Anne rahmine düşer düşmez, bir alın yazısı kader diye önümüze konulur, al bu hayat senin diye yaşamamızı isterlermiş.
Dünyaya gözlerimizi açmadan önce ise gördüklerimizi ve duyduklarımızı kimseye söylemememiz için bir melek görevlendirilirmiş. Bu beyaz kanatlı, dudağımızın üstünde duran hengameye parmağını bastırmış ve sus çizgisini boynumuzun borcu ilan etmiş.
Üstüne yeşil bir kumaş örtülmüş olan kubbeli yapının adı tabuttu. Öldü damgası verilen Seher Maranoğlu, bugün o tahta parçasının içindeydi.
Ve adam son kez sordu.
"Hakkınızı helal ediyor musunuz?"
Hep bir ağızdan son kez bağırdılar.
"Helal olsun."
En önde babasının yanında ayakta dikilen Cihangir, ilk önce sarıldı küreğe. Birkaç kez toprak attı annesinin ölen bedeninin üzerine. Hemen yanı başında olan babası, sanki Cihangir'in kalbini kor bir ateşe emanet ettiğini anlamış gibi omzuna uzandı ve eliyle iki kez sertçe vurdu. Cihangir, bir an duraksadı ve kan çanağına dönmüş olan gözlerini babasının kömür karası gözlerine sabitledi. Tek kelime etmeden elindeki küreği ona doğru uzattı ve geri çekilerek, babasının annesine son kez iyilik yapmasına izin verdi.
İdris Maranoğlu, namı diğer lider. Onu ilk kez böylesine dertli görmüştüm. Önce küreği, toprakla doldurmuş ardından ise ağır ağır eşinin üzerini örtmüştü. Fakat öyle garip bir hal içindeydi ki gözlerini karısının tabutundan çekemiyordu. Acı çektiğini anlamak zor değildi.
Dakikalar birbirini kovaladı ve daha iki gün öncesinde aynı masada oturduğum kadın sonsuzluğa uğurlandı.
Başına siyah şal geçirmiş olan annem beni kendine getirmek amacı ile kolumu sıvazladığında, yerimde sıçrayarak ona dönmüştüm.
"Hadi gidelim artık."
Anında başımı iki yana sallamıştım, lacivert gözlümü burada bir başına bırakamazdım."Siz gidin, onunla kalmak istiyorum."
Başta kabullenmek istemiyor olsa da, gözlerini mezar başında dikilen ve sırtı bize dönük olan Cihangir'e çevirmiş ve dudaklarını birbirine bastırarak izin vermişti.Babamla beraber çıkışa doğru ilerlediklerinde, çoğu kişi de tıpkı onlar gibi mezarlıktan çıkmıştı. Baş sağlığı dilemek için liderin yanına adımlayan insanlar, iz bırakmayacak birkaç cümleye sığınıyor ve vazifelerini tamamlamış gibi çekip gidiyorlardı.
Mezar başında dikilen Cihangir'in yanına adımlayacaktım ki, liderin bir an da oğlunun yanına adımlaması ile olduğum yerde çakılı kaldım. Onlardan epeyce geride olduğum için beni fark etmiyor olmaları normaldi.
İdris Bey, önce oğlu gibi üstüne kara toprak atılan eşine bakmış ardından ise elini oğlunun omzuna sertçe yaslamıştı. Sanki güç vermek ister gibiydi.
"Eğme o başını..." Cihangir, babasının sözüyle kafasını yerden kaldırmış ve lacivert gözlerini lidere dikmişti.
"Ananın mezarına bakmak için bile olsa o başını eğme!"Ketum bir zinciri diline geçirmiş gibiydi. Sesi emir verircesine sertti. Fakat bilirdim ki lacivert gözlümün kalbi saydamdı. Kimsenin sözüne itimat edecek biri değildi.
"Eğer annemin intikamını almazsam o zaman bu baş eğilir... Benim başım eğilirse, taş üstünde taş bırakmam."
Az evvel onun in düşündüklerim, cam bir kavanozun içine hapsolduğunda kurduğu cümleye karşılık içimde kötü bir his yeşerdi.
Ya o da tanıdığın gibi değilse Beria...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fabrikatörün Kızı
Teen Fiction"Yanlış anlamayın lütfen, bir anneye göre çok gençsiniz, bekar mısınız?" Kucağımda ki bebeğin bana ait olduğunu düşünmesine karşılık, utançla dudaklarımı birbirine bastırmıştım. "Aslında bakarsanız-" Yanlış anlaşılmayı açığa kavuşturacakken, belime...