31. Bölüm

1.2K 33 0
                                    

Ece
Hayat sizin en küçük hatanızı affetmeyecek kadar kötü. Her ne kadar disiplinli ve dikkatli olsanız bile hayatın kötü tarafını görürsünüz. Altı ay öncesine kadar her şey yolundaydı. Ne sağlık sorunlarım vardı ne de aşkla işim olurdu. Mutluydum! Ama şimdi...  tüm hayatım alt üst olmuştu. Mutlu değildim. Yanımda o yoktu! Gözleri, kokusu,eşsiz yüzü... o yoktu, bende yoktum!

Başımdaki ağrıyla gözlerimi aralamıştım. Beyaz bir odadaydım. Çok yorgundum. Gözlerimi tamamen araladığımda bir odada olduğumu fark ettim. Kolumda bir serum vardı. Odaya kusa bir göz gezdirdikten sonra buranın hastahane değil de ev olduğunu anlamıştım. Duvarda renkli tablolar vardı. Tablolar renkliydi ama kötüydü.Elimi başıma koyduğumda elime kurumuş kan damlaları geldi. Neler olmuştu? Hiç bir şey hatırlamıyordum. Nerdeydim? Neden burdaydım?

Kulağıma gelen fısıltıları daha dikkatli dinledim. Fısıltılar kesildi ve kapı açıldı. Odaya Burak girmişti. Onu gördüğüm anda olanları biraz hatırlamıştım. Onunla buluştuk sonra ben eve giderken başıma bir şeyle vurulmuştu ve şimdi de burdaydım.

"Uyuyan güzelemiz uyanmış." Sanki hiçbir şey olamamış gibi gülümsüyordu. Eskiden güzel olan arkadaşlığımız şimdi ne hallerdeydi.

"Burası neresi?" Uzandığım yerden hareketlenip oturur pozisyona geçtim. Yanıma geldi ve elimi tuttu.

"Evimize geldik hayatım..." karnım ağrıtmıştı. Evimiz? Hayatım? Anlamamış gözlerle baktığımdan olsa gerek açıklama yapmaya başladı.

"Ankara'dayız. Burası benim evim tabii artık ikimizin de diyebiliriz." Kaşlarımı havaya kaldırıp hatırlamaya çalıştım. Ama beynim sıfırlanmış gibi hiçbir şey hatırlamıyordum.

"Burası Ankara mı?" Sesim bir kuş sesinden bile sesiz çıkmıştı. Başını memnuniyetle salladı. Ayağa kalktım serumu çıkardım ve Burak'ın karşısına geçtim. Tüm bunlar iç güdüsel olarak gerçekleşmişti.

"Anlamıyor musun sen? Ben yokum senin hayatında. Ben seni sev- mi- yo-rum." Sevmiyorumu heceleyerek ve daha sert söylemiştim. Yüzündeki gülümsemesi gitti onun yerine düz bir surat ifadesine geçti.

"Kanser olduğunu unutuyorsun galiba." Kulağıma eğilip fısıldayarak konuşmuştu. Aklı sıra benim kanser olduğumu anneme söylemekle tehdit edecekti.

"Biliyorum. Ve şimdi tekrar söylüyorum. Seni sevmiyorum ve artık hayatında da yokum!" O kadar sesli söylemiştim ki boğazım sızlamıştı. Kaşlarını çatmıştı. Omuzlarımı sıkıca tuttu.

"Evine git. Dinlen kendine gel. Bu konuyu konuşmak için erken." Sinirimi yatıştırmak için derin bir nefes aldım. Ona sert bir bakış atıp odadan çıktım.

Gösterişli villa çok büyüktü ama güzel dekore edilmemişti. Renkler arasındaki uyumsuzluk göz kanatıcıydı. Bahçeye çıkmıştım. Evin tersine bahçe sade ve güzeldi. Hızla kendimi bahçenin dışına atmıştım. Sanki uzun bir maraton koşmuş gibi nefes nefesiydim. Evden çıkarken son dakika elime verilen telefonu açtım. Birçok cevapsız arama ve mesaj vardı. En çokta Alptandı. Hiçbirini arayamazdım çünkü şu an iyi değildim. Kaç gündür burdaydım? Yanımda ne çantam ne de param vardı yani yürümek zorunda kalmıştım. Ne yapacaktım?

Eve gelmiştim. Kapının önünde duruyordum. Bir saat boyunca yürüyerek gelmiştim ama yorulmamıştım. Ben tek yoran duygularımdı. Keşke Ali'nin deşiği gibi ilk baştan Alpa her şeyi anlatsaydım. Çok salağım!

Yanağımda kurumuş olan göz yaşlarımı sildim ve sessizce kapıyı tıktıkladım. İçerden annemin güzel sesi geliyordu ve tabii ki enfes yemek kokusu. Çok geçmeden kapı açıldı. Annem beni görür görmez dönüp kaldı. Pel başarılı olduğum söylenemese de gülümsemeye çalıştım. Sesin gelmediğini anlayınca babamda geldi annemin yanına.

"Kızım..." ilk sarılan babam olmuştu. Binlerce özlem cümlelerinden sonra şoku atlatmış olan annem sarıldı. Öptü, sarıldı... tüm günün üzüntüsünü, stresini atabilirsiniz anne ve baba şefkatinde. Annemin kızarmış yanakları, babamın gözlerindeki ışıltı. Şu an tek ihtiyaçım onlara sıkı sıkı sarılmaktı.

Özlem giderdikten sonra eve girdik.

"Çok güzel yemek hazırlamıştım bende. Sofra hazır ellerini yıka gel" annemin kuralıdır elleri yıkayıp sofraya oturmak. Ellerimi yıkayıp kuruladım ve aynadaki yansımama baktım. Berbat görünüyordum.

Yemeğimizi yemiştik. Ailecek mutlu vakit geçirdikten sonra odama geçtim. Her şey aynı yerindeydi. Kitaplığımın yanına geçtim ve okurken en keyif aldığım kitabı elime  aldım. Yatağıma uzandım ve kitabı okumaya çalıştım.

Dakikalarca aynı satırları okuyordum ama anlamıyordum. Kafam çok karışıktı. Saat gece yarısına gelmek üzereydi. Burak akşam gelicem demişti ama gelmemişti. Gelmemesine her ne kadar sevimsem de ne olduğunu merak etmiştim. Kitabı geri yerine bırakıp elime telefonumu aldım. Tek tek mesajları okumaya başladım ve o esnada Irmak arıyordu. Ne açıklama yapacağımı bilmeden telefonu açtım.

"Irmak..." ismini söylediğim anda çığlıklar duymuştum.

"Ece! Sen misin?" Sesi o kadar mutlu geliyordu ki. Yüzümde gülümseme oluşmuştu. Irmak benim için dost değildi. O benim için her şeydi. Yeri geliyor kardeşim veya ablam oluyordu. Bana annelik bile yaptığı oluyordu. Benim için çok değerliydi. İlk tanıştığımız zamanlarda anlaşamasakta şimdi en mutlu anlatımız da beraberdik.

"Evet, benim"  beni şaşırtacak derecede sesim kötü çıkmıştı.

"İyi misin? Sesin kötü geliyor"  şimdi anlatamazdım. Yoksa sabaha kadar soru sorardı. Yapmak hiç iyi olmadığım şeyi yapacaktım. Yalan söyleyecektim.

"İyiyim merak etme. Ankaradayım annemi rüyamda gördüm merak ettim ve yanlarına geldim." Evet biliyorum berbat bir yalandı. Irmağın buna inanmasını beklemiyordum.

"Ece seni iki gündür arıyoruz cevap vermiyorsun. Alp Kütahya'nın her yerine asker yaydı. Uyumadık, bir şey yemdik ve sen sadece rüya gördüm ve onların yanına geldim mi diyorsun?!" Sesi sinirli gelmişti. Haklıydı da ama Burak beni kaçırdı diyemezsin.

"Irmak bilmediğin çok şey var. Ankara'ya gel her şeyi anlatacağım. Söz veriyorum"  her şeyi anlatacaktım. Zeki biriydi. Bu sorunu hemen çözerdi. Derin ve üzüntülü bir nefes verdi.

"Seni çok merak ettim Ece. Çok korktum bir şey oldu diye." Ağlıyordu. Benim yüzümden ağlıyordu. Kalbim acımıştı.  Çok kötü biriydim. Onu üzmeye hakkım yoktu!

...

Sabah uyanır uyanmaz evden çıkmıştım. Başım çok ağrıyordu. Ve buna en iyi gelicek şeyin yürüyüş olduğunu düşünmüştüm. Ama başımın ağrısı geçmemişti. Alp beni armıştı ama cevap verememiştim. Çünkü diyeceğim hiçbir şeyim yoktu. Şimdi bahçede sallanan sandalye de oturuyor ve kitap okuyordum. Gıcırdayan kapımız açıldı. Gelen annemdi. Yüzünde güzel bir gülümseme vardı.

"Ece kızım gel seninle konuşalım." Başımı sallamamla yanıma oturdu.

"Neden geldin kızım? Gelmene çok çok sevindik ama sen yıl ortasında gelmezsin" anneme asla yalan söyleyemiyordum. Sanki beynimin içini okuyormuş gibi hemen anlıyordu.

"Ama bak anne darılıcam. Geldiğimden beri niye geldin? Diyorsun. Gideyim mi ben?" Tek kaçış yolu buydu. Annem  ne yapmak istediğimi anlamıştı. Küçük çocuklar gibi küsüp başımı ellerimi göğsümde birleştirdim.

"Peki kızım yakında çıkar kokusu" ekiyle omzuma dokunup gitti.

...

Saat sekizdi yemeğimizi yemiştik. Mutfakta çay demliyordum. Annem ve babam haftada bir çıkan dizisini izliyordu. Dizi izlerlerki heyecanları beni gülümsetiyordu. Kapının çalmasıyla yaslandığım tezgahtan kalktım. Annemler hala diziyi izliyordu. Hallerine gülümseyerek kapıyı açtım. Ve gördüklerim karşısında tek anlamıyla şok oldum. Bir ağaç gibi çakılıp kalmıştım. Annem birkaç kere bana seslendi cevap vermeyince o da yanıma geldi. Gördükleriyle kaşlarını çatıp ne olduğunu anlamaya çalıştı.

Bu kadarı da olamazdı!

Sevgilim Asker Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin