'BAZEN KANAMAK İYİDİR'

46 7 1
                                    

Yeni bir gün... Yeni bir sabah... Yeni bir güneş... 

Güneş doğdu ve ben kendime verdiğim değişim temalı sözü tutmak için erkenden kendimi dışarı atmıştım. Kendi arazi sınırlarım içinde ufak bir yürüyüş yaptım. Üzerimde rahat bir pantolon ve dar bir boğazlı badi vardı. Ayağıma giydiğim uzun, deri botları bu kez kaygan spor ayakkabılara tercih ettiğim için memnundum. Yürüyüş sonrası işe koyulmuş ve odunlukta bulduğum eskimiş, içi boş araba lastiğini çıkarıp, ince bir tahta plakayı lastiğin ortasına sabitleyerek verandamın korkuluğuna asmıştım. Evet, kendime bir hedef tahtası yapmıştım ve şimdi karşımda duran manzaradan oldukça memnundum. Bu sabah yataktan kalkarken yapmayı planladığım şey aslında bu değildi. Bir an önce yeni bir iş arayışına girmeliydim. Uzaktan çalışma şartına uygun internetten başvurduğum birkaç işten hala haber yoktu ve benim bir an önce bununla ilgilenmem gerekiyordu. Ancak önce üzerimdeki gerginliği atmak istiyordum. Bunun içinde aklıma gelen şahane fikirle erkenden işe koyulmuştum. 

Sırtımı yaşlı söğüt ağacının gövdesine rahatça yasladım. Bağdaş kurduğum bacaklarımın üzerindeki mavi kılıfın fermuarını açtım. Öncelikle ince, siyah bir pamuklu kumaşa sarılı ucu keskin, metal çubukları kılıfıyla birlikle çıkarıp yanıma koydum. Ahşap, kavisli yayı dikkatle çıkardım. Bu alete dokunmayalı yıllar olmuştu. Çocukken bir anlık hevesle aldığımız, tıpkı buna benzeyen, küçük okçu takımlarını hatırladım. Ege de ben de boyumuzdan büyük hevesimizde pek başarılı olamamıştık. Bu yüzden uzun zaman önce onu atmıştım. Ancak Ege, onu atmak yerine belli ki yaşına daha uygun olan bir yenisini almıştı. Onu bana vermekle ne kadar iyi yaptığından şüphe etsem de izlediğim birkaç eğitici videodan sonra kendime güveniyordum. Çok da zor değildi.

Oku yaya yerleştir, derin bir nefes al ve fırlat.

Sadece basit bir düzenekti. Parmaklarım yayın ahşap yüzeyinde ve gergin telinde dolandı. Bağdaş kurduğum bacaklarımı çözdüm ve ayağa kalktım. Yerdeki siyah kılıftan bir tane ok çıkardım. İş görecek kadar sağlam duruyordu. Okun arkasındaki yıldızlı kısmı gergin ipe yerleştirdim. Derin bir nefes aldım. Dudaklarım aklıma gelen anılarla kıvrılırken parmaklarım yayın ahşap gövdesini kavradı ve kolumu ileri doğru uzattım. Diğer elimle oku yavaşça geriye doğru çektim. Çekişimle esneyen ipin gerginliğini hissediyordum. Tek gözümü kapatıp karşımda duran çürümeye yüz tutmuş eski tabelaya baktım. Parmaklarım oku bırakmak için gevşerken cebimle çalmaya başlayan telefonla irkilerek elimdeki yayı yere düşürdüm. Homurdandım ve elimi hızla cebime attım. Ekranda yazan isimle gülümseyerek telefonu cevapladım.

"Yoksa hissettin mi?" dedim.

"Hissetmem gereken ne çeviriyorsun?" Ege'nin şüpheci sesiyle sırtımı ağaççın gövdesine yasladım. "Merak etme, hala kafayı sıyırıp koca araziyi küle çevirmedim!" dedim.

"Orayı sevdiğini sanıyordum. Ne zamandan beri böyle planlar kuruyorsun?"

"Hm, senin emektar takımı elime almaya karar vermeden hemen önce..." dedim bakışlarımı yerdeki ok ve yaya indirerek.

"Ne? Bana onlarla ne yaptığını söyler misin, Elif?" diyerek çemkiren Ege'nin sesiyle yüzümü buruşturdum.

"Hey, bu kadar tepki vereceksen onları neden bana verdin!"

"Onları sana oyun oyna diye vermedim Elif! Kendini savunman için verdim..." dedi. Sesi endişeliydi. "Tehlikede değilsin, değil mi?"

"Evet, şu an koca bir ayıyla göz gözeyim ve seninle çene çalmak için onu haklamaya kısa bir ara verdim!"

"Dalga geçme..." dedi homurtuyla karışık bir sesle.

"Merak etme, sadece zararsız bir alıştırma," dedim güven verircesine. "Kendimi oyalamaya yer arıyorum. Biliyorsun, başvurulardan hala geri dönüş olmadı..." Sıkıntıyla ensemi ovaladım. "Sence... Her şeyi geride bırakarak pek de iyi yapmamış olabilir miyim?" Her ne kadar kovulmuş olsam da şehirde yeni bir iş bulmam çok daha kolay olurdu. Ancak şimdi, herhangi bir işe gidip gelemeyeceğim uzun bir kilometrede yaşıyordum.

SIRÇA KÖŞKÜN DELİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin