Çaresizlik.
Böyle büyük bir çaresizliği, ailem öldükten sonra, ilk defa yaşıyordum. Vücudumu kasıp kavuran bir acı ve ne yapacağını bilemeyen küçük bir kız çocuğunun hüzünü vardı. Sanki 5 yaşında bir çocuktum ve elimdeki küçük ayıcıkla öylece etrafıma bakınıyor gibi hissediyordum.
Yalnız ve korkak... Bu dünyada korkmak yok demiştik değil mi? Ben dün ölesiye korktum. Yanan yurdun içindeki herkes için öylesine korktum ki... Bütün gücüm benden çekilmişti ve ben olayların başına dönmüş gibiydim. Sanki sadece dakikalar önce ailem ölmüştü. O güçsüz İdil gelmişti ve sadece abisini istiyordu. Ama o da yoktu.
Dolu gözlerimi kırpıştırdım ve evin içinde bulup, giydiğim hırkaya daha çok sarıldım. Saatler geçmişti ve hava kararmıştı. Evin balkonunda otururken, burnuma dolan is kokusu her şeyi capcanlı zihnimde tutuyordu. Öylesine sokaktan geçen hastalıklılara baktım. Tek amaçları canlı yemek olan yaratıklar, daha önce insanlardı... Bizim gibilerdi. Kim bilir bu yaratığa dönüşürlerken ne acı çekmişlerdir.
"İdil abla..." diyen Selim'in sesini duyduğumda irkildim. Yanımda uyuyan Cesur'da kafasını kaldırdı ama daha sonra uyudu. "Yanına gelebilir miyim?" Kafamı salladım. Küçük adımlarla yanıma geldi ve karşıma oturdu.
"Nasılsın?" Dediğimde sesim fazla yorgun çıkmıştı.
"İyi olmak istiyorum ama... Çok zor." Kafamı salladım. "Peki sen?" Dudaklarımı birbirine bastırdım.
"İyiyim."
"Yalan söyleme." Diyerek kızgın bir şekilde bana baktı. Bende ona baktım. Esmer teni ve kahverengi büyük gözleriyle o kadar tatlı ve yakışıklı bir çocuktu ki... Şu an bu durumda olmasam yanaklarını ısırmıştım.
"Yalan söylemiyorum..." dediğimde gözlerim dolmuştu ve sesim titremişti. Şu an küçük bir çocuğun önünde ağlıyordum ama iyi olduğumu savunuyordum. Ben gerçekten iyi değildim.
"Ağlama!" Diyerek telaşla bana yaklaştı ve hüzünle bana baktı. "Neden ağlıyorsun ki? Hepimiz kaybettik... Ama daha hiç bir şey bitmedi." Burnumu çektim.
"Özür dilerim..." dediğimde şaşkınlıkla bana baktı. "Eğer ilk gördüğümde o kızın işi bitseydi... Şimdi yurtta huzurlu bir şekilde uyuyordunuz." Dediğimde Selim şaşkınlıkla bana bakıyordu. Benim ise içim acıyordu.
Belki de her şeyi ilk başta bitirmeliydim. Ama bitirmemiştim çünkü Melisa'nın bir daha karşıma çıkacağını asla düşünememiştim. Böyle bir dünyada, kim tekrar karşılaşırdı ki? Bu çok düşük bir ihtimaldi ve ne hikmetse bu düşük ihtimal beni bulmuştu.
Bilge ve Semih ölmüştü... Onları kurtaramadığım için öyle bir baş ağrısı çekiyordum ki, en sonunda kafamı duvarlara vurup kurtulacaktım.
"İdil abla saçmalama!" Diyerek Selim kollarını boynuma sardığında dolan gözlerimi yummamla yaşlar yanaklarıma süzüldü. "Sen nereden bilebilirdin ki? Buradaki herkes birbiri için savaştı... Sonucuna da hepimiz katlanacağız." Küçük bir çocuk böyle yetişkin gibi konuşurken, ben onun kollarında ağlıyordum.
Bu beni utandırmadı çünkü içimi dökmem gerekiyordu. Bende insandım. İçime ata ata patlama noktasına geliyordum ve bu sinir beni çok korkutuyordu. Canavara dönüşmekten, ölesiye korkuyordum.
"Keşke bilseydim..." dediğimde geri çekildi ve parmaklarıyla yanaklarımda ki ıslaklığı aldı. Gülümsedim ve onun tatlı yüzüne baktım. Onu bulduğum gün, dün gibi aklımdaydı ve Eymen'i bulduğum gibi, onu bulduğuma da şükrediyordum.
"İdil abla," yutkundu. "Her zaman herkesi koruyamazsın." duraksadım.
"Ne?" Omuzlarını silkti.
"Biliyorum ben... Buradaki herkesi korumak için her şeyi yapıyorsun ama en önemli kişiyi unutuyorsun." Kaşlarım çatıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hiçlik
Teen FictionHer şeyimizi kaybetmiştik. Bir havlama sesi doldurdu kulaklarımı. Cesur delirmiş gibi havlıyordu. Adımlarım beni deliğe götürürken, Eymen'in çıldırmış yüz ifadesini gördüm. Herkes onu büyük bir kuvvetle tutmaya çalışıyordu ama o herkesi parçalayaca...