"SOĞUK"

102 5 4
                                    

Yüzüm soğuk toprakla buluştu. İlk önce soğuk çimenlerin yüzüme batışını hissettim daha sonrada kolumdaki sancıyı. Gözüm kısa bir an karardı. Dudaklarımın arasından ufak bir inilti döküldü. Kolumda hissettiğim giderek artan yanmayla elimi koluma götürdüm. Bu da neyin nesiydi böyle!
  
“Keşke ölmek için daha acısız bir yol seçseydin, gerzek herif!”

Kalın ve öfkeli ses, kafamın içinde yankılanırken gözlerimi yavaşça açtım. Acıyla yanan kolumda aynı baskıyı hissederken yattığım yerden bir anda doğrulup ayağa kaldırıldım. Karşımdaki her kimse ya deliydi ya da kolumu koparmaya yemin etmişti. Kolumu o kadar sert çekip kaldırmıştı ki dengemi sağlayamadan yerden daha sert bir yere çarptım.
  
“Hey!” dedim öfkeyle. Başım yavaş da olsa dönüyordu. Kolumu koparmaya yeminli bu deli de kimdi böyle!

Gözlerim aralanırken kafamı kaldırdım. Kapüşonum gözlerime kadar kaymıştı. Hala sağlıklı olan diğer kolumu kaldırarak kapüşonu geri çekip görüş alanımı açtım. Karşımda öfkeyle parlayan gözleri yüzüme bakan adama aynı öfke ve acıyla bakıyordum. Parmakları hala koluma gömülü dururken gözlerim yaşardı.
  
“Sen kimsin be adam!” dedim. Çatılmış kaşları kısa bir an normale döndükten sonra yeniden çatıldı. Kafasına taktığı siyah berenin altından firar eden saçları alnına kadar uzanıyordu. Siyah, gür sakalları dağınık ve sert duruyordu. Burnunda belli belirsiz, hatta uzaktan bakınca fark edilmeyecek bir çıkıntı vardı. Ancak şuan o kadar yakınımda duruyordu ki yüzünün her ayrıntısını görebiliyordum. Verdiği sert nefeslerle burun delikleri genişliyordu. Kemikli yüzü gür sakallarının altında bile belli oluyordu. Dağınık sakalları özensiz ve bakımsızdı. Tıpkı bir orman kaçkını, dağ adamı gibiydi.
  
“Sen, kadınsın,” dedi sert sesiyle tek solukta. Dudaklarım sözlerine şaşkınlıkla aralanırken kolumun acısını düşünmemeye çalıştım. Fakat fazlasıyla acıyordu. Sanki parmakları bir neşter gibi etimi lime lime ediyordu. Aralanan dudaklarımdan bir inilti çıktı. Elim kolumun üzerindeki eline gitti. Soğuk parmaklarını hızla kolumdan çekerken dengem bozuldu ve birkaç adım geri gittim. Sızlayan kolumu tuttum. Yüzüm acıyla buruştu. “Kolumu koparacaktın!” dedim kendi kendime yakınarak.
  
“Arazime girip ağaçlarımı elini kolunu sallayarak çalabileceğini mi sanıyordun!” dedi. Bağırmamasına rağmen sesi fazlasıyla ürkütücüydü. Kıstığı gözlerinin içi kızarmış, etrafı kırışmıştı. Gözlerim iyice açılırken, “Ne çalması, sadece kokluyordum!” dedim şaşkınlıkla. Beni gerçekten hırsız sanmış olamazdı değil mi?
  
“Hem hırsız hem de deli,” dedi mırıltıyla.
  
“Şunu söylemeyi keser misin, hırsıza benzer bir halim mi var?” dedim kolumu ovalarken. Sızlayan yer kesinlikle moraracaktı. Üstelik şimdiden deli gibi ağrıyordu. Evde ağrı kesici olup olmadığını düşündüm. Anlaşılan bu gece de uyku bana haram olacaktı. Bakışları memnuniyetsizce kısa bir an üzerimde dolaşırken gözlerimi sıkıca kapatıp içimden giydiğim üç beden büyük kapüşonluya lanet okudum.
  
“Bak… Yani, ben sadece…”
  
“Sadece ağaçları koklayan bir delisin, öyle mi?” dedi sinir bozucu bir tavırla.
  
“Deli diye bilip bilmeden insanların canına kast edenlere denir,” dedim öfkeyle. Adam hem suçluydu hem de üste çıkmaya çalışıyordu. Ayrıca bu dağ başına hangi hırsız gelirdi. Bu barbarın gerçekten akıl sağlığından şüpheliydim.
  
“Canına kast etseydim şuan karşımda konuşabiliyor olmazdın. Yani şanslı gününde olduğun için sevinsen iyi olur,” dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Şaşkınlıkla bakakaldım. Bu da neydi şimdi, öylece çekip gidecek miydi?
  
“Bir dakika, nereye gittiğini sanıyorsun?” dedim peşinden bağırarak. Öylece yürümeye devam ederken, “Sana hesap vermiyorum, yabancı,” dedi. Kolum acıyla zonklarken bir kez daha geçireceğim uykusuz geceyi hatırlattı.
  
“Yabani,” dedim kendi kendime söylenerek. “İnsan özür diler, değil mi?”
  
Gittikçe gözden kaybolurken sinirle arkamı dönüp yürümeye başladım. Sert adımlarla verandaya çıkıp kapıyı da aynı sertlikle kapattım. Kapının arkasında asılı duran kılıf tok bir sesle yere düşünce olduğum yerde sıçradım. Kuş kadar yürekle bir de orman kaçkını kılıklı adama kafa tutuyordum. Adam az daha kolumu söküp alacaktı. Deli olan o değil, kesinlikle bendim.
  
Gözlerimi devirip kılıfı yeniden yerine astım. Şöminenin önündeki boş sepet gözüme çarpınca, “Lanet olsun,” diye söylendim. Diğer sepeti gölün kenarında bırakmıştım. Odun toplamaya çıkmıştım ama elim boş, kolumda ise büyük bir ağrıyla geri dönmüştüm. Üstelik komşum olduğunu tahmin ettiğim adam, ki umarım öyle değildir, delinin tekiydi. Gerçekten lanetliydim. Kendimi sırt üstü koltuğa atıp battaniyeyi kafama kadar çektim. Kolum bir kez daha zonklarken dudaklarımdan ağlar gibi bir ses çıktı. Uykum vardı, canım acıyordu ve ağrı kesicim yoktu. Gözlerimi kapattım ve bekledim. Ölmek için hala geç değildi.

SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin