Kalbim atmayı bir an unutacak kadar yavaşladı. Nefesim dudaklarımdan son kez döküldü ve o konuştuktan sonra bir daha çıkmadı sanki. Odanın içi şöminenin harlı ateşine rağmen buz kesti. Kirpikleri titrerken benimkiler onun aksine uyuşmuşçasına hareketsizdi. Onu öldürdüğüm için... Bu cümleyi kurmuştu, kulaklarımın yanlış duymadığından emindim. Ancak kalbim tüm duyduklarına ya da bundan sonra duyacaklarına rağmen sanki gerçek olmadığını bağırıyordu.
Dudaklarımdan soğuk bir gülümseme dökülürken, "Hadi ama..." dedim. "Dalga geçeceğine cevap vermesen de olurdu!"
Bay yabaninin yumruk yaptığı eli gevşedi. Omuzları, her zaman dik duran sırtı büzüldü ve aşağı düştü. Kafamı iki yana salladım. "Buna inanmam," dedim sessizce. Gözleri tek bir an gözlerimden ayrılmazken bakışlarım ilk kez onun gözlerinden kaçmak istiyordu. Bu... Bu nasıl bir şeydi böyle?
"Yani sen..." dedim yutkunarak. Buz kesen ellerimi birbirine sarıp masanın üzerine uzatırken huzursuzca kıpırdandım. "Yani sen şimdi..." Kirpiklerim hızla kapanıp açılmaya başladı. Nefesim boğazımda kalırken derin bir nefesle olduğum yerde hızla ayağa kalktım. Kollarımı bedenime sararken kafamı iki yana sallıyordum. "Buna inanmıyorum!" dedim çaresizce. Sonra Handan Hanım'ın bakışları geldi aklıma. Acıyla baktığı o tablolara döndüm yüzümü. Beraber yemek yediğimiz gün Aksel'in annesine beklentiyle baktığı o anı hatırladım. Handan Hanım'ın gözleri ona merhametle parlarken onun bundan nefret edercesine bakışını... Kafam allak bullak olurken bay yabaninin alttan bakışlarına tutundum. Bana şaka yaptığını söylemesine ihtiyacım vardı. Şu an gözlerindeki acı yerine alaycı pırıltıları görmeye ihtiyacım vardı. Tabi ki de göremedim. Bu odada benden başka bir inkârcı yoktu. Her zaman olduğu gibi...
Kafamı yine iki yana salladım. Bay yabani oturduğu yerden kalktı. Elini masanın üzerinden bana uzattı. Bakışlarım titreyerek eline inerken ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. O... O bir katil miydi? Hem de kardeşini mi öldürmüştü?
Kalbim dehşetle çarpmaya başlarken kafam güçlü bir ağrıyla kasıldı. Sanki kalbimin, nasıl böyle bir şey düşündüğüne inanamadığı aklıma bir cezası gibiydi. Eli saniyeler içinde bileğimi sardı ve ne olduğunu bile anlamadan kendimi onun peşinde sürüklenirken buldum.
Bedenim tüm iradesini yitirirken o önde ben de arkasında evden çıktık ve orman yoluna girdik. Ayaklarım hızına yetişmek için zorlanırken arada birbirine dolanıyordu. Parmakları sanki bıraksa arkamı dönüp kaçacakmışım gibi bileğimi bırakmıyordu. Daha önce geçtiğimiz patikaydık. Engebeli yolda ilerlerken zaten zor aldığım nefesim git gide daralıyordu. Dakikalar sonra dudaklarım ilk kez aralandı.
"Nereye gidiyoruz?" dedim nefes nefese kesik çıkan bir sesle. Bay yabani tek kelime etmedi. Beni duyduğundan emin bile değildim. Öyle nefes nefeseydim ki hırıltı gibi dökülmüştü kelimeler. Ayaklarım bir kez daha birbirine dolanırken neredeyse düşüyordum ve dudaklarımdan ufak bir çığlık döküldü.
"Yavaşla biraz! Neden ormana gidiyoruz hem?" dedim bir kez daha cevap almayı umarak. Sırtı her kelimemde biraz daha dikleşirken tek kelime etmedi. Göğsüm sıkışmaya başlarken bunun hızla aldığım nefeslerden mi yoksa korkmaya başlamamdan mı olduğuna emin olamıyordum. Ondan korkuyor muydum? Ondan hiç gerçekten korkmuş muydum? Onun yanında inanması güç olsa da duyduğum güven duygusunu her an hissederken bunu söylemem mümkün müydü?
Belki de birilerine haber vermeliydim. Handan Hanım... Evet, şu an belki de bir tür kriz geçiriyordu ve şu an dinleyeceği son kişi ben olabilirdim. Elimi cebime atıp telefonumu çıkardım. Kilit ekranını açmaya çalışırken rehberimde olmayan bir numarayı aramaya çalışmamı fark etmem sadece saniyelerimi aldı. Dişlerimi sıkarak lanetler ederken dakikalar sonra bay yabaninin sesi duyuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİ
General FictionHER ŞEY BELKİ DE BİTTİ DEDİĞİMİZ YERDE BAŞLIYORDUR... Elif... Yalnızlıktan, sevdiklerini kaybetmekten ve sevgisizlikten korkan genç bir kadın. Ve tüm korkuları sanki onunla yüzleşmek istercesine karşısındaydı. İçindeki derin eksiklik bir yana o eksi...