenmek ve güzel bir iş çıkarmak istiyordum. Sonuçta artık buralardaydım. Bakışlarım araziyi bölen geniş çitin üzerinden arazinin diğer tarafına kaydı. Bay yabaninin evinin etrafında eski, kırık bir salıncaktan başka bir şey yoktu. Olması için de pek uğraştığını sanmıyordum. Belki de uğraşmak istememiş ya da sadece çok zengindi ve taksiye haftanın iki günü verecek iki yüz lirası vardı. İkinci seçenek fazlasıyla muhtemeldi. Bunu evinde sadece dekoratif amaçlı olduğuna, toplasan üç kez bile açılmadığına yemin edebileceğim plazması ve parlak cilalı, kaliteli yer ve duvar döşemelerinden anlamıştım. Üstelik dünyada bir diğer eşinin ancak bir dükün sarayında olabileceğine inandıracak kalitedeki şöminesi, keten ve kuş tüyü kadar yumuşak olup çalıştığım tüm maaşları toplasam da alamayacağını düşündüğüm, uykuya dalmak üzere olduğum sıra da ayak kısmında fark ettiğim gümüş kabartmalı bir yazıyla yazılmış koltuğunun markası bu seçeneği kesinlikle mümkün kılıyordu. Acaba ne iş yapıyordu? Belki de ailesi zengindi. Kafamı hızla salladım ve önüme döndüm. Durup dururken bunları düşünmem saçmaydı.
  
Tulumun geniş cebine tıkıştırdığım tornavida ve büyüklü küçüklü çivileri çıkarıp yere bıraktığım torbanın üzerine koydum. Çiviler paslıydı ancak iş görebilirdi. Hala sağlam kalmış birkaç şey bulduğum için mutluydum. Tarlayı verandanın yarım metre önüne yapıp yapmamakta kararsızdım. Arazi oldukça büyüktü. Eski evimde de bir bahçem vardı ancak buranın çeyreği kadar bile sayılmazdı. Üstelik işe fidanları dikeceğim yeri kazmakla mı yoksa tahtaları birleştirmekle mi başlamam gerektiğinden emin değildim. Sıkıntılı bir nefes verdim. Bu işlerden anlamadığım gerçeği an be an zihnimi kurcalayıp dururken moralimi bozmayacaktım. Evet, bunu yapmayacaktım. Çünkü bugün güzel bir gündü.
  
İlk önce kazma işini halledip daha sonra da etrafına dikeceğim tahtaları birleştirecektim. Sanırım bu mantıklı olacaktı. Belimdeki kemerden ufak çapayı çekip elime aldım. Dizlerimin üzerinde eğildim ve ilk darbeyi vurmak için çapayı havaya kaldırdım.
  
“Selam.”

SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin