Elimde dumanı tüten kupalardan birini gülümseyerek, kanepede başını geriye atmış, perdesi açık pencereden gökyüzünü izleyen adama uzattım. Elimden sıcak kupayı aldı ve tekrar aynı pozisyona döndü. Yanına oturdum ve tıpkı onun gibi geriye yaslanıp başımızın üzerindeki pencereden dışarıyı izledim.
"Bana kızgın mısın?"
Ona yandan bir bakış attım. Omzumu silktim. Elbette ona kızmamıştım çünkü ona yerimi söylemesinde bir sakınca olmadığını ben söylemiştim. Bana bakmasa da hareketlenen omzundan bunu anladığını biliyordum. Derin bir nefes verdi ve yarım bir gülümseme belirdi yüzünde. "Kızgın olmadığını biliyorum, öylesine sormuştum," dedi.
Tek kaşım havalanırken, "Nereden biliyormuşsun bayan çokbilmişin müstakbel çokbilmiş eşi?" dedim. Yüzünde bu kez daha büyük bir tebessüm belirdi. Yüzüme üstten bir bakış attı.
"Gözlerinden..." dedi. Gözlerin, seni hep ele veriyor, yabancı.
Kaşlarım aklıma gelen sözlerle hafif çatılırken homurdanarak, "Gözlerimde bir sorun olmalı..." dedim. Alp ne demek istediğimi anlamak istercesine başını bana çevirdi. "O da gözlerimin beni hep ele verdiğini söylüyor da..." dedim bu kez çekingen bir sesle neredeyse mırıldanarak.
Alp başını yasladığı yerden kaldırıp bu kez daha sorgulayıcı bir ifadeyle baktı. "O?" dedi, yüzündeki sorgulayıcı ifadenin aksine muzip bir sesle. "Ha senin şu yabani komşun," dedi kendi sorusuna kendi cevap vererek. "Hani şu hiç hoşlanmadığın adam," Sırıtışı genişledi. "Hani, şu akıl sağlığından şüphe ettiğin."
Gözlerimi kısıp dirseğimle kolunu dürterken, "Aman ne komik! Size de eğlence çıktı, geçin dalganızı!" dedim homurdanıp geriye yaslanarak. Alp, kahvesinden bir yudum alıp kıkırdadı. Yeniden başını geriye attı ve derin bir nefes verdi.
"Biliyor musun Elif, seni hep kendime benzetmişimdir."
Şaşkınlıkla kafamı çevirirken, "Gerçekten mi?" dedim.
"Evet, seni Ege'nin arkadaşı olarak tanıdım ama içimde her zaman seni daha önce tanıyormuşum gibi hissetmişimdir."
"Bundan daha önce hiç bahsetmemiştin?" Öyleydi, bunu ilk kez ondan duyuyordum. Aslında buna mutlu olmuştum çünkü Alp Ege'den farksız geliyordu bana. Bunun onun için de böyle oluşu beni oldukça mutlu ederdi.
"Olması gereken ve söylenmesi gereken her şeyin bir zamanı olduğuna inanırım, Elif. Bunu sana şimdi söylüyorum çünkü bence doğru kelimeler doğru zamanlarda doğru insanlar için söylenmeli," dedi.
"Peki, bunun sana doğru zaman olduğunu hissettiren şey ne?"
"Gözlerinde gördüğüm şey," dedi. Bakışlarımı yüzüne çevirirken o da bana üstten bir bakış attı. "Sen ve benim gibi gözleri kendini ele veren insanlar için aslında her şey o kadar da kolay olmaz, Elif. Gözleri aynası olan insanların duygularını incitmek öyle kolaydır ki insanlar bunu bazen bilerek bazen de bilmeden çok kolay bir şekilde yapabilir," dedi. Bakışlarımı gökyüzüne çevirirken, "Öyle..." dedim derin bir nefesle.
"İlişki de her zaman bir tarafın duyguları daha baskın olur. Her zaman bir taraf diğerinden daha verici olur. Ve bu konuda sen ve ben aynı taraftayız..."
"Sence kötü bir şey mi yapıyoruz Alp? Birini kendinden çok sevmeyi istemek hata mı? Birini kendinden çok önemsemek, onun mutlu olduğu şeylerle mutlu olmayı istemek hata mı?" dedim.
"Sevmek aslında tam da bu söylediklerin demek, Elif. Ancak bunun bir sınırı olmalı. Tüm bu saydıklarının fazlası tüketir insanı. Sevgi insanı tüketmemeli, değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİ
General FictionHER ŞEY BELKİ DE BİTTİ DEDİĞİMİZ YERDE BAŞLIYORDUR... Elif... Yalnızlıktan, sevdiklerini kaybetmekten ve sevgisizlikten korkan genç bir kadın. Ve tüm korkuları sanki onunla yüzleşmek istercesine karşısındaydı. İçindeki derin eksiklik bir yana o eksi...