'PAYLAŞMAK İKİ KİŞİLİKTİR'

35 4 1
                                    

   Önümdeki muazzam masaya ağzım açık bakarken bay yabani mutfak kapısından bir kez daha göründü. Elindeki uzun kayık tabağın içindeki antenli arkadaşları masanın ortasına yerleştirirken çeneme yasladığım ellerimi dudaklarımın üzerine örttüm. Ne yani, onları yiyecek miydik? Bay yabani bağdaş kurarak karşıma oturdu ve sırtını kanepeye dayadı. Derin bir nefes bıraktı. Sanırım yorulmuştu. Ki bu gayet muhtemeldi çünkü masada beş çeşit yemek vardı. Brokoli çorbası, içinde kabak olduğuna yemin edebileceğim bir salata, garnitürlü pilav, iyi pişmiş bir biftek ve şu antenli arkadaşlar. Gözümü ortadaki dumanı tüten bifteğe dikerken yutkundum. Sanırım yiyebileceğim tek şey oydu.

"Ne bekliyorsun, yabancı?" Bay yabaninin sesiyle kendime gelirken ellerimi önümdeki masaya indirdim ve gülümsemeye çalıştım.

"Şey, hangisinden başlasam diye düşünüyordum da..." dedim. O antenli şeyler bana bakarken fazlasıyla gergindim.

"Normal insanlar genelde yemeğe çorbayla başlar, hani bilmiyorsan eğer..." diye kinayeyle önündeki kâseye kaşığını daldırdı. Kafamı sallarken parmaklarımı kâseye sardım ve önüme çektim. Kolumdaki saate baktım. Akşama az bir vakit kalmıştı.

"Genelde bu saatte mi yemek yersin? "

Elime aldığım kaşığı çorbaya daldırdım. Kıvamı mükemmel görünen yeşil, evet rengi tamamen yeşil, olan çorba resmen sağlık kokuyordu.

"Tam olarak bir saat geç kaldım aslında. Uzun zamandır kuralların dışında yaşıyorum," dedi. Çorbasını büyük bir iştahla yerken kocaman olmuş gözlerle ona baktım.

"Anlıyorum..." dedim dehşetle yuttuğu çorbayı izlerken. "Yani... Sadece belki biraz ağır gelebilir mi diye düşündüm de..."

"Beğenmedin mi?" dedi bir anda.

"Ah, elbette hayır!"

"Sorun ne?" dedi kaşlarını anlamaya çalışırcasına çatarak.

"Sorun yok!" dedim gülümseyerek ve bakışlarımı önümdeki kâseye indirdim. Aman Allah'ım çorbanın içinde resmen yosun kokuyordu!

Elimdeki kaşığı sıkıca kavradım. Alt tarafı bir çorbaydı. Hem büyükannemin yemeklerinden alışıktım farklı tatlara. Her ne kadar daha önce bu kadar yeşil bir çorba içmemiş olsam da bunu yapabilirdim. Kaç saattir bunları yapmak için uğraşıyordu. Gerçi hakkını yiyemeyecektim, benim yapabileceğimden çok daha kısa sürede tüm bunları yapmıştı. Üstelik bir erkeğe göre oldukça marifetliydi. Sertçe yutkundum ve kaşığımı dudaklarıma götürmek için önümdeki yeşil sıvıyla dolduracakken bir anda bay yabaninin görüş alanıma giren eli önümdeki kâseyi aldı ve masanın diğer ucuna koydu.

"Neden kendine işkence edeceğine sadece yiyemeyeceğini söylemiyorsun, yabancı?" dedi.

Mahcubiyetle, "Yiyordum..." derken bay yabaninin bakışlarıyla elimdeki boş kaşığı çeneme yasladım ve utanarak gözlerimi kaçırdım.

"Sanırım sebzeyle aran yok."

"Ah kesinlikle!" dedim hızla. Tepkimle şaşıran bay yabani tek kaşını kaldırdı. "Yani, küçüklükten beri böyle. Yeşil familyasıyla aram pek iyi olmamıştır." Bay yabani kısa bir nefes verdi ve ortadaki bifteği ikiye bölerek yarasını önümdeki boş tabağa koydu. Bakışlarım anında parlarken gülümseyerek yüzüne baktım. "Şey, ayıp olmadı değil mi?" dedim yüzümdeki sırıtışı silerek. 

Bay yabani büyük bir iştahla çorbasını yemeye devam ederken kısa bir an yüzüme bakarak, "Zaten anlamalıydım! Vücudun..." dedi çorbasından son kaşığı alıp geri yaslanırken. "Dirayetsiz ve cılız!" Şaşkınca yüzüne bakarken tam cevap vermek için dudaklarımı aralamıştım ki benden önce davrandı. "Ne? En son ne zaman sağlıklı bir öğün yedin, yabancı? Ya da dur, kas denen şeyin varlığını unutmuş kolların senin yerine cevap veriyor zaten!" dedi. Büyük bir şok dalgası bedenimi sararken elimdeki kaşık masaya düştü.

"Hah!" dedim kafamı iki yana sallarken. "Sen bana..."

"Tabi ki de sana hakaret etmiyorum yabancı!" dedi bir kez daha benden önce davranarak. "Sadece doğru bildiğimi söylüyorum. Kendine dikkat et. Hayatı o ambalajlı sandviçler ve makarnayla geçirmeye devam edersen otuz beşini görmeden nalları dikersin!" Gözlerimi kısarak yüzüne bakarken sinirle güldüm. "Sadece sandviç ve makarna yemiyorum herhalde!" dedim. Önümdeki etten büyük bir parça kopardım ve ağzıma atıp çiğnedim. Muazzamdı. Tek kaşını alayla kaldırırken, "Hadi ya," dedi.

"Elbette, senin gibi sporcu olmasam da benim de kendime göre bir düzenim var!" dedim kendimden emin bir şekilde. Bay yabani antenli arkadaştan birini tabağına alırken arkasına yaslandı ve yüzüme baktı.

"Sabah ne yedin?"

"Tost!" dedim hızla. "Peynirli!" Peyniri üzerine basarak belirttim. Sonuçta peynir oldukça sağlıklı bir gıdaydı. Bay yabani kafasını iki yana sallarken, "Yağ ve karbonhidratla başlayan bir sabah! Ne sağlık ama!"

"Sen ne yedin bay çokbilmiş?" dedim gözlerimi kısarak.

"Konu ben değilim!" dedi önündeki yemeği iştahla yemeye devam ederken.

"Konu zaten hiç sana gelmiyor ki!" dedim söylenerek ağzıma bir lokma daha atarken. Suyumdan içerken üzerime yönelttiği bakışlarının farkındaydım ancak bakmaya niyetim yoktu. Ne zaman bir şeylerden konuşmaya kalksak sonuç aynıydı. O bir şey söylüyor, ben bir şey söylüyorum, o soruyor cevabını alıyor, ben soru soruyorum ve sert bir duvara tosluyorum.

"Neden?" dedi bir anda. Bakışlarımı kaldırdım. "Neden beni merak ediyorsun?" 

Ağzımdaki lokmayı sertçe yutarken bir an afalladım. Nedenini oldukça iyi biliyordum. Zor olmuştu ancak artık kabullenmiştim. Onu, deli gibi merak ediyordum. Ve ondan deli gibi hoşlanıyordum. İşte nedeni buydu. Aklımdan peş peşe geçen düşünceler dilimin ucunda tökezleyip birer birer düşüyordu. Dudaklarım aralandı, bir kez daha. O dudakları aralamak için bulduğum cesareti, tüm o kelimeleri dökmek için bulamayışımın sebebini de iyi biliyordum. Hayal kırıklığı....

Bir kez daha, yeni bir hayal kırıklığı.... Bunu kaldırmaya ne cesaretim vardı ne de gücüm. Sadece birkaç saat önce bana neden kaçtığımı sorduğunda ona gerçek bir cevap verememiştim. O cevabı bildiğimden emin değildim. Ancak şu an bana yeniden bir neden sorduğunda ona verebileceğim cevabı biliyordum. Üstelik tüm nedenlerimin cevabıyla aynı cevap olduğunu da biliyordum.

"Sadece... Paylaşmak iki kişiliktir. Ben seninle her şeyimi paylaşıyorum. Sorduğun her sorunun cevabını alıyorken benim de bunu istemem çok mu tuhaf?" dedim. Tabağını bitirmiş arkasına yaslanmıştı. Bakışlarını yüzümden çekti. Yanan şömineye dönen yüzü aydınlanırken gözlerini yukarı kaydırdı ve asılı tablolarda durdu. Yutkunuşu öyle sert olmuştu sanki boğazında koca bir lokma yutmaya çalışıyormuş gibiydi. Yutmaya çalıştığı acısıydı. Bazen onu anlıyordum ve bu kez de biliyordum. Çünkü aynı yutkunuşta çoğu kez boğulmuştum.

"Sana bir soru sorsam ve bana bir kez gerçekten cevap versen. Ben de sana bir daha asla bununla ilgili soru sormasam?" dedim.

"Sor!" dedi tek nefeste bakışlarını bile çevirmeden. Gözlerim istemsizce onunla aynı yere çevrildi.

"O öldüğü için mi böyle oldun? Kardeşin öldüğü için mi unuttun kalbini?" dedim. Kirpikleri saniyeler sonra titrerken bir kez daha yutkundu. Masanın üzerinde yumruk olan avcunu öyle sıkıyordu ki teni beyazlamaya başladı. Baktığımda öyle yıkılmaz, öyle güçlü duruyordu ki, tek kelimenin onu yıkabileceğini düşünmek bile mümkün değildi. Ancak o yıkılmaz adamın duvarları, bakışları gözlerimi bulduğunda büyük bir depremle yerle bir oldu.

Kafasını öyle ağır salladı ki, saniyeler geçmiyormuş gibi hissediyordum. Gözbebekleri titrerken, bunun cevabının bu kadar mı zor olduğunu düşündüm. Kayıplar üzerdi, kayıplar yıkardı. Ancak gözlerine bakarken yıkılmaktan çok daha fazlası olduğunu görebiliyordum. Sanki yok oluyordu.

"Tahmin ediyordum," dedim üzgünce.

"Ama eksik..." dedi düz bir sesle. "O öldüğü için değil, onu ben öldürdüğüm için..." dedi.

SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin