John Walker'dan sonra Frank Castel'ın da gözleri gelenlere dönmüştü. Kucağında taşıdığı komutanının bedeni biraz daha ağırlaştı. Gelen 5 kişinin yüzündeki hayal kırıklığı ifadeleri onu bu hale getirmişti. Onlar kendisine doğru koşarken komutanını fazla sarsmadan ilerlemeye devam etti Frank. Bu ilerlemesi James Rhodes onun yanına koşana kadar sürmüştü.
James Rhodes kalbi parçalanmış gibi hissediyordu. Sanki birisi kalbini tutmuş, avuçları içinde sıkıyordu. Kalbinin her bir atışını çok net hissediyordu. Her bir kalp atışı ona zarar veriyordu. Her bir kalp atışında damarlarında kan yerine zehir salgılanıyordu. Sonsuz bir acı çukuruna düşmüştü. Bakışları Frank'in kucağındaki Vicktoria'daydı...
Bir saniyelik an ona saatler gibi geldi. Bir saniyede inceledi Vicktoria'nın bedenini. Gördüğü her bir yarada kendi canı acımış gibi yutkunuyordu. Sarı saçlarında kurmuş kan kalıntıları dışında teze kan da vardı. Bu kanlardan dolayı saçı hafifi turuncu rengine bürünmeye başlamıştı bile. Bedeni zayıftı, kim bilir kaç gündür açtı ya da az yemek yemişti. Koyu mavi gözleir kapalıydı. Askeri üniformasına bulaşmış olan kan kalıntılarından bazıları kendisine bazıları da başakalarına aitti. Üniforması yırtıklarla doluydu, bazı kanlar yırtıkların etrafında fazlasıyla yoğunlaşmıştı. Kuruyan kanlar, darp izleri ve bedeninindeki hala kan sızdıran üç kurşun deliği... Vicktoria Potts'a bunlar olmuştu. Rhodey'in kalbine olmuştu bunlar. James Rhodes'in sevdiği kadın bu haldeydi...
Koyu kahverengi gözleri Vicktoria'yı süzdükten sonra Frank'le arasında kalan birkaç metreyi kapattı koşarak. Gözlerinden akmaya başlayan yaşlar umurunda bile değildi. Bu yaşlar Vicktoria için akıyordu. Onun için her bir yaşa razıydı. Frank'in yanına gittiğinde Frank Castel ona sertçe bakıyordu. Bu bakışların sertliği dikkatini edemedi Rhodey. Gözleri, aklı, kalbi, bedeni, ruhu, tüm benliği sadece Vicktoria'ylaydı.
Frank hiç istemese de komutanını Rhodey'in kucağına bıraktı. Bu sırada Rhodey'in koyu kahverengi gözlerindeki şefkat ve pişmanık dolu bakışları dikkatini çekmişti. Bakışlarındaki duyguları anlamdırmak zordu. Ama Frank bu duyguyu biliyordu. Rhodey ne olursa olsun Vicktoria'ya aşkla bakıyordu. Her zman bunun farkında olmuştu Frank Castel. Kendisi de kendi eşine her daim böyle bakardı. Bu yüzden biliyordu bu hissi. Rhodey'e bu yüzden verebilmişti komutanını. Aşık olduğu kadını taşıması için yapmıştı bunu.
Alex, Rhodey'im birkaç adım arkasındayken Vicktoria'yı süzdü. Onu bu halde gördüğünde kalbine onlarca hançer saplanmış gibi hissettmişti. En son kardeşi öldüğünde böyle bir acı hissetmişti. Şimdi de Vicktoria'yı bu halde gördüğü için hissediyordu bu acıyı.
Alex üzülmek için sonra vakti olacağını biliyordu. Öncelikle yapılması gerekenleri düşünmesi gerekiyordu. Sonrasında üzülebilir, öfkelenebilir, intkam alabilir ve dünyadan nefret edebilirdi. Ama öncelik Vicktoria'ydı. Hızlıca neler yapabilecklerini düşünmeye başlamıştı.
Rhodey berbat helde görünüyordu şu anda. John ve Frank'in de aynı şekilde olması dikkatini çekmişti. Logan'ın yaptığı bir plana güvenemeyeceğini biliyordu, onu çoktan elemişti kafasından. Wade normalde bile matıklı birisi değildi, şu anda mantığını koruduğunu sanmak zordu. Tek seçeneği Yelena'ya döndü. Bir Black Widow olarak soğuk kanlılığını koruyacağını düşünmüştü. Ama yanılıyordu. Yelena, Vicktoria'yı o halde görünce dünyadan kopmuşa döndü.
Alex onun Vicktoria'ya can borcu olduğunu biliyordu, Yelena ve Vicktoria'nın yakınlığını da biliyordu. Yelena da şu anda mantıkla hareket edecek bir durumda değildi. Alex'in işi bu şekilde daha da zor olmuştu. Burda mantığı ve akıl sağlığı ile hareket eden tek kişiydi. Bu yüzden plan yapması gereken oydu. Gözlerini etrafta gezdirmeye başlarken aklına birçok plan gelmeye başlamıştı bile...
Yelena Belova'nın gökyüzü mavisi gözlerinden birer damla yaş akmaya başlamıştı. Vicktoria'yı yaralı halde görmek canını yakmıştı. Bedeni ateşe atılmış gibi hissediyordu. John onun gözlerinden akan yaşları fark ettiği anda yanına gitmişti. Yelena'yı iyi tanıyordu. Gözyaşlarını diğerlerinin görmesini istemediğini biliyordu. Bu yüzen sarışın kadını kolları arasına aldı. Yelena kolları arasındayken onun gözyaşlarını gizledi John Walker. Yelena'yı sakinleştirmesi gerektiğini biliyordu. Aklında gelen tek şeyi yaptı. Başını biraz eğerek sarışın kadının kulağına eğildi.
John: Komutanım iyi olacak. Seni böyle görmesin gün ışığı.
Yelena kolay kolay sakinleşmezdi. Ama şu adan John'un kolları ve ses tonu ona iyi gelmişti. Tam olarak sakinleşmese bile gözlerindeki yaşlar dinmişti.Wade elindeki kanlı katanları sırtındaki kılıfına kaldırdıktan sonra bakışlarını komutanına çevirecek cesareti bulmuştu. En çok korktuğu şeylerden biri başıan geliyordu. Wade bir ölümsüz olarak sevdiği herkesin ölümünü göreceğin biliyordu. Bu yüzden hayatında çok fazla insan yoktu. Yine de eski hayatından hala görüştüğü insanlar vardı bir ara. Wade hepsini itene kadar. Komutanını itememişti. Vicktoria Potts, Wade'in hayatından çıkmamıştı. Wade onun sölerini hala hatırlıyordu.
"Vicktoria: Ölmediğin sürece senin hayatından çıkmayacağım Wilson. Seni ben eğittim. Ben senin hayatından çıkamya karar verene kadar sen beni hayatından atamazsın. Ben izin vermeden ölemezsin bile Wade!"
Wade o gün anlamıştı komutanı her daim yanında olacaktı.En geride duran Logan olmuştu. Gözlerini bir kere Vicktoria'ya çevirmişti. Sevdiği birisini daha önce kanlar içinde görmüştü. İkinci defa görebilecek kadar cesur muydu? Bilmiyordu. Komutanının kanlar içinde olduğunu kabul etmek istemiyordu. Logan yüzlerce yıldır yaşıyordu. Binlece ölüm görmüştü. Sevdiği kadının bile ölümünü görmüştü. Ama hanüz buna hazır değildi. Komutanını kanlar içinde, ölürken görmeye hazır değildi.
Alex cebindeki telsize uzandı. Nick Fury'ye haber vermesi gerekiyordu. Bu işi apabilecek bir tek kendisiydi şu anda. Mecburan ona kalmıştı bu iş.
Alex: Fury.
Nick: Summers?
Nick Fury karşısındaki adamın ses tonunu beğenmemişti. Bir sorun olduğu belliydi. Yutkundu Nick Fury, tek umudu Vicktoria'ının hayatta ve iyi olmasıydı. Öyle miydi bilmiyordu. Sadece umut ediyordu.
Alex: Diğerlerini bulduk, geri dönüyoruz, yermiz belli değil. Sana konum atmaya çalışırım.
Hızlı ve aralıksız konuştu. Sonrasında gelen sessizlik daha fazla şey analtıyordu. Nick Fury o sessizliğe dayanamadı. Ne olduğunu bilmiyordu ama öğrenmesi gerekiyordu.Nick: Herkes iyi mi? Milli, iyi mi?
Alex bu soruyu bekliyordu. Nasıl cevaplayacağını bilmediği bu soruya karşın gözlerini yumdu sadece. Mavi gözlerinden akan bir damla yaş Afganistan'ın kuru toprağı ile buluşmuştu. Nasıl söyleyebilirdi bu haberi? Ne diyecekti? "Vicktoria ölüyor..." demeliydi. Bunu diyebilir miydi? Nick Fury sonasına ne yapacaktı? Alex ne yapacaktı? Bu kelimeleri düşünmek bile bir işkenceyken sesli bir şekilde söyleyemezdi.Nick: Summers!
Nick Fury'nin sesini duyduğunda Alex kendine geldi. Dudaklarını birbirine bastırıp başını gökyüzüne çevirmeyi tercih etti.
Alex: Vicktoria yaralı, ağır.
Nick Fury o anda durdu. Onun için dünya da durdu. Yaralı mı? Vicktoria mı? Bu mümkün olamazdı!Konuşmanın kalanını Maria Hill'e bırakmaya karar verdi. Kendisini ise o odadan dışarı atması gerektiğini biliyordu. Kalbi sıkışmıştı. Kız kardeşi gibi olan bu kadın yaralı mıydı? Küçük kardeşi yaralanmış mıydı? Hem de ağır... Nick Fury böyle acı dolu bir anda kalbi olduğunu hissetti. Böyle acılar ona kalbi olduğunu hatırlatıyordu. Eli Vicktoria'nın ona doğum gününde yaptığı göz bandına gitti. Yutkundu, içindeki en ufak umut parçasının bile kırıntılara bölündüğünü hissediyordu.
Herkes Vicktoria Potts için endişeliydi. Herksin kabine bir acı saplanmıştı. Vicktoria Potts tamamen iyileşmeden de bu acı geçmeyecekti. İyileşse bile belki de bu acı geçmezdi. Ama onun iyi olduğunu görmeleri gerekiyordu. Vicktoria Potts iyi olacaktı, iyi olmak zorundaydı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BitterSweet Rose
FanfictionMCU'nun karşımıza güçlü ve devlete bağlı adamları koyması ve onların Avengers'ı yok etme çabalarını izlememizi düşündüm. Peki bu bir kadın olsaydı? Avengers'ın karşısına güçlü ve devlete bağlı bir adam yerine bir kadın çıksaydı? marvelfanfic #1 13...