Uzun, dikenli çalıları ayaklarımın altında ezerek yolumuzu açmaya çalışıyordum. Uzun zamandır kimsenin geçmediği belli olan, ot ve dikenlerle kaplanan patika yol neyse ki tamamen kaybolmamıştı ve ne tarafa gitmemiz gerektiğini bize gösteriyordu. Önüme çıkan böğürtlen çalısını elimdeki odun parçasıyla itmeye çalışıp bir yandan da diğer elimle bavulu çekiştirdim.
“Neredeyse yarım saattir yürüyoruz, neden bitmedi bu yol,” diyerek söylenen Ege biraz dinlenmek için durdu. Hemen yanındaki ağaca yaslandı. Gözünün ucuyla yosun kaplı yaşlı ağacın gövdesine tiksinerek baktı. Benim aksime, gayet temiz olan kıyafetlerinin kirlenmesini umursuyordu.
“Dikenler hesapta yoktu ama eminim ikinci sefere böyle olmaz,” dedim yürümeye devam ederek. O kadar yavaş ilerliyorduk ki aramızdaki mesafeyi açmak pek mümkün değildi.
“İkinci sefer mi? Hiçbir kuvvet beni bir daha bu dağ başına getiremez,” dedi ciddi bir tonla. Bavulu son kez çekiştirip ileri doğru birkaç adım daha attım.
“O kadar büyük konuşma,” dedim soluk soluğa gülümseyerek. Homurdanarak, “Evet, söz konusu sen olunca büyük konuşmamam gerektiğini unutuyorum…” dedi.
“Doğru söyle, benimle arkadaş olduğuna pişman mısın?” Alayla gülümsedim. Bavulu çekiştirmekten ağrıyan parmaklarım sızlamaya başlayınca biraz soluklanmak için durdum.
“Tabi ki hayır, şapşal,” dedi gözlerini devirerek.
“Benim yüzümden disipline gitmek zorunda kaldığında bile mi?” Kaşlarımı kaldırdım. O günü asla unutamıyordum. Tüm gece kopya notları hazırlamak için uğraşmıştım. Üstelik sınavda sorulan soruların çoğunun cevabı hazırladığım notlarda vardı ve bu beni deli gibi mutlu etmişti. Ayrıca hocanın ileri derece bozuk olan gözleri de tüm planımı kusursuz kılıyordu. Ama işler hiçte umduğum gibi gitmemişti. Tüm soruları cevaplamanın verdiği mutlulukla sınavdan çıkmaya hazırlanırken hocanın sınıfta, sıraların arasında dolaşmaya karar vermesi –ki bundan daha gereksiz bir hareket görmedim- tüm planımı bozmuştu.Bir anda içine düştüğüm panikle elimdeki kâğıtları gizlice fermuarını açtığım çantanın içine atmıştım. Hocanın bir şeylerden şüphelendiğinin farkındaydım ama sorun hocanın şüphelenmesi değildi. Asıl sorun, notları kendi çantam yerine Ege’nin çantasına koymuş olmam ve fermuarın hala açık olmasıydı.
“Lütfen, o günü hatırlatma. Utançtan yerin dibine girmiştim. Ama yine de hayır, seninle arkadaş olduğum için pişman değilim.”
“On sekizinci doğum gününde masayı devirip kocaman pastayı üzerine düşürdüğümde?” dedim. Ege kafasını o günü unutmak ister gibi homurdanarak iki yana salladı.
“Bu olay hoşlandığım çocuğun tam önünde olmasına rağmen hayır, yine de pişman değilim,” dedi. Yaslandığı ağaçtan doğruldu ve yanıma geldi. Elimdeki bavulu aldı. İtiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım fakat bakışları susmam gerektiğini söylüyordu. Bu sefer öne o geçti. Tekrar yürümeye başlarken son kez şansımı denemek istiyordum.
“Peki ya mezuniyet balosuna saatler kala elbiseni yırttığımda?”Ege, elindeki bavulu bir yandan çekiştirip bir yandan yürümeye çalışırken ufak bir kahkaha attı. “Gerçekten bunu yapmıştın, değil mi?” dedi. “O gün seni gerçekten boğmak istedim.”
Elimdeki odun parçasını sağa sola sallayıp yavaşça otlara vurdum. O gün ben de kendimi boğmak istemiştim. Gerçekten benimle bir daha asla konuşmayacağını düşünmüştüm. Hatta dünyanın en kötü arkadaşı olduğumu… Tıpkı şuan olduğum gibi. Onu peşimden bu dağ başına, yolu izi belli olmayan bu ormanın içine sürüklemiştim.
“Ama yapmamıştın,” dedim sessizce.
Saf değildim ancak insanlara güvenirdim. Ege’nin aksine bunu daha çabuk yapardım çünkü güvenilmeyi hak edebileceklerine inanırdım. Öfkeli ya da sinirli hiç değildim. Bu duyguyla tanışalı birkaç hafta olmuştu. Ege’nin kafasının içinde ise her an ateşlenmeye hazır fişekler vardı ve ne zaman patlayacağını kestirmek mümkün değildi. Uyumluydum; hayata ve insanlara ayak uydurmakta iyi sayılırdım. Sorunları büyütmek yerine onlara çözüm bulmayı tercih ederdim. Ege’nin aksine keskin çizgilerim, esnetilmez kurallarım yoktu. Ve güçlüydüm. Ancak kesinlikle Ege kadar değildim. En azından duygusal olarak değildim. Belki de bizi birbirimize katlanılır kılan, birbirimize bağlayan nokta da buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİ
Narrativa generaleHER ŞEY BELKİ DE BİTTİ DEDİĞİMİZ YERDE BAŞLIYORDUR... Elif... Yalnızlıktan, sevdiklerini kaybetmekten ve sevgisizlikten korkan genç bir kadın. Ve tüm korkuları sanki onunla yüzleşmek istercesine karşısındaydı. İçindeki derin eksiklik bir yana o eksi...