'SAHİP OLDUKLARIMIZ VE OLMAK İSTEDİKLERİMİZ'

35 4 1
                                    


Handan Hanım... O gün, Aktan'ın evinde o resimlere bakarken gözlerindeki özlem demek bunun içindi. O resimlerin hepsini oğlu yapmıştı. Kalbim sanki ortadan ikiye parçalanacaktı.

Arkasından öylece bakakaldım. Kaşlarımı çattım ve birazdan Handan Hanım'ın itiraz dolu sesini duymayı bekledim. Çünkü bu konuşmadan sonra burada tek bir saniye bile geçirmek istemediğini biliyordum. Belki de annesine söyleyecekti ve o da burada bir saniye daha kalmak istemeyecekti. Ancak beklediğim olmadı. Handan Hanım, neşeyle şakıdı. Yutkundum. Ne demişti, 'Bu evden annemle birlikte çıktığım andan itibaren...'. 

Evet, sanırım onun için kalmıştı. Söylememişti de. İçimde buna sevinen bir taraf belirdi. Öfkeyle kendime kızdım. Bir de seviniyor muydum? Ancak, yüzüme sevgiyle bakan o gözlerin hayal kırıklığıyla baktığını düşünmek istemsizce canımı yakıyordu. Kafamı sertçe koltuğa yaslarken ellerimi yüzüme kapattım. Yüzünde görmeyi beklediğim şey nefret değil yenilmişlik, içimde hissetmeyi beklediğim şey ise pişmanlık değil zafer olmalıydı. Ancak hissettiğim şey tam olarak buydu. Pişmanlık ve acı.

Karnımda zafer kelebekleri beklerden içimi kemirip duran pişmanlık kurduyla ne yapacağımı bilemedim. Şimdi, ne olacaktı? Onunla bir daha görüşmeyecek miydik? Sözlerinde kesinlikle geçiştirilecek, şaka barındıran bir taraf yoktu. Aksine, her bir sözü aklıma işlenmişti. Bitti, demişti. Kesinlikle bir daha yüzüme bakmayacaktı. Üstelik ortada benim de çok yakından bildiğim bir gerçek varken. Ölüm varken...

Dakikalar geçti. Sessizce oturduğum kanepede içime çöken karmakarışık hislerle oturduğum yerden kalktım. Sonuçta böyle bir gerçeği bilmemin imkânı yoktu. Bunun için beni suçlayamazdı. En azından öyle umarak dikkatle mutfak kapısında durdum. Bakışlarım pencerenin önünde kollarını bağlamış dışarıyı izleyen bay yabaniyi buldu.

"Tatlım, her şey hazır!" Handan Hanım, elindeki tabaklar ve üzerine koyduğu çatal bıçaklarla yanımdan geçerken, "Sadece masayı hazırlamak kaldı!" dedi. Kafamı zorlukla gülümseyerek sallarken bay yabani orada olduğumu biliyordu ancak arkasını dönmedi. Adımlarımı ilerlettim ve karşısında durdum. Gergin yüzü ve gözlerindeki öfke ateşi hala sönmemişti. Ellerimi birbirine sürttüm. En az onun kadar gergince yüzüne baktım. Kendine yalnızlık imparatorluğu kurmuş bir adamın sınırlarını bu kez gerçekten fazlasıyla ihlal etmiştim ve onun gibi bir adam için bu öfkeyi kesinlikle hak ediyordum.

"Bak tamam," dedim sıkıntıyla. "Seni sinirlendirmek, biraz olsun beni anlamanı istedim sadece." Handan Hanım'ın sehpaya yerleştirdiği tabakların sesi duyuluyordu. Sesimi biraz daha kıstım. Bizi duymasını istemiyordum. "Ama bu kadar öfkelenmen... Bunu bilemezdim ki!" Onaylamasını beklercesine yüzüne bakarken o dönüp yüzüme bakmadı bile. Bakışlarını karşısındaki manzaraya dikmişti. Dudağımı ısırdım. Kafamı görüş alanına girmek için hafifçe yana yatırdım. Ancak bakmadı. Bakışları gözlerime yanlışlıkla bile uğramadı. Yüzüm asılırken bakışlarımı ellerime indirdim.

"Hem sen her zaman öfkeli bir adamsın. Bir şey dememe gerek yok ki. Üstelik daha önce de sana pek çok şey söyledim! Bu kez hiç bilemeyeceğim bir şey için bu kadar öfke..." diyerek söylenirken bir an durakladım. Konuşurken sağa sola salladığım ellerim havada kaldı. Sanki zihnimde karanlık bir oda vardı ve o odanın kapısı birden aralanıp tüm karanlığı ışıkla doldurmuştu. Zihnimin her köşesinde bir şimşek çaktı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, "Tabi gerçekten öfkelendiysen?" dedim kendi kendime. Tabi ya, tüm o nefret ve öfke gerçekten öfkelendiği için değildi. Bu kez değildi. Kafamı düşündüğüm şeye inanamayarak sallarken bakışlarımı yüzüne çevirdim ve oradaydı. Yüzüme bakmayan gözleri gözlerimdeydi. Onun en sık hatta her an karşılaştığım yüzüydü öfke ve ne söylersem söyleyeyim sonunun bu olacağını düşünmüştüm. Ne aptaldım.

SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin