Saat öğleden sonra ikiye geliyordu. Kendime akşam için biraz salata ve domatesli makarna yaparak kendimi bu saate kadar oyalamıştım. Sıkkınlıkla telefonumun ekranına baktım. Alp’ten ya da Ege’den hala haber yoktu. Aslında neler olduğunu deli gibi merak ediyordum fakat beklemem daha iyi olacaktı. Oyalanmak için hava kararmadan verandanın lambalarını değiştirebilirdim. Böylece gece uyku tutmama ihtimaline karşı verandada vakit geçirebilirdim. Hatta belki yeni aldığım kitaba başlayabilirdim. Aldığım yeni lambaları torbasıyla birlikte alıp dışarı çıktım.
Evin hemen altında, girişi arka kısımda kalan eski bir odunluk vardı. Orayı biraz karıştırırken bulduğum eski merdiveni daha önce verandaya çıkarmıştım. Merdiveni kapının yanındaki duvara dayadım. İlk önce kapının üzerindeki patlak giriş aydınlatmasını değiştirecektim. Böylece gecenin bir yarısı verandamdan gelen tuhaf seslerin kaynağını görebilirdim. Torbadan rastgele bir ampul aldım. Basamakları her an düşme ihtimaline karşı sıkıca kavradım. Merdivenin ilk basamağına dikkatle çıktım. Daha önce de ampul değiştirmiştim fakat bunu daha sağlam bir merdivenle yapmıştım.
“Çarpılacaksın.”
Duyduğum sesle irkilip ufak bir çığlık attım. Kollarımı sıkıca merdivene dolarken omzumun üzerinden arkama baktım. Yabani komşum tam arkamda veranda merdiveninin dibinde duruyordu.
“Biraz daha sesli gelemez misin? Aklımı kaybediyordum!” dedim panikle. Üzerinde sabah giydiği gömlek, siyah bir kot ve alnına kadar inen siyah beresi vardı. Kolunu verandanın tırabzanına yaslayıp bana baktı. Burada ne işi vardı?
“Elektriği kesmeden oraya çıktığına göre aklını çoktan kaybetmiş olmalısın,” dedi. Kaşlarımı çatarak sözlerini analiz edip, bir süre sonra “Elektriği kesmediği de nerden çıkardın?” dedim.Kesinlikle kesmemiştim. Fakat bunu bilmesine gerek yoktu.
Hiç beklemediğim bir şey oldu ve hayal görüp görmediğimi anlamak için gözlerimi kıstım. Bay yabani gülmüştü. Genişçe olmasa da gülümsüyordu. Bu ufacık hareketle yanağının ortasında, gür sakallarının arasında hafif bir çukur belirdi. Kaşlarım şaşkınla kalkarken bir an gerçekten güldüğünde o çukurun nasıl görüneceğini düşündüm. Sert hatlarının ortasındaki o çukuru merak ettim. Kafamı belli belirsiz salladım ve bu saçma düşünceyi aklımdan sildim. Beni ne ilgilendirirdi.
Kafasıyla bir yeri işaret ederken bakışlarımı gösterdiği yere çevirdim. Ah, olamazdı. Elektrik kutusu tabi ki dışarıdaydı. Bunu nasıl unutmuştum. “Yerini bilmiyorsan, bak orda…” dedi.
“Çok komik,” dedim yüzümü buruşturup kendi kendime mırıldanarak. “Burası benim evim, tabi ki yerini biliyorum.” Hadi ama kuyruğu dik tutmalıydım, öyle değil mi?
“Eminim öyledir, yabancı.”
“Bana şöyle seslenmeyi keser misin, lütfen?” Bu gerçekten sinir bozucuydu. Bunun üçüncü karşılaşmamız olduğunu düşünürsek pek de yabancı sayılmazdım. Yani en azından komşu diyebilirdi ya da adımı söyleyebilirdi. Adımı biliyor muydu? Tabi ki biliyordu, Alp onun yanında adımla seslenmişti. Belki de bunu aklında tutma ihtiyacı hissetmemişti. Belki de hafızası kötünün de kötüsüydü. Çünkü adımı öğrenmesinin üzerinden sadece birkaç saat geçmişti. Gerçi, ben de ona yabani diyordum fakat konumuz bu değildi.Ayrıca bu onun yüzündendi ve karşılaştığımızdan beri insancıl tek bir yanını görememiştim. Şuan hariç. Ayrıca adımı bilmese ne olurdu ki. Üstelik ona hala sinirliydim. Yoksa değil miydim? Kafam türlü sorularla doluydu.
“Sanmıyorum,” dedi rahatça. Bu haline gözlerimi devirdim.
“Ne istiyorsun peki? Kahven, şekerin ya da herhangi bir şeyin falan mı bitti?”
“Buradan bakınca bir şeye ihtiyacı olan benmişim gibi durmuyor,” dedi.Kollarımı doladığım merdivenden dikkatle inip tek elimi belime koydum. “Neye ihtiyacım varmış benim?” dedim.
Kolunu tırabzandan çekip merdiveni çıkmaya başladı. Basamaklar her adımında gıcırdarken sadece onu izliyordum. Kapının diğer tarafına ilerleyip duvardaki eski elektrik kutunu açtı ve düğmeleri aşağı indirdi.
“Hayatını kurtaracak birine,” dedi. Tozlanmış kutudan kirlenen ellerini birbirine sürtüp temizledi. Hala bir hayatım var mıydı? Ve o kurtulabileceğini gerçekten düşünüyor muydu?
Öylece onu izlerken bu tavrının sebebini çözmeye çalışıyordum. Daha dün neredeyse kolumu koparacaktı, bu sabah Alp’i tartaklamıştı ama şimdi verandamda durmuş bana yardım ediyordu. Üstelik gayet normal tavırlarla, bir insan gibi…
“Rica ederim.”
“Pardon?” dedim öylece yüzüne bakarken. “Ah, şey… Ben teşekkür…” derken bir an duraksadım. “Bir dakika, gerçekten böyle şeyler düşünebiliyor musun?” dedim. Sesim fark edilmemesi imkânsız derecede iğneleyici çıkmıştı. Fakat buna rağmen bay yabani oldukça sakindi.
“Nasıl şeyler?”
“Yani, teşekkür ederim, özür dilerim, kusura bakma gibi normal insanların kullandığı şeyler,” dedim eğlenerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİ
General FictionHER ŞEY BELKİ DE BİTTİ DEDİĞİMİZ YERDE BAŞLIYORDUR... Elif... Yalnızlıktan, sevdiklerini kaybetmekten ve sevgisizlikten korkan genç bir kadın. Ve tüm korkuları sanki onunla yüzleşmek istercesine karşısındaydı. İçindeki derin eksiklik bir yana o eksi...